26 Kasım 2024 Salı

bir kendin sokakları

 gözlerimi kapattığımda, 

geçmiş gitmiş o anlar. 


ninemin kürt böreği aldığı gün, 

pudra şekeri yerine, 

toz şeker atıp, 

beni yokluğa rağmen mutlu etmesi. 


haydar'ın sıcak poğaçası, 

playstation oynamak için babamdan çaldığım para, 

ve

inanmayacaksınız

ama

basketbol oynadığım 

günler. 


kim nerede? 

ne yapıyor? 


çok özlüyorum herkesi

ve 

en çokta kendimi


vera ne yapıyordur mesela, 

ne yapıyordur trabzon'da bilekliğimi verdiğim küçük kız çocuğu, 

yapıyordur şimdi neler gaziantep'te o teyze,

tweety peluşum, 

maraş'ta ki mülteci halid. 


onurum

ve

hayallerim. 


neredeler şimdi, 

annem odayı toplarken,

onları nereye koydu? 


rüzgarda

bir

toz

zerresi

gibi


dağıldı, gitti hepsi. 


üniversitede, 

odamı topladığım o son gün, 

odama gelen kızın üzerinde, 

vakit geçirdiğim, 

son gün. 


arkadaşımın ağlatan son şakası, 

şimdi gülüyorum ona, 

uçtu gitti o da. 

ya da attım, 

koltuğumun

altına. 


nasıl olsa

'kimse görmez'

diyerek. 


kayıp gidiyor ömrüm, 

tıpkı, 

bugünlerde, 

ülkeyi etkisine alan, 

ama

hemen de eriyen, 

çoğunun nefret ettiği, 

bir

kar gibi. 


umarım, 

nefret etmez, 

benden kimse. 


ve isterler beni, 

bu sıralar, 

güneşe,

heves ettikleri gibi. 


ömrü sonsuz olan, 

sadece gökyüzüymüş meğer, 

ölürse bir arkadaşım, 

onu sadece bir anıdan ibaret mi hatırlarım? 


ya da ben gibi mi, 

gelir bana? 


tek kişilik mi olur artık ayak izim?


o kadar mı kalıyorum? 

kaybettikçe sizleri 

ve

yani

kaybettikçe kendimi. 


bir kere uğrayıp, 

bir daha gitmediğim, 

kentler 

ne alemde

mesela? 


ne alemde

derken, 

biliyorum, 

halen bu alemdeler. 


ve biliyorum, 

tekrar gidebilirim oraya, 

başlarında, 

nöbet tutmaya. 


ama bir kentin, 

taşlarını mı soruyorum? 

yoksa, 

o kentten çaldıklarımı mı, 

geri vermek istiyorum? 


biliyorum, 

halen gidebilirim oralara, 

yapabilirim, 

yine, 

yaptıklarımı, 

ama, 

istemesi lazım ya beni kentlerin. 


artık kim istiyor beni, 

emin değilim. 


ne onurum, 

ne hayallerim, 

ne de hislerim. 


özleyip de vardığım, 

her insandan, 

her kentten, 

kaçasım geliyor. 


buz kesiyorum, 

sabahları. 


ölüyorum sanırım, 

hergün, 

ondan. 


ölümüm, 

fiziki değildir. 


dostlarıma, 

sevgililerime, 

özlediklerime, 

ve, 

kentlere. 


1 dakikalık saygı duruşu için ölüyorum. 


ölümü ve hayatı yanyana düşünüyorum. 


her sabah, 

ama bak, 

her sabah. 


çözeceğim bunu da, 

biliyorum. 


kendim için, 

sizler için, 

elbet birgün, 

dirileceğim.


hepiniz ile, 

kolkola, 

derin

ve

sıcak

bir

çukura 

gireceğim. 


ve

bir toprakta, 

ikiden fazla kez, 

teyemmüm alınırmışı, 

kanıtlayacağız sizinle, 

felsefe dünyasına. 


ben emirhan. 


özlüyorum hepinizi, 

bunu bilin sadece. 


ve

beni de iyi hatırlayın, 


koyun,

geceleri, 

yastığınızın altına, 

benim için, 

gezin kentinizin sokaklarını. 


ve, 

kendinizin, 

sokaklarını.


https://open.spotify.com/track/3Dm3tSsNueqw3lQ77SbXmS?si=NbjSBLauR7akSBvLzQ-RKQ




17 Kasım 2024 Pazar

janus

martılar, 

martıların, 

martıların bir gün soyu tükenirse, 

çok sevinir balıkçılar bu duruma. 


her isa'nın,

her musa'nın,

ölümüne sevinen, 

yahudiler gibi. 


düşmanları kalmaz artık ikisinin de. 


neyi, 

nasıl, 

yapmalı? 


bu durumda, bu dünyada o zaman? 


herkes birbirine düşman, 

herkes birbirine sevgili. 


herkes temiz, 

herkes biraz kirli. 


birileri sevinir, 

birilerinin ölümüne, 

birileri içerlenir, 

birilerinin yaşamasına. 


biz nasıl ölürüz sahi? 

kimin için sorduğumuza bağlı olarak değişir bu soru.


bir sevgili için nasıl unutulur oluruz? 

soyadını bilmediğimiz birini nasıl sileriz rehberimizden?

nasıl kaçarız böceklerden? 

ve, 

kim ezerek öldürme arzusu duyar bizi? 


mesela diyorum yani, 

hayatın içinde kovaladıklarımız, 

kin beslediklerimiz, 

bizi kin ile doyuranlar, 

2 kaşık kinde boğacak olanlar ile nasıl mücadele ederiz yaşamak için? 


nazım'ı daha iyi anlıyorum şimdilerde, 

yaşamak şakaya gelmiyor, 

ölüm insanları daha çok sevindiriyor, 

hatta belki ölenleri de. 


''öldü gitti kurtuldu" mu deseler ardımdan daha iyi, 

yoksa, 

"bu çocuğun sonu ne olacak böyle?" diye acısalar mı?

bilmiyorum. 


yazık oldu süleyman efendiye belki gerçekten, 

ayağında ki nasırdan kurtulsaydı belki, 

çokta yazık olmayacaktı. 

bilmiyorum. 


mecali var mıydı yaşamaya onun da? 

bilmiyorum. 


izahı zor, kavraması imkansız bir hastalık gibi yaşamak, 

bilinmeyen ölümden daha korkunç yaşamak. 


yanılıyor o yüzden, 

balıkçılar

ve 

yahudiler.


ölenler ve soyu tükenenler, 

mutlu duruyor, 

yaşayanlara göre. 


her karartı saçan nefes alış(ve)riş, 

ve

gece, 

adımlarımızda, 

içimizde.


ölüm, 

çok, 

daha, 

güzel, 

şimdilerde... 


ve ölüm, 

şimdilerde filistin'de. 


hergün bir musa ölüyor, 

seviniyor oralarda yahudi.


ellerini ovuşturuyor. 


bende seviniyorum belki de, 

her ölüm, bir ilham bana. 


ve hatırlatır dünyanın ne kadar kötü olduğunu, 

yazdırır bu satırları. 


ister miydim dünya daha iyi olsun? 


ister miydim süleyman efendi yaşasın, 

ister miydim nazım için yaşamak şakaya gelsin, 

ve ister miydim, 

mutlu olup yazamamayı? 


o yüzden ölsün birileri, 

sevinsin birileri, 

yaşamak belki de hiç onlara göre değildi, 

sorsan martılara, 


hiç bu kadar özgür olmak isterler miydi?


https://open.spotify.com/track/2L93TdW2GMue1H2zlkt30F?si=O6tUUkWsQxCRaOj_bbdqkQ

7 Kasım 2024 Perşembe

lan ben sana ne eyledim dünya?

 



uykululuk krizleri, 

akşam 11'de uyumak, 

sabahın 11'in de uyanmak. 


kalp çarpıntısı, 

ayak titremesi, 

rüyamda gördüğüm intihar deneyimleri, 

ve çaresiz arkadaşlarım. 


şimdilik bunlardır şikayetlerim doktor bey. 


yazabilirsiniz bana;

bir avuç kırmızı, 

bir avuç mavi hap. 


ben seçerim, 

burada kalıp,

kalmak istemediğimi. 


kaybolmak mı isterim? 

yoksa,

bulunmak mı? 


'evet amirim sadece bir erkek cesedi, kan yok. 

muhtemelen intihar, 

hayır bir mektup yok, cepleri boş, 

gülümsüyor, 

ve

orta parmağı havada'


kalbimi çok hissediyorum bu aralar, 

'kim var orada? ismini söyle'

'ben' diyor. 

ses tonundan tanımamı bekliyor, 

benmişim hakikatten. 

şaşırmıyorum. 


kimseyi taşıyamıyor kalbim de artık, 

benden başka. 

'yük olmak istemiyorum' diyorum. 

anlamıyorlar. 


kalbim anlıyor beni, 

o da hınç alıyor benden, 

sabahları beni uyandırarak,

merdivenlerden inerken sızlayarak. 


benim bütün bir hafızam onda saklı, 

karanlık günlerim, 

gelecek günlerim, 

sigara içen birinin kalbinden daha iyi sayılmaz, 

özür dilerim senden de.


şaşırmıyorum, 

bu kadar özür dilediğime artık. 


eskiden daha inatçıydım, 

en iyi sen bilirdin bunu da, 

eğer oralarda bir yerlerde okuyorsan bunu,

ya da sen değil de ben demeliyim. 


özür diliyorum,

çünkü;

ben kirlettim seni, 

ben kararttım düşüncelerini, 

ben ağlattım seni göz göre göre,

ve 

öldürdüm, 

seni, 

üzülme, 

diye. 


özür diliyorum,

çünkü;

ben kirlettim beni, 

ben kararttım düşüncelerimi, 

ben ağlattım beni göz göre göre,

ve 

öldürdüm, 

beni, 

üzülme, 

diye. 


şimdi ne sen varsın, 

ne de ben buradayım.


sadece kelimeler var, 

biraz aşağılanmış haldeler, 

zira, 

küçük iskender'den ödünç aldıklarımı kullanabiliyorum sadece, 

yoksa o yazardı bunları, 

kendimce oynuyorum elbette. 


ama ben ölürsem karakutumu bulacaklar iskender, 

fakat eminim ki, 

benden de kalmayacak;

bir aşk zerafeti ve hayal tabiri, 


ağzım kalacak geriye, 

yazdıklarım, 

saydıklarım, 

konuştuklarım, 

ve

hakkını veremediklerim.


lâkin, 

herkesleşmeden gideceğim, 

eminim bundan. 


herkesin sevgilisini

'üvey sevgilisi'

ilan etmeden

gideceğim. 


gideceğim, 

ve 

bu sefer, 

'bu cennette grev vardır'

diye, 

rahatsızlık vereceğim, 

Allah'a, 

ve

onun 

prim doldurmaya çalışan meleklerine, 

beni bulan poliste sonradan anlayacak elbette, 

'sizi rahatsız etmeye geldim'

yazılı duvarın karşısında orta parmağın manasını. 


özür dilerim,

son kez rahatsızlık verdim, 

sene, bene ve size. 


mavi hapı seçiyorum, 

matrix bey, 

pardon, 

doktor bey. 


bulunmak istiyorum. 

hemen şuracıkta.


https://open.spotify.com/track/10ijsVRK1vrJj5FSh7uatV?si=-PulmS8eTja-1JropX-htw



3 Kasım 2024 Pazar

kustum 5

geçtiğimiz birkaç ay önceydi. 


instagram'dan bir bildirim almıştım, 


'desteğe ihtiyacın var' minvalinde bir cümle. 


intihara meyilli olduğumu anlatıyor ve destek almamı söylüyordu. 


algoritmayı şaşırtacak kadar karamsardım. 


artık içten içe ağlamayı öğrendiğim bir dönemdeyim. 


algoritma o kadar da ilgilenmiyor benimle. 


artık bazı duygu durumları içselleştirdim.


geceleri uyanmak, 


sabahları kalbimin çarpıntısını duymak, 


kendi kendimden azar işitmek, 


farklı numaralardan arayan 

bankanın numarasını aşağıya kaydırmak, 


göğüs boşluğuma belli saatten sonra dolan hüzün, 


ve o hüznü bir türlü kovalamak için gelmeyen hüzün kovan kuşu

unuttuğum, atlattığım sandığım o kötü ve karanlık günler yüzünü her 'oh' dediğimde geri gösteriyor bana sanki. 


farklı bir insanda, 

farklı bir deneyimde, 

farklı bir saatte, 

farklı bir günde, 

ve

farklı bir yolda.


aynı nehirde 2'den fazla bile yıkanabiliyor gibiyim, 


aynı insanlar, 

aynı deneyimler, 

aynı saatler, 

aynı günler

ve 

aynı yollar. 


'rol yapmayı bırak' 


desem de, 


kendime ve insanlara 'içimden' olmuyor, 


gitmiyor bu hisler, 


'içimden'


yaralı ve hırpalanmış hissetmeye başlıyorum tekrardan, 


ne hissettiğimi pekte anlatamıyorum, 


bakmayın, 

mutluyum da aslında. 


kendi kendimi tanıyamıyorum, 

ondandır bu karışık ve bir o kadar basit laflarım. 


ve bundandır sıkışmışlığım. 


penceredeki yansımamda, 

gülüyorum ve insan ile doluyum. 


gecenin bu karanlığında, 

ağlıyorum ve karanlık ile doluyum. 


arkadaşlarımın sesinin kaybolduğunu duyuyorum, 


yolda ayağım taş kesilene kadar yürümek istiyorum, 


kendi dudağıma öpücük kondurmak, 

eski sevgilimin sokağında olan otelde bu sefer tek başına sabahlamak istiyorum. 

sımsıkı sarılmak istiyorum kendime, 

kimsenin sarılmasına ihtiyaç kalmayacak kadar. 


sadakatsiz öpücüklerden kaçmak, 

'neyin var' sorusunu duymak yerine, 

sırtımı sıvazlayacak birini sezmek

ve

derimi değiştirmek, 

istiyorum. 


geceleri uyanık yatmak istemiyorum. 


çarşafların;

ter, sperm ve gözyaşından arınmasını istiyorum artık. 


bir yük trenine kaçak binmiş gibi hissediyorum, 

kapatıyorum gözlerimi ve kokluyorum havayı. 


paslanmış metal ve meşe kokusu. 


trenin yük bölümünde ise bir sürü ben. 


kollarım bir yerde, 

bacağım bir yerde, 

kalbim bir yerde, 

ve  

arzularım bir yerde. 


yük oluyorum yük trenine bile, 

en uygun durakta inmek istiyorum artık, 


hem makinistler daha hızlı varsın, 

hem de artık onlara ihtiyaç duymadan kendim yürümeyi öğreneyim.


https://open.spotify.com/track/5NuDu2WNz0iqxVYUb66zDN?si=cle_LzfJQMCEpUUu8dpadw

25 Ekim 2024 Cuma

istanbul

https://open.spotify.com/track/0Sc33svzl8oHaWG70baEO7?si=xFZXQbEWTcKet0k3mu1k3Q



 zihnim 

istanbul 

gibi

karışık, 


karışık, 

istanbul, 

gibi, 

zihnim


                              istanbul 

                                    zihnim 

                                             gibi 

                                             karışık


bir tarafında kalabalık, 

boş bir gürültü. 


bir tarafında hoş, 

ve tok bir gürültü. 


                                  yoksul

                                       zihnim

                                      ve 

                                 yoksun 

                                      şimdi


istanbul gibi, 

var ile yoksun, 

varsın ki yoksun, 

yok olsan var olmazdın. 


                                  zihnim, 

                                karışık, 

                                 anlamı

                        bulduğumuz bir, 

                       müze gibi. 


kendime 40 yıl hatır lazım, 

bir selada ismimi işitmeden, 

40 yıl hatır lazım kendime ki, 

bir selada ismimi işitmeyeyim.



yaşamam lazım belki, 

20 milyon kişi üstüme basmalı, 

İstanbul'un bir taşı gibi. 


basmalı ki, 

ben ses çıkarayım, 

ama çıkaramam ki, 

ya üzülürlerse, 

üzerime bastıkları için, 

oysa mecburdular basmaya, 

yol yürümek kolay değil, 

şu anda. 

benim üstüme basmadan. 



                        zihnim, 

                 eziş ve büzüş, 

                          edi ile büdü, 

                     pozitif ile negatif. 


'yeter artık lütfen'

'lütfen yeter artık'

'artık yeter lütfen'


                      zihnim çok dolu, 

                ve küsmüş sana, 

           inan farkında bile değil 

                  biliyorum


'yapma lütfen'

diye uyanıyorum, 

uykumdan. 

uykumu da kaybediyorum, 

bir kan uykusu kalmıştı elimde. 


kaybediyorum onu da. 

uyku üzüldü halime, 

stres yaptı. 

'uyan benden, kurtulayım' dedi 'senden'


uyku bile bilinç kazandı, 

bu tiksinç bedenden, 

git dedi, 

lütfen git, 

ruhunu geri al, 

ve git. 


                          ölüm gibi zihnim, 

                    berbat bir his, 

            tarif edemem ölümü size



bilmem nedir, 

derdi. 

hiç anlatmadım ki dinleyeyim, 

hep üzüldüm, üzülürüm diye. 

bu kadar naif olmaya gerek var mıydı kendine? 


aynaya bakıyorum, 

gördüklerimi görseniz, 

beni daha iyi hissedersiniz, 

beynimin sol lobu ıssız, 

hiç rakam görmemiş gibi, 

hiç. 


yalnız, 

aşksız, 

parasız. 


sağ lobu, 

istanbul gibi, 

kuru kalabalık, 

boş gürültü. 


sokağa tüküren içkici, 

para isteyen darbukacı, 

yolda son konuştuğum kız, 

hepsi orada. 


istanbul gibi zihnim, 

herkes gelip geçiyor buradan, 

kalıyorum yine kendime, 

üzülüyorum bu sefer, 

üzüldüğüme.


3 Eylül 2024 Salı

çöl gülü






hava soğuk. 


sıcak havalarda, havanın soğuk olduğunu anlatmak tam bir zulüm. 


hiç beklemediğim bir anda mesaj alıyorum, yakın bir arkadaşından. 


upuzun bir mesaj, ona nefret kustuğum denemelerimi okumuş. 


o da benim canımı yakmak istiyor herhalde. 


bir pidecideyim üstelik, buranın çorbasını çok sevdiğide aklımdayken gelen mesaj beni sevindirdi ve üzdü. 


bir erkeği daha milli yapmış, koca yürekli. 


sayısını artık kendisi de bilmiyordur. 


benden ayrıldıktan hemen sonra, çok zaman geçmeden. 


ben üzülürken, başka bir erkeğin altında inlediğini yazmış arkadaşı bana. 


iyi oldu bu, benim için bedeni kirli biri artık. 

aslında daha önce anlamalıydım bu kiri. 


eski aseksüel sevgilimden bile kötü olduğu durumlar vardı. 


demek ki o yüzden seçiyor tecrübesiz erkekleri ve mutlu oluyor, bir ella kaç para oldu diye cevaplıyorum sadece. 

artık köreldiğini biliyorum, 5 erkekten fazla yatak deneyimi, 10 erkekten fazla yakınlaşma yaşamıştır. bu yapay hazlardan sonra tam da 'aşka inanmıyorum, evlilik düşünmüyorum' deme kıvamına gelmiştir. 

güzel bir intikam aldı benden mesajı yazan, tebrik ederim. 


keşke arkadaşının da haberi olsaydı bana yazdığından. 


pidecide niye çorba içtiğimi bilmiyorum, üstelik mercimek çorbası. 


hava soğuk, belki de ondan. 


uzun süredir sikik hissetmiyordum, birşeyleri epey başarmıştım. 


ama bu başarılar yazmama engel oluyordu, gelen mesaj ile beraber biraz ilham da doldu içime. 


pideciden çıkınca birşeyler yazmaya karar verdim. 


ama nereye yazsam, 

kime yazsam, 

ne ile yazsam. 


hiçbiri aklımda değildi. 


bir mesajda ablasından gelmişti, 

sildim okumadım. 


insanın güç kazanması ona böyle anlarda, böyle tercihler sunuyor. 


umrumda değil. 


kulaklığımı takıp, güzel şeyler çağrıştıran bir şarkı açtım:


https://open.spotify.com/track/79Dvf0JQD7O0nOtd9Wihzp?si=FDx1tkRVRUGBN9WekM3lhg


güç kazanan ve acı çeken insanlar biraz lavuklaşır. 


bende onlardan biri olmuştum artık. 


gamsızdım artık çoğu konuda. 


hele de mevzu bahis o ise. 


arkadaşının bana yazdığını bile söylemedim. 


çünkü biliyordum ki;

iğrenç,kompleksli,günden güne değerini kaybeden bu sebepten geçmişi konuşmayı seven biri o. ve ben artık bunları düşünecek kadar salak değilim. 


ilerideki kocasına iyi tecrübe biriktirdiğini biliyorum sadece, elinde çiçek ile bekleyen en arkadaki adam kocası olacak. 


arabamı ilk defa sanayiye bıraktım, 'ne zaman çıkacak yahu' tribine giren adamlardan biri oldum, evim ile pideci arası 500 metre bile değil halbuki. 


şuan benim için önemli olan şey bu. 


önemli dediğim konuya bak peh.


hepimizin kendi mücadeleleri var evet, birçok şey ile babamı hayatta alt ettiğim için sevinerek yürüyorum evime. 


yoksa zulüm olurdu bu düşünceler ile yürümek. 


neden insanları ya da ilişkilerimi yazarak anlatmayı sevdiğimi de pek bilmiyorum. 


galiba bana sıradan gelmeleri buna sebep oluyor. 


hayatımın büyük bölümünü kaplayan insanlar hakkında yazmalıyım ki en azından benim kalemimde sıradışı olduklarını zannetsinler. 


ayrıca öldükten sonra o berbat hayatlarına dair birşeyler bıraksınlar insanlığa. 


arkadaşları, sevgilileri hatta çocukları okusun ve mutlu olsun hepsi.


şu bana mesaj atan kızın bahsettiği sevgilimin hayatı mesela;


hiçbirşey katmadığı gibi birçok şey götürmüştü benden. 


ilham olduğu konular hep acıklı şeylerdi, mutlu bir yazı hiç yazamadım, belki birkaç kez kendi kendime günlüğümde yazdıklarım dışında.


kendi mutlu olduğum konularda ise hep engeller çıkarırdı karşıma. 


iş bulduktan 2 hafta sonra 1.5 milyon liralık bir kupon tutturduğumu duysa ne yapardı acaba? 


'hesabı öderken telefona mı bakıyorsun?' cümlesini utanç gibi yüzüme çarpan o mükemmel güzel kız ne hissederdi? 


neyse.  


birinden ilham bekleme durumu da biraz enterasan mesele. 


bencilce hatta. 


ilham beklemek amatörlerin işi aslında. 


bizim gibiler hep yazmalı ve hep çalışmalı.  


sıkıcı inekler asla anlamayacaklar. 


anlamayacakları diğer şey ise, nasıl yaşamamız gerektiğini değil nasıl ölmemiz gerektiğini öğrenmemiz gerektiği meselesi. 


ölü ile cesedi ayıran şey bana kalırsa yazmaktır. 


ve hakkında yazdığım çoğu kişi benim için artık cesettir. 


zira benim için iletişimin bitmesinin tek olanağı, yazdığım öykü ya da denemelerin bitmesidir. 


bunların sonunda artık cesettir benim için insanlar. 


500 metre gibi kısa bir mesafeyi yürürken nasıl oluyor da bu kadar şeyi düşünebiliyorum? 


evimi geçtim mi? 


bulamayacak mıyım onu? 


önce kendimi bulursam, eminim evi de bulurum. 


fakat ben bu soğukta halen pidecide bırakmışım beynimi gibi hissediyorum. 


eve girdiğimde düşüncelerimin son bulacağını zannetmekte bir yanılgı. 


gerçek bir son hiçbir zaman yoktur, orası sadece hikayeyi durduğumuz yerdir. 


fakat bu hikaye hiç durmuyor. 


ne zaman duracağına dair bir bilgimde yok. 


geçmiş peşimden geldikçe, 

ben çölde bir gül olma umudu taşımaya devam edeceğim.

21 Ağustos 2024 Çarşamba

hafiften çatlak


yağmur beklemediğin anda yağar, planlarının üstüne, sokağın ortasında yürürken, 


atlar hep kaybetmeye koşar, sen orada son şansını beklerken, 


meryem şifasını arar, hemen yukarıda hurma varken, 


insan belasını arar, ortada iyilik umudu dururken. 


hiç beklemediğin bir anda yumruk yersin, o kadar severken, 


onun 6 dakikalık bir şarkı gibi bitmesini istemezdin, kulağına bu kadar hoş gelirken, 


ıslatmayı kendin becermek isterdin, jel orada akarken


kırmızı iç çamaşırını tercih eden, herhangi biri gibi olmak isterdin pembesi orada seyir ederken, 


umudunun diri kalmasını isterdin, son bir kez sesini işitirken, 


uyumadan koklamak isterdin, daha henüz işten çıkmışken, 


eyüp gibi sabır isterdin, kötülüklere boyun eğmezken, 


boyun eğdin şimdi kötülüklere, 

iyilik arayışındayken, 


farkettin geleceğinin karanlığını, 

geçmişini bu kadar konuşmayı severken, 


boynuna geçirdin dar ağacını, 

intihar konusunda şaka yapmazken, 


yine ölmek istedin, 

bu kadar şey başarmışken, 


ve yine yaşadın, 

bu kadar daha başarısızken, 


kayboldun kafaların altında, 

fikirler beyninde uçuşurken, 


durdun oracıkta, 

belki geçip gitmen gerekirken, 


attım bende kalan kilodunu, sütyenini, 

başkasına giydirirken, 


kaldı geride iyi hatıralar ve gülümsemeler, 

arkadaşlar ile laflarken,


döndüm ben artık sırtımı sana, 

ezdim ayağım ile kafanı, 

ya bu böcek sensen ya da bensem diye düşünürken, 


yağmur yağmaya başladı, 

hiç beklemediğim bir anda. 


sokağa baktım, 

cızbız köfteci sağda, 


aldım yarım ekmek, 

geri yürüdüm sokağıma, 


bu yokuş çok zor, 

ayaklarım asla gitmiyor, 


ben kalmak istiyorum, 

o geri çağırıyor, 


son kez bakıyorum yokuşa, 

bu sefer başaracağım diyor, 


meydan okuyor bana, 

çıktıkça kayıyor aşağıya, 


elimi tutuyor lara, 

gel diyor, 

buraya. 


gidiyorum ona, 

dokunuyorum vücuduna, 

hiçbirşey giymemiş altına. 


saf insan diyorum, 

düşünceleri çıplak, 


bana bakışı diyorum, 

ne kadar alçak, 


kirpikleri uzun, 

gözleri lombak, 

göbeği hafif çıkık, 

saçları kıvırcık,

bir çatlak, 


hayat gibi diyorum insan, 

kaybetmeye mahkum, 


bakıyor yine yüzüme, 

avanak avanak, 


kalk diyorum,

giyin en iyisi, 

sil üstünü

getiriyorum peçeteyi, 


sütyenimi attın diyor, 

ha enayi, 


nereden bilebilirdim, 

hayat gibi olmayacağını, 


bana giyerken onu, 

gidince çöpe atmayacağını, 


önlemimi aldım ben baştan,

bakma öyle yukarıdan, 


sende bana zor olma, 

gel tut elimi, 

kaçalım gidelim yağmurdan.


https://open.spotify.com/track/2LawezPeJhN4AWuSB0GtAU?si=V_TCCiDvT4WAydnoBTd-xw


17 Ağustos 2024 Cumartesi

bu gece son gecemiz




gece uykumdan uyanıp,beni uyutması için açtığım müziğin sesini kısınca 3 şey duymaya başlıyorum;


1-sivrisineklerin sesi

2-hikayesini bir türlü bilmediğim ve öğrenmek için can attığım insanların sokakta oluşturdukları uğultu

3-kendi zihnime hücum eden cümleler


sivrisineklerin sesi aslına bakarsanız geçmişimde kalmış ve vücudumun her yerinden kan alan insan temsilinden başka birşey değil. 


halen ara, sıra aklıma geliyor olmaları ve vücudumun farklı yerlerini ısırmalarına izin vermem büyük bir rezaletten başka birşey değil. 


o yüzden derhal onları unutup, ya da bir süre onlara izin verip sokaktaki seslere bırakmak kendimi, daha huzurlu kılıyor bütün bir bedenimi. 


kendime hücum eden cümlelere ise karşı koyabilmek na mümkün. 


sivrisineklerden daha kötü bir duruma 'sokuyorlar' beni. 


'eşyalarını toplayalım da git artık, 


gerçekten yardım edecek misin eşyalarımı toplamama?


evet edeceğim, biz düşman değiliz'


hayır hayır bu cümleleri duymak istemiyorum. 


'oradaki gezegene tekrar aşık oluyorum galiba, saflığını kaybetmemiş ve hiçbir astronotun ayak basmadığı bir gezegen'


hayır, hayır. 


durman gerekiyor, karanlık tarafını göremiyorsun. 


'sen beni sevmedin ki, sen bana muhtaçtın ve ben sana sadece yardımcı oldum'


lütfen. 


'telefon numaranı yazar mısın şuraya?'


of büyük bir rezaletti. 


kendi numaramı unutup, onun numarasını başkasının rehberine kayıt etmek. 


'o kadar oldun işte'


o kadar olmak ne demekti ki? 


nereden zuhur etti bu cümle şimdi mesela? 


'hayalindeki arabayı aldın, 

evini kiraladın, 

işini kurdun, 

askerlik yakın, 

işte toplumun istediği adam olabileceğini de kanıtladın.'


peki ya şimdi kendi olmak istediğim adam olabilecek miyim? 


ya tezer özlü gibi olursam? 


gerçekten sadece toplumun ve yaşıtım kadınların beni tamam görmesi için mi yaptım bunları? 


bir hank moody çıkmayacak mı benden sahi? 


'seni deviren o yumruğu hatırlıyor musun?'


hangisini hatırlamam lazım. birden fazla yedim şu 30 kiloluk bedenime yumrukları. 


'o çok sevdiğin ve gözlerinde geleceği gördüğün çocuk ne oldu?'


inan bana bilmiyorum, birçok hayali çöp oldu sanki. 


bir şekilde diri tutayım derken, kaza geçirdi. 


'deme öyle kadıköy'de sahne alacaksın sonunda, mini cooper ile gireceksin o sokağa sonunda'


araba umrumda değil, kadıköy'de sahneye çıkmak ve sonrasında iki çıtır kız götürmek güzel fikir. hem de en yakın arkadaşım ile. 


'insanları eğlendirmek için, şaklaban rolü yapmaya devam edecek misin?'


hayır yapmayacağım, geçen gün kendi hikayelerimi ve denemelerimi okudum da, zaten aklı olan insanın eğlenmeye geldiğini sanmam. 


onlara sadece bir avuç intihar verebilirim. 

ve kızdıkları zaman kendilerini tokatlamaları için sebepler, sadece karşılarındakine zarar vermesinler. 


'peki onlar bunu isteyecek mi?'


bilmiyorum ve umrumda değil. 


'umrumda olan nedir?'


bilmiyorum. 


fakat mal varlığım arttıkça biraz daha toplumsallaşıyorum ve bu bana daha çok acı veriyor. 


3-4 ay önce ile şuanım arasında çok fark seziyorum. 


kimine göre muhteşem iken bana göre bir 'hırs' sonucu oldu. 


eyüp kıssasında anlatılan ben ile bunun bir alakası kalmadı artık. 


sadece geçmişimle yüzleşmek istiyorum. 


artık istediğim birçok şeye sahip oldum. 


iyi bir evlilik adayı, iyi bir iş, iyi bir araba, kardeşlerime iyi 2 konsol, anneme bir güleryüz ve babama 2 forma. 


peki ya ben ne olacağım? 


toplumsal intiharım tamamdır artık. 


bireysel intiharım peki? 


yine birinin elimden tutmasını mı bekleyeceğim? 


geçirdiğim küçük bir kaza ve hastanede 2 gün bile beni bana dönüştürmeye tekrardan yetti. 



çocuğuna her istediğini para ile alabilen bir orospu çocuğu olmak güzel mi? 


yoksa kitap çaldığım günleri mi özleyeceğim? 


ucuz airbnb anıları? 


bilmiyorum. 


fakat şunu biliyorum ki, 


tanrıya şükredip geri uyumam gerekiyor.


https://open.spotify.com/track/73XFglLyINF0TqXMt0oyBE?si=Sduawa8VQm6_oTkoUA6SNQ

1 Ağustos 2024 Perşembe

bugün, en sevdiğin...






 bugün en sevdiğin poğaçayı aldım, 


sahile indim, denizi benden daha çok severdin. 


bir tane kamp sandalyesini taşımanın, iki tane taşımaktan daha ağır geldiğini farkettim. 


yolda iki poğaça almak istedim, zam gelmiş. 


bir poğaça bir simit almak zorunda kaldım. 


en sevdiğin şarkılardan birini açtım, dibimde biten karga için parçaladım simitimi. 


kim bilir kaç yaşında, ayağı da buruk.


diğerleri de geldi hemen. 


onları da besledim. 


baktım simit bitmiş, tek poğaça ile idare ettim. 


sıcak ve kaşarlı. 


bugün sen gibi hissetmek istedim. 


senin zevkine göre giyindim, 

tek olmaktan korktum, 

herkes bana bakıyor zannettim. 


1 numara olmak istedim oturduğum sahilde, 

herkes benimle ilgilensin, 

hayvanların bana heidi muamelesini yapmasını diledim. 


kendi kendime yalanlar söyledim,

sindirella gibi hissettim, 

bir süreliğine sen olmaktan çıktım, 

'yalan söylüyor yine' dedim. 


yine döndüm sana, 

çantama baktım kitap okumak için. 


yoktu. 


sen olduğumu unutmuşum. 


ben kitaplarda ararken gerçeği, sen çoktan toplumun gerçeğini kavramıştın. 


okuduğun bir kitap olsa bile, satır aralarında kendini arardın. 


hayatı biliyorsun ve kurtulman gerektiğini biliyorum. 


birşeyler ile oyalanayım diye düşündüm, 


ama biliyorum ki telefondan başka bir uğraş mümkün değil ben, sen iken. 


bir yetenek kazanmak için çabaladın mı bilmiyorum bile. 


zaten çok sıkılırdın sen, 

sen olmaktan bile. 


ya ben, nasıl sen olayım bu halde bile? 


başkalarını düşündüm. 


aklım geçmişe gitti. 


senin geçmişi, gelecekten daha çok sevdiğini bilirdim. 


çünkü gelecek senin için aydınlık değildi. 


bu yüzden onu sevdiğini söylemedim sana. 


beni bıraktığın zaman geçmişine döneceğini biliyorum. 


geçmişinde ki erkeklere, geçmişinde ki mekanlara, geçmişinde ki işlerine, geçmişinde ki dizilere ve geçmiş diğer şeylere. 

zira geçmişte parlak zannediyorsun kendini, öyle hissettirmişler sana. 

benim geleceğim de ise bir böcek olarak kalmayı hakediyorsun. 

ve böcekler yakında ucuz et olarak satılacak, çoğu erkeğin midesine. 


ben yükselirken yukarıya, sen gireceksin küçük bir deliğe. 


senin için bir labirent gibiymiş meğer, 


şimdi anlıyorum nasıl kaçmayı düşündüğünü fakat yolunu bulamadığını bir türlü. 


aramak istiyorum, 

yazmak istiyorum, 


'nasıl böyle pespaye olabildim ben, sen iken anlamadım' demek için. 


fakat 'geçmiş' olmak için biraz daha beklemenin iyi olacağını düşünüyorum. 


2.saati deviriyorum sen olmaya çalışırken. 


sadece oturuyorum ve kendime yalanlar söylemeye devam ediyorum. 


'herşey çok güzel olacak' diyorum bir çaba göstermeden, 


'acaba o çocuk beni arayacak mı?' diyorum ben hala seni severken, 


'kilo mu aldım' diyorum kendi kendime, 


sokaktaki açları görmeden. 


unutuyorum bir süreliğine dünyanın tüm dertlerini. 


zira hiç dert etmemiştin, kendinden başka kimseyi. 


yanda ki kadının ağladığını gördüm bunları düşünürken, 


kalkamam yerimden, başkalarına

'ben üzüleceğime onlar üzülsün' derken. 


bir terapi seansına gitmem gerek diye düşünüyorum, 

işte bu kadar anlamaya çalışıyorum seni sen olmaya çabalarken. 


gidip tedavi olmalıyım, 

biraz unutmayalım beni. 


denize girmek istiyorum ama orada seni taklit edemem diye korkuyorum. 


hatırlıyorum bikinini, 

arkası açıldığında ne kadar korktuğunu, 

boxerımı kaybedemem denizde, sen olacağım diye. 


bitiyor kahvaltım, 

bugünde kendimi sayende kandırdım. 


keşke arabamı alsaydım yanıma, 

sen epey severdin, 

mini bir cooper aldım bu arada. 


sağ koltuktan üstüme çıkar, 

sevişirdik. 


tebdili mekanda ferahlık vardır diyerek, 


beraber boşalırdık koltuğa. 


4 saat oldu, 


kalkmam gerek. 


keşke kitap sevseydin, 

biraz daha sen olabilirdim, 

başlarda sadece 'melankolik' ve 'hoş bir hayalci' olarak görmüştüm seni, 

ama bu kadar boş ve başkalarının çalıştırdığı taklitçi bir kafa, başımı sızlatıyor,

bakmam gereken çocuklar ve yeni biri var hayatımda. 


sahile veda ediyorum, 


ya da sana bilmiyorum. 


kime elveda diyeceğimi bile bilmiyorum, 


gerçekten kendime mi? 

sana mı? 

bana eşlik eden denize mi?


tek bir tane kamp sandalyesini taşımanın iki tane kamp sandalyesini taşımaktan daha ağır olduğunu tekrar anımsıyorum. 


sen sen olsan, 

tek başına inemezdin buraya biliyorum, 

aslında hatayı en başta yapmışım, 

ben seni hiç doğru yaşamamışım.

31 Temmuz 2024 Çarşamba

iç çamaşırının içindeki amerika




geçmişteki bütün kız arkadaşlarıma her zaman kıyafetler almışımdır. 


onların tarzını yeniden yaratmak benim ellerimi kavuşturarak yaşadığım tek zevkim. 


bunu zaman zaman iç çamaşırları için de yaptım. 


bana güzel görünmeleri için değil, kendilerini daha hoş hissetmeleri için yaptım, özellikle bu iç çamaşırı işini. 


daha seksi hissetmeleri benim için her zaman bir avantajdır. 


benden ayrıldıktan sonra giymeye devam ederlerse de hem partnerlerine gitmeden ben hatırlarına düşerim, hem de zavallı çocuk bilmez o iç çamaşırlarında genlerimin dolaştığını. 


onlara dokundukça bana dokunur, 

onlara dokundukça tiksinti duyar, 

eğer sezer ise 1-2 aya onun içinde eski olur kız arkadaşım. 


daha önce ayak bastığı yerde gizliden gizliye iz bırakan amerika gibi hissediyorum bu durumlarda. 


herkes farkında kalan izlerin, 

hatta bazen 'amerika burada kalsaydı daha iyi mi olurdu' diye   düşünür o ülke insanları. 


aynen öyle izler bırakmayı severim insanların hayatında. 


ama izleri yalnız amerika bırakmıyor. 


amerika'da bazen yaralanıyor.


yaralı bir amerika'ya benzemek istemem, yarasız olana da benzemek istemem. 


önemli olan amerika'ya benzememetir. 


ama o topraklardan gittikten sonra bile 'amerikan mandası olarak kalsaydık daha mı iyi olurdu acaba?' hissiyatını insanlara vermeyi seviyorum.


ırak mesela? 


bu düzensizlikte, alıştığı düzeni arzulamıyor mudur? 


libya gençleri kaddafi'yi yerde döve döve öldürdükten sonra hiç mi özlemediler sizce kaddafi'yi? 


her ayrılık geçici bir süre mutlu eder fakat sonrasında herkes özler kendi saddamını. 


zira yaratılan düzenden sonra gelenler dikiş tutturamaz bu diktatörlüklerde. 


yerde kalan taş parçaları hatırlatır karanlığı


yıkımdan başka birşey bırakmaz amerika. 


benden kalan enkazlarda bunlar olsun isterim. 


iyi bir performans, 

iyi iç çamaşırları, 

ve bedene öğretilen bilgiler. 


bana kalan enkazlar ise bu yazının konusu değil.


ben kolay kolay enkaz devralmam.


enkazı da çabuk kaldırmaya çalışırım. 


böcek gibi hissetmeye çalışırım eskileri. 


emin olduğum gerçeklikler ile karşılaşınca hasarlarım ağırlaşır sadece. 


değerli sandığım insanların değersizleşmesi, amerikanın afganistan için o kadar uğraş verip hiçbir şey alamaması ile aynıdır benim için. 


amerika bir komünizm korkusu ile girdi afganistan'a. 


fakat biliyordu oradan çıkamayacağını. 


hiç uygun bir toprak değildi ona. 


cihatçıları kolay kolay karada yenemezdi, ya onları ikna edecekti ya masrafa girecekti. 


masrafa girdiler, sonradan zararlı çıktılar. 


benimde hasarlarım hep böyle olur. 


bazı şeylerden emin oluyorum, 

bunu o insana/insanlara söylüyorum, 

ciddi bir şekilde yalanlanıyorum, 

ama günün sonunda haklı olan ben oluyorum. 


kırgın bir amerikalıya dönüyorum günün sonunda. 


FBI ajanı gibi:


'biliyordum bunu'


'biliyordum bu çocuk ile iletişime geçtiğini'

'biliyordum ailenin böyle olduğunu'


'biliyordum bunun ile işbirliği yaptığını' diye kendi kendime konuşuyorum günün sonunda.

fakat dinmiyor hevesim günün sonunda. 


yeni topraklar keşfediyorum, 

sürülmemiş. 


farkedilmemiş, 

ya da hiçkimse göz koymamış. 


merak ediyorum giydiği iç çamaşırını, 


'bundan ne çıkar acaba?'


merakı ile bakıyorum. 


hazırlıyorum yine silahlarımı, 

sahip olmak için hazineye. 


gözlüyorum, 

eşeliyorum,

bekliyorum, 

arzuluyorum, 

heyecanlanıyorum. 


kimsenin tepkisini almayacağım bir zamanda dalıyorum. 


yine karanlık bir sokağı aydınlatmaya çalışıyorum, 


yine güzel bir iç çamaşırı deseni düşünüyorum, 


yine istediğim gibi giydiriyorum, 


ve yine bitiyor sömürü çabam, 


tüm şüphelendiklerim ile kalıyorum, 


tüm enkaz ile uğraşıyorum, 


gece gündüz. 


sömürüden kurtulup yeni diktatör arayanlarıma bakıyorum, 


ve gülüyorum, 


benim topraklarıma, 


tekrar el koymaya çalışırken, 


rezil dünyanın, 


avanak cesareti olan, 


halkın yalanlarını yiyen


yeni diktatörlerine.

23 Temmuz 2024 Salı

otel


+iyi ki çocukları yapmışız en azından

-çok mu çalışıyorsun, gitsene eve karın özlemiştir seni

+yok be abi ya, nerede o vakitler. aletim bile çalışmıyor artık. 

-hahahhahaha

böyle bir sohbetin ortasında bulmuştum kendimi
'kimsesizler oteli' belgeselindeki gibi bir otelde kalırken. 

tek başına kahvaltı ediyordum.

televizyonda nat-geo karınca belgeseli, ben ve aleti çalışmayan adam ile arkadaşı. 

bazen oteller beni neşelendiriyor, 

kimlerle kaldığım, 
ne geceler yaşadığım geliyor aklıma. 

bazen ise hüzünlendiriyor, 

kimlerle kalamadığım, 
neler yapamadığım geliyor aklıma. 

bir 'savrulmuşluk hali' içerisinde hissettiriyor bazen bana bu durum. 

evsiz, yersiz, yurtsuz. 

bir kız giriyor kahvaltı salonuna, 

sol kolunda 'raskolnikov' yazıyor. 

gece sarhoşluğu ya da sabah uykusuzluğu (ikisi de aynı şeydir nereden bakarsan bak) yüzünden rimeli de dağılmış. 


ona dönüp selam vermek istiyorum. 

dışarıda görünenin aksine çok çekingen bir adamım. 

konuşamadım. 

belki de bu yazının, bir kadın ile ilgili olmasını istemedim. 

ya da bir merakın beni sürükleyeceği şeye dair bir enerjim yoktur artık. 

her anlatılan hikaye, 
bir kadına dokunuyor gibi görünsede pek öyle değildir aslında. 

'gizli özneleri , nesneleri ve kendini farkedenler için ne ibretler vardır'

geçen dinlediğim bir programda diyorlardı ki:

'erkek kadınların hayatını anlamlandırmak için vardır.'

o cümle geliyor aklıma. 

belki de o kadar da anlamlandıracak bir hayatı yok, 

hayatında sadece suç ve cezayı okuyup:

 'aa okuduğum ilk ve tek kitap hadi gidip bedenime dövmesini yaptırayım' demişte olabilir. 

hayır bu sefer bu yazı bir kadın ile ilgili olmayacak, 

ya da anlam aramayacağım kimsenin hayatında, 

ya da anlam olmayacağım okuyanlara. 

hep bir hedef için yazdım, 
hep bir dokunuş için yazdım, 
ya kendime ya da başkalarına. 

sanki elime kalemi alınca peygamber oluyormuşum gibi. 

kalkıyorum salondan, 
odaya dönüyorum. 

tame impala açıyorum. 

borderline en sevdiğim şarkıları ama 'let it happen'ın 4:05-05:00 arasına bayılıyorum bu aralar. 

hazırlanıyorum, 
otobüse biniyorum. 

tame impala mı daha iyi otobüsün retarder sesi mi ayırmak çok zor benim için. 

ne güzel tek şeritten gidiyor otobüs. 

kendi yolunda. 

'kendi yolunda gitmeyen savrulur' diyorum içimden. 

çok romantik bakıyorum bazen hayata. 

halbuki iflahı sikilmiştir şöförün yorgunluktan. 

dümdüz yolunda gidiyor işte. 

beni de evime götürüyor. 

çok acı. 

her başladığım yolun bir şekilde evde sonlanması. 

yolda nasıl maceralar olduğunu biliyorum halbuki. 

biliyorum başıboş olmanın bazen hatta her zaman ne kadar güzel olabileceğini.

biliyorum o kızın dövmesinin de bir hikayesi olduğunu, 

'aletim çalışmıyor artık' diyen adamın gülerken üzüldüğünü, 

şöförün arabayı düzde tutmak için, hayatını düz tutmasını gerektirdiğinin bilincinde olduğunu, 

hepsinin kendini kahraman zannettiğini biliyorum, 

onları kahramanlaştıracak kişilere ihtiyaç duyduklarını da biliyorum, 

peki bir insan bir insana bu duyguyu tattırmalı mıdır? 

onu kahraman gibi hissettirmeli midir? 

sevgisini ve merakını gösterip tüketenlerin sonu ile aynı mı olur herşey? 

bu zincirin halkalarının biriyim bende. 

belki birinin kahramanıyım, belki biri benim yüzümden çok değerli, çok kahraman gibi hisseden biri. 

dışarıda yağmur başlamış, 
ben bunları size anlatırken. 

'çok kalabalık be istanbul' diyor bir amca. 

aslen trabzonluymuş,buraya göç etmiş. 

kalabalık diye şikayet ediyor. 

yeni anne olduğu olan biri ise çocuğunu susturmaya çalışıyor, 

bir genç kız ise otobüste yerde oturmuş etrafını izliyor. 

biri, çoktan ayrıldığı sevgilisinin neden o çocuğu geri takip ettiğini sorguluyor. 

hepsinin bir hayatı var elbet. 

otelde gördüğüm kızdan daha karmaşık belki. 

peki benim yazmaya devam etmek için hepsinin hayatını bilmem şart mı? 

hepsini satırlarımda doğramak istemek doğal mı? 

onları başta kusursuz görüp, çatlaklarını farkedince onlardan, sevgililerden uzaklaşmam normal mi? 

bilmiyorum. 

ineceğim yere gelmişiz, 

en iyisi inmek ve biraz ıslanmak. 

herkesi hikayesine ve yaşayışına bakmadan ıslatan yağmurun altında. 

'yağmur'a.



 

16 Temmuz 2024 Salı

potansiyel ziyanları 4/son



kapı deliğinden onu izlemeye devam ederken farkettim ki artık onda onu değil kendimi görmeye başlamışım. 


onu artık bu kadar istemememin sebebi kendimden başka birşey değil. 


yatakta sadece misyoneri sevmesi değil, 

geceliğin ona yakışması değil, 

beni aldatması ya da teşebbüs etmesi değil, 

'sen nasıl erkeksin bir yer bile bulamıyorsun sevişmek için' demesi de değil, 

ilk cinsel deneyimini yaşattığı erkekler de değil, 

kendisini istemeyenin peşinden koşması

sigara içmesi, uyuşturucuyu merak etmesin bile değil. 

bunlar zaten çok genel. 


kendimi ve yitip giden zamanlarımı görmem.


gözgöze geliyoruz kapı deliğinde. 


sanki gözlerinin karasında kaybolmaya başlıyorum. 


çocukluğumu hatırlıyorum birden. 


ninemin ve dedemin elime soğuk su bile dökmedikleri güzel günleri,

futbol spikeri olma hayallerimi, 

mahallenin efendi çocuğu olduğum zamanları... 


şimdi ne oluyor da bu hallere evriliyorum? 


kim koydu odama bu kadar kitabı? 


kim yerleştirdi zihnime yazarlıktan para kazanma gibi bir hedefi bilmiyorum. 


onun gözlerine bakmaya devam ettikçe kayboluyorum. 


eriyen giden zamanım beni korkutuyor artık. 


elimde bir değnek olsa belki, 


ne yağmurlar yağdırmak isterdim ne de tüm gündüzleri yazmak için gecelere çevirmek. 


sadece acının geçmişini silmek isterdim. 


onun içinde kendim içinde. 


hayır yapmayacağım, 

telefonu açmadığım gibi kapıyı da açmayacağım. 


elbet gidecektir. 


gidene kadar da izleyeceğim. 


bana beni bu kadar korkutucu hale getirmesini anlayamıyorum onu izlerken. 


peki ya o beni izlerken korkuyor mu? 


bilmiyorum. 


göksu'nun o gün masada söylediği çocuk ile ilişkisi olduğunu duymuştum. 


et olarak kullanmış çocuk. 

çok güzel kullanmış 1-2 ayda. 

olması gerektiği gibi, 2 aydan fazla dayanması zor biriydi zaten. 

aferin sana çocuk. 


yeni neslin en büyük problemi. 


hemen bedenini teslim etmek. 


erkek uğraşmazsa, aşık olmaz. 


ya da kızın uğraştığını sezmezse. 


arkadaş olmak istesem, anlatırdım ona bunları. 


ama artık mutlu olmasını bile istemiyorum. 


umarım reyhan gelmeden gider. 


biraz iyilik yaptım ona, biraz da kötülük tabi ki. 


herhangi bir insan gibi. 


hem kendimi hem seni güvende ve sağlam hissettirmek isterdim ama hayat her zaman istediğin gibi ilerlemiyor. 


halen bekliyor beni kapıda,açmayacağım.


açmayacağım ama sesimi de çıkarmayacağım.


bana hiçbir şey katmadı neredeyse, hakkını yemeyeyim öykülerime, yazılarıma birkaç kez ilham olmuşluğu var. 


ondan geriye kalacak olan tek şeyde kelimeler. 


ve yatakta arzuladığım arkadaşları. 


google'ın ara sıra hatırlattığı fotoğraflar. 


onları yazmakta muhakkak bana zevk verecektir. 


umarım öğrenmez, bilmez. 


göksu'ya yazdıklarımı ve aldığım cevabı. 


iki karaktersizin birbirine yalan söylemesi en doğalı olacaktır. 


sırtını döndü gidiyor, gittiğinde açacağım kapıyı. 


son kez kokusunu sezmek için. 


sayıların değişmesini izliyorum hayatımda, 


yaşımın her saniye ilerlediğini biliyorum, saatin sesini duyuyorum, gökyüzünün kararmasını görüyorum ve günlerin sevgilimin gittiği gibi gitmesini. 


en son ne zaman bu duyguları hissettim bilmiyorum. 


belki de ninem öldüğünde. 


reyhan geldi, umarım karşılaşmamışlardır. 


birşey yok gibi davranıyorum, 'kapı önünde bekliyordum seni' yalandan. 


mutlu olsun diye. 


geceliği giyecek zira. 


o gitti, 


belki değişecek artık. 


en azından benim kadar yükselmeye çalışacak. 


tutunmaya çalışacak hayata. 


mevsimler değişir, o da değişecek tabi. 


aynı kalacak değil ya. 


peki benim düşüncelerim değişecek mi? 


neden aynı kalma korkusunu yaşıyorum? 


yaşlanınca böyle olmak istemem, değişmek şart. 


gözlerimi kapatıyorum, 

gözüm yine kapı deliğine gidiyor. 


apartmanda saklanıyor sanki, çocukluğum. 


bir alt katta, ailesinden gizli oyun oynayan çocuk oradaymış gibi. 


daha masum duygular ile yoğurulurken çıkıyor sevgilim karşıma. 


o yaşta tanışıyorlar ne güzel. 


neden düşüncelerim hemen sana dönüşmek zorunda? 


başka birini yazsam, düşünsem olmaz mı? 


onu yazdığım dönemler çok hoşuna giderdi herşey. 


değerini gözümde yitirdiği günden beri ise, sadece kötü manada bir ilham oldu bana. 


ilk ayrıldığımızda çok kötü zamanlardan geçiyordum.


kötü denilebilir mi bilmiyorum aslında, 


aylak aylak gezebiliyordum,

üretebiliyordum, 

istediğim konserde, 

istediğim tiyatroda, 

istediğim otelde bulunabiliyordum.


asıl şimdi mutsuzum. 


zira üretemiyorum. 


hâlen öyküm bitmiş değil, 

en melankolik öyküm, 

'hayatım.'


belki o bitti bitecek. 


son satırı muhakkak ki:


'yağmura çok teşekkür ederim, 

bugün sadece cesedime yağdı'


olacak. 


ya da gidenlerin ardından, 


'herşeye rağmen güzel bir yazdı'


diyeceğim. 


acı geçmişi değiştirmek isterken bile sevgi görmüyordum yaz öncesinde. 


şimdi yanımda iyi ve güzel bir kadın var. 


daha iyi sevişiyor, 

daha iyi yemek yapıyor

ve 

daha önemlisi


okuduğum kitapları, yazdığım yazıları merak ediyor. 


bunlar beni mutlu etmeye yeter mi bilmiyorum. 


ben kapı deliğinden baktıkça sadece kendimi görüyorum artık. 


onu değil, onunla yaşadıklarımı değil. 


zavallılığımı, 

haykırışlarımı, 

çabalarımı, 

geçmişimi,

kötülüğümü, 

iyiliğimi,

baskıyı. 


bulunduğum saçma ortamları, 

4 yıllık bir vakit kaybını, 

ailemi, 

yakınlarımı, 

anılarımı, 

hırsızlıklarımı, 

çocuklarımı, 

açlığımı, 

çılgınlığımı... 


onu görmeye başladığımda ise, 


yalnızlığını, 

göksu'yu,

bedenini, 

ilgi arzusunu, 

kafasının içindeki boşluğu, 

bağırışlarını, 

amaçsızlığını, 

düşüşünü

ve

ne kadar beni alçaltsada yükselişimi

görüyorum.


gitti. 


televizyonun karşısına geçmek en iyisi olacak. 


beynimi boşa aldığımda hep bunu yaparım. 


ama bugün pek boş durmam mümkün değil. 


geçen gün bir arkadaşımı kaybettiğim geldi aklıma, 



bir aptal gibi işaretlere kör kalmıştım, gözüm boyanmıştı aşktan ve tutkudan.


boşlamıştım onu son günlerde. 


hayatımın satır aralarını okumayı es geçmişim, hep ana temaya yüklenmişim o zamanlarda. 


onu gördüğüm son gece ile sevgilimi gördüğüm son gece arasında ne kadar fark var. 


biri bana sarılırken;


'sabahlar dostum, evet onlar iyi ama bu geceler günlerden daha zor' demişti. 


onun için geceleri gündüz, gündüzleri geceleri yapmak isterdim. 


sevgilim ise bana kötü anılar dışında güzel bir cümle bile bırakmadı. 


reyhan sesleniyor içeriden. 


tam istediğim gibi olmuş. 


ama uyuyacağım, 

üzgünüm, 

bu gece kendimden kaçmam lazım. 


peki ya rüyalar? 


bu gece rüyalarıma kim girecek? 


giden dostum mu? 


yoksa pek de iyi davranmadığım eski sevgilim mi?

12 Temmuz 2024 Cuma

potansiyel ziyanları/3

 




(öykünün ilk 2 kısmına anasayfadan ulaşabilirsiniz. 4 ya da 5. bölüm ile biter..) 



'sindirella kompleksi' diyorlar. 


içinde bulunduğu koşullardan, sorumluluklardan kaçmak için karşısına çıkan, küçücük bir ilgi görse bile onlara kanıp birden kendini erkeğin yatağında bulan kadınların bu durumuna. 


bir kurtarıcı, bir beyaz atlı prens ararken rezil olma hali. 


yalnız olmaktan nefret ederler, adeta deriye temas etmeden yapamazlar, ilgisizlikten korkarlar ve hep bir erkek ile yaşamak isterler. 


arada 'ben ilişki istemiyorum' bahaneleri ile kandırıp dururlar kendilerini. 


kısa süreli bir sevgi bombardımanına maruz bırakırsanız bunları, ertesi gün çıplak görebilirsiniz.


değersiz hissettiği zaman, bir kadınla öylesine konuştuğunuzu gördüğü zaman, kendisinden daha güzel biri ile arkadaş olduğunuz zaman cinnet geçirirler. 

intikamları ise bedenlerini size sunarak alırlar. 

yine böyle bir sebepten aradı beni galiba, değersiz hissettiği bir dönem. 

duygusal boşluk. kullanışlı. 


artık ilgimi çekmeyince, üstüne üstlük dün gece olanları görünce sıyırmış olmalı. 


evden çıktım, yürüyorum. 


fakat yanına gidip gitmeme konusunda halen kararsızım. 


ne hissettiğimi de bilmiyorum, dükkanın camındaki yansımada yüzümün donukluğu bana bile korkunç geliyor. 


kaybolup giden sesleri duyuyorum caddede, 

yağmur gibi: karanlık ve fısıltılı. 


hiç melek yok, herkes insan bu sokaklarda. 


onun yanına bir telefon ile gitmektense, kafede oturup öykümü tamamlayabilirim, ya da orhun'u arayıp daha kaliteli bir vakit geçirebilirim. 


şikayet dinlemek istemiyorum artık kimseden, benim hakkımda. 


en suçlu benim zira, biliyorum. 


beni gidip arkadaşlarına anlatabilir, ben olmadan. 


reyhan'ı evde bu yüzden mi tek bıraktım? 


nefis sırt, güzel göğüsler. 


umarım geceliği giyer. 


şahsiyete ihtiyacı var biraz sevgilimin, geceleri düşündüğü şeyleri değiştirmeli. 


insanın şahsiyeti geceleri ne düşünüyorsa, yalnız kaldığında kendine ne diyorsa odur.


toplum içinde hepimiz maske takarız.


arıyor yine, gitmeyeceğim vazgeçtim. 


böyle yapmam onu düşündürür. 


gitmeyeceğim. 


güzel bir ilişkinin başlangıç evresindeyim, görmek istemediğime karar verdim. 


vardır etrafında başka erkekler, ilgi isteği bok gibidir. 


sinek seçmez. 


onlara kussun dertlerini, kötülesin beni. 


'4 yıl bana neler yaptı'


ne yaptım? 


en sevdiğin pozisyon misyonerdi işte, sıradandın. 


oturdum bir yere, etrafı izliyorum. 


gözüme birini kestirip dinliyorum, belki birşeyler yazarım. 


tesadüfen orhun'u görüyorum, aramaya gerek kalmadan yanıma geliyor. 


öykümü sonra yazarım. 


göksu gibi tipler bana ilham veriyordu yazma konusunda, çok üzgünüm bir daha onu göremeyeceğim için. 


orhun'a anlattım yine herşeyi. 


sevgilimi görmek istemediğimi, reyhan'ı, geçen restaurantta olanları... 


'uyumsuzsun' dedi. 


'değilim' dedim. 


'öylesin' dedi. 


'belki insanlar birbirine uyum isteği ile aptallaşıyor' dedim. 


'herkesin burnu bile aynı baksana. bu nasıl bir uyum?'


'hayır, kadınlar ile ilişkilerde uyumsuzsun' dedi. 


'seni anlamakta zorluk çekiyor olamazlar mı?' diye sordu. 


bak bu konuda haksız değildi galiba. 


ama haklıda değildi. 


evet sadakat konusunda haklıydı, geçmişte kendi seviyemi görmek için bir şeyleri zorladığım doğruydu. 


hiçbir şey yapmıyordum. 

konuşuyordum sadece, formuma bakıp asıl amcığa geri dönüyordum. 


ben darlanmaya gelemiyordum, gereksiz kıskançlık beni boğar. 


ilişkinin değeri düşer, rekabet hissetmeye başlarım. 


peki sevgilimle aramdaki duygu bu olabilir miydi artık? 


'rekabet' 


hiç sanmam.


o öyle olabilir. 



4 yıllık ilişkimizin hemen bitiminde, biriyle beraber olduğunu duymuştum. 


sindirella. 


erkekler için et parçası olmaktan kurtul. 


erken biter ilişkilerin yoksa. 


o yüzden arıyor şimdi beni, umrumda değil diyorum orhun'a. 


'aferin' diyor. 


eve gitmek istiyorum, 


beni bekliyor parçam. 


zili çalıyorum.


reyhan çoktan gitmiş, bu gece 31'i tercih edeceğim. 


yatağa geçtim. 


gecelik duruyor, kaç kadın giydi acaba bunu? 


oscar wilde bile giyer bunu benim için. 


eski sevgililerimde onlara aldığım iç çamaşırlarını giyip, başka erkekler ile kıyaslıyolar mı acaba beni? 


'Söyle bana şimdi, bebeğim, o sana karşı iyi mi?


Sana yapabilir mi o

benim yaptığım şeyleri? '


diyor Bruce Springsteen. 


neyse. 


bir not iliştirmiş yatağa reyhan. 


'potansiyel ziyanısın' yazmış. 


neyden korktuğumu iyi öğrenmiş.


sevgilimden daha iyi. 


balzac hakkında ilginç birşey okumuştum. 


taşakları şişene kadar sevişirmiş, fakat boşalmazmış. 


'bir roman daha heba edemem' dermiş. 


belki de böyle bir şeyi kastediyor reyhan. 


ya da daha iyisini yapabileceğimi düşünüyor. 


parasal olarak potansiyelimin en zirvesindeyim, kültürlü bir aylağım. 


ama ya diğer şeyler.


ergenken erkin koray posterini çaldığım o kız. 


potansiyelimi belki en iyi o biliyordu. 


ne yapıyor acaba şimdi?


ya akademi hayallerim? 


hank moody gibi olup, üniversiteli çıtırları götürecektim belki. 


bu kelimenin beni nasıl tetikleyeceğini iyi öğrenmiş reyhan. 


'komplekslisin' demek kadar beni tanımayan, 'başarılısın' demek kadar ego zedelemeyen iki kelime. 


'potansiyel ziyanısın'


bu gece sikim kalkmaz. 


geçmişe takılı kalmak potansiyelimi ziyan ediyor belki de. 


takılmamak lazım. 


mutlu taklidi yapmamak lazım en azından ciddi bir şekilde dalga geçmeden konuşmalıyız.


eskiden mutsuzken üretebilirdim, şimdi yok. 


ya eskiden mutsuz değildim, ya da şimdi gerçekten mutsuzum ve üretemiyorum.


seinfield açıyorum yine kafamı boşaltmak için. 


yanlış bir bilgi geçiyor dizide. 


elaine banes tolstoy'un savaş ve barış kitabı için verdiği bilgi yanlış. 


o kitap için ilk düşünülen isim 'iyi biten herşey' idi. 


kapının zili çalıyor, delikten bakıyorum 'reyhan' geldi zannediyorum. 


hayır. 


sevgilim gelmiş. 


sevgilim demek çok tuhaf. 


eski sevgilim diyeceğim, yenisi var gibi zira artık. 


saygısızlık etmek istemem ona. 


delikten bakıyorum, öfkeli. 


çünkü ekildi. 


o da delikten bakıyor. 


bakmaya devam etsin. 


ben düşüşünü, o ise yükselişimi izleyerek devam edecek. 


kapıyı açsam mı diye düşünmeye devam ediyorum, yine çalıyor zili. 


geceliği ilk ona almıştım. 


içeri girerse giymeye ikna eder miyim? 


bilmiyorum. 


düşüneceğim.

10 Temmuz 2024 Çarşamba

potansiyel ziyanları/2



(öykünün 1. bölümü için/ https://muhafazakarolmayanblog.blogspot.com/2024/06/potansiyel-ziyanlar.html?m=1 ) 


 -senden nefret ediyorum

+ben etmiyorum

-güzel bir anı olarak kal istiyorum

+ben istemiyorum


böyle bir tartışma ile başlayan gün nasıl güzel gidebilirdi ki? 

elektriklerin kesilmesine şaşırmamak lazımdı. 

'garip bir sabah, yalnız geceden daha iyidir'

 motivasyonu ile hareket edeceğim anlaşılan. 

herşeyi öğrenmiş sevgilim. 

göksu'yu, dövmeci ev arkadaşını ve arkadaşlarını ne kadar sevmediğimi. 

iyi oldu, sevindim aslında. 

geçen ki olaydan sonra vicdanım da pek sızlamıyordu artık. 

olsundu. 

yatakta bastığı için beni, öfkelendi. 

ev arkadaşıyla hemde. 

öfkelenmesi normal, peki ya benim ona olan öfkem normal değil miydi? 

bence öyleydi. 

evden bir hışımla çıktı, saat gece 5 elektrikler kesik.

evden çıkmaya çalışırken yere kapaklandı. 

komikti. 

sırılsıklam olmuştu üstü başı. 

reyhan, yatakta uyuyordu. 

hiçbir şeyden haberi yok olan. 

sevgilim ile ilk tanıştığım an, bütün kadınları ve hayatımdaki tüm stresleri unutmuştum aslında. 

çok yorucuydu ondan öncesi, ondan sonrasının daha yorucu olacağını bilemezdim. 

eski benin, yeni benden daha iyi olacağını bilemezdim. 

"eskiden o kadar da mutsuz değilmişim, sadece öyle hissediyormuşum, bir nevi intiharın romantize edilmesi durumu gibi" dedim reyhan'a

şimdi içerisinde bulunduğum durum, üretmemi bile engelliyor. 

reyhan'ın umrunda değildi bunlar, ya oyun oynamak istiyordu, ya da ağzına almak. 

ikincisini tercih etti. 

boşaldım. 

3 saniye de olsa beynim boşaldı. 

bu sıralar boşalmak daha melankolik yapıyor beni, bilemiyorum. 

belki de durumun ahlaksızlığından olabilir. 

Bukowski'nin bir sözü vardı;

'mutsuz olmayı mutluluk olarak gördüğümden beri mutluyum'

bu sözü uzun süre hayatımda motto yaptım, çok işime yaradı ama dedim ya o zamanlar bu kadar mutsuz değildim galiba. 

kalktım yatağımdan. 

hayallerimdeki kadının gidişini izledim, 

hayatımda şuan var olan bir et parçasının ise yataktaki halini izliyorum. 

bana kahvaltı hazırladı, et parçası. 

sanırsam o gün ona da birşeyler hissettim. 

seviyorum böyle kadınları. 

döndüm yüzümü ona, 

teşekkür ettim, 

teşekkür etti. 

dün gece için. 

'hiç böyle sikilmemiştim' dedi. 

'hem fiziki, hem de duygusal'. 

o da ağlamaya başladı, 

kadınlar hep ağlıyor. 

rahatsız oldum durumdan, 

kalktım balkona çıktım, 

bir sigara yakasım bile geldi, 

ama ben sigara içmiyorum ki. 

böyle gergin anlarda çok tuhaf şeyler yapıyorum, sevgilimin sakinleşmesini beklediğim zamanlarda da bir pastaneye üzümlü kek yemeye giderdim. 

halbuki üzümlü keki sevmem. 

ya da o telaş ile bir filme bilet alır ve 20.dakikadan sonra çıkardım. 

mutsuzluk ve gerginlik vücuda aynı anda yüklendiğinde ise elim ayağım titrerdi,böyle sigara arardım işte. 

telefonum çalıyor, arayan sevgilim. 

+allah belanı versin! 

-amin

+bu kızla nasıl yaparsın bana bunu? 

-göksu ile daha kolay olurdu evet, twitterda yazacak bir hikayesi olurdu 'slay girls'

+dıt dıt dıt

-aloooo

kapandı herhalde. 

bir ünlem, bir soru işareti. 

ve kapandı telefon. 

travmalarım ile ilgili hep şakalar yaptım, 

hep. 

gidip kimseye ciddi bir şekilde anlatmadım. 

bir kere anneme anlatmak istedim, o da sormadı. 

bende odamda ağladım. 

yaşım 27 olmalıydı. 

berbat bir yıldı 2024.

işsizlik, 

ayrılık, 

arkadaş grubunun dağılması, 

bir sürü kadın, 

teyzemden gelen evlilik tavsiyeleri ve daha fazlası.. 

şimdi yaşım 40'ı geçti. 

kendi hayallerimi gerçekleştirdim. 

iyi bir yazarım, 

iyi bir eleştirmenim.

ama beni iyi eleştiren biri neden yok? 

neden bu deliliğim insanlara malzeme olmak zorunda? 

niye iyi anılıyorum hep? 

yazık değil mi şu kadınlara yaptığıma aslında? 

herkesin bilmesi gerekmez miydi bunları? 

bilmesi gerekirdi. 

reyhan ile başlamalıydım anlatmaya. 

'reyhan'

'ben öyle çokta iyi bir adam değilim'

'biliyorum' dedi. 

'nereden biliyorsun?'

'sevgilinin ev arkadaşı ile yattın'

'doğru' dedim. 

güldüm. 

'ilk o benim yarama dokundu, iyi yol kat etmiştim 4 yıllık ilişkide'

'sende böylesin işte, biraz doyumsuzsun, hayallerini gerçekleştirdin, istediğin kadın ile sevgili oldun, potansiyelinin en üstlerinde yine kötü karmayı çektin kendine'

'benim yarama dokunulmadığı sürece kimseye zarar vermek istemezdim'

gerçekten inanarak söylemiştim bunu, 

verdiğim çabayı almak isterdim, 

ama alamıyordum kimseden. 

gerçekten emek sarfetmek, bir ilişki içinde, iş oluş içinde bu kadar zor olmamalıydı. 

gözüm televizyona ilişti. 

koşular başlayacak birazdan, 

emeğimin karşılığını tek alabildiğim canlılar, atlar. 

yine telefon çalıyor, sevgilim arıyor. 

bu sefer açmayacağım. 

bana hep şanssızlık getirirdi, 

kötü zamanlarda olduğum zamanlarda beni araması. 

'ne güzel hipodrom yemyeşil, 

ne güzel atlar pasparlak. 

ne boktan benim hayatım simsiyah,

ve ne kadar da karartmışım pasparlak kızı.'

ilk koşu bitti kazandık, 

son koşu biraz şüpheli. 

son koşumu izleyip ölmek istiyorum. 

kimseye hesap vermeden, 

o rahatlıkla. 

adı üstünde son koşu. 

kaç dost yazdıysan, 

o kadar şanslısın, 

tek yazdıysan risk altındasın.

reyhan hiçbir şey anlamıyor anlattıklarımdan, izlediğim anda ki mutluluğumdan. 

bilmiyor ki anlam dünyamda neler saklı bu oyun için. 

olmasaydılar 27 yaşında intihar etmiştim. 

koşu bitti, 

sevgilim arıyor. 

açsam hayatımı ciddi bir şekilde ona anlatırım aslında. 

açıyorum. 

+konuşmamız lazım, gerçekten. 

-konuşalım. 

+buraya gelebilir misin? 

-uzak biraz, ama gelebilirim. 

+bekliyorum.

dıt dıt dıt.. 

giyindim, bana aldığı gömleği giydim, altıma pantolon. 

serseri gibi değil efendi gibi giyindim. 

çıkmadan reyhan'a, gece için saten geceliği giymesini söyledim.

sütyen ve külota gerek yoktu.

çıktım gidiyorum yanına, bu sefer erkek ismi duymama umuduyla. 


(öykünün devamı için 3.bölümü yazma keyfimi bekleyeceksiniz...) 

27 Haziran 2024 Perşembe

tanrı hepimizden nefret ediyor

 



Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü onun hayal kırıkları olduk, 


Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü sevgiyi ve sevgisini öldürdük, 


Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü onu yalnızlığımızı gidermek için kullanılan bir sevgili gibi kullandık, 


Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü ellerimizi sadece kendimize ettiğimiz dualar için açıyoruz, 


Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü kendimizden başka kimseyi kurtarma derdimiz yok, 


Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü arzularımızı daha büyük kıldık, 


Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü onun adına, yarattıklarına yalan söylüyoruz, 

Tanrı hepimizden nefret ediyor, 

Çünkü şımarık birer çocuk gibi, her istediğimizi yapmasını bekleyerek ona şartlı şükürler sunuyoruz, 


Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü onu romantize edilen, yılda 2 kere mezar ziyaretine gidermiş gibi hatırlanan bir varlık haline getirdik, 


Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü insanların affetmesini onun affetmesinden daha fazla istiyoruz, 


Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü insanların duygularını önemsemeden hareket ediyoruz 


Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü onu bir kez olsun çözümlemeye çalışmadık, 


Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü kolay verdikleri karşısında her zaman şükrü unuttuk, 


Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü biz ondan daha çok başkalarına sohbet duyuyoruz, 


Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü iyileşme umudumuzu onda değil yarattıklarında aradık, 


Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü onun bizlere bahşettiği potansiyeli hiçbir zaman onu etkilemek için kullanmadık, 

Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü kibrimizi kendimizden bile gizlemedik, 


Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü onun yerine herkesten medet umduk, 


Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü kendimize ve ona cimri kaldık, 


Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü haddi aştık, 


Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü ona ve yarattıklarına karşı tutamayacağımız sözler verdik


Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü hem yeryüzünde hem de kendi içimizde duygusal bir bozgun yarattık, 


Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü onun verdiği en temiz duygu olan aşkı hem onu anlamak için kullanmadık, hem de yarattıklarına karşı kirlettik, 


Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü hem ona hem de yarattıklarına hem de kendimize defalarca yalan söyledik, 


Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü ihanet ve hainliği şiar edinenlerle hareket ettik, 


Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü onu bir insan kadar sevmedik, 


Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü onu 'doğru kişiyi' aradığımız kadar aramadık, 


Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü ona içimizi bir terapi seansı kadar açamadık, 


Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü başkalarının bizi mutlu etmesinden daha fazla medet umduk, 


Tanrı hepimizden nefret ediyor, 


Çünkü şeytanı ve istediklerini onun istediklerinden daha fazla istiyoruz.


Tanrı yüce sevgisi ile hepimizden eşit şekilde nefret ediyor. 

26 Haziran 2024 Çarşamba

hansel ve gretel



hansel, gratel kötü kalpli cadıdan gerçekten kurtulmayı istediniz mi?


cadının ilk halini anne babanıza tercih ederdim ben.


keşke herkes yüzünü ilk gösterdiği andaki cadı gibi kalsa. 


gitgide kötüleşmeden korusa sevse bizi, ya da bizde sizin gibi farketsek birşeylerin ters gideceğini. 


hansel bana da cadının size kurduğu sofra gibi güzel bir sofra hazırlayacak biri var mı? 

bizim kıtlığımız gıda kıtlığı değil ama olsun. 

ya gratel eve dönüş yolunu bana da gösterebilir misiniz?


en az ikiniz kadar kayboldum ben. 


üstelik tek bir canlı bile yok bu ormanda. 


sık ve karanlık bir orman. 


ekmek kırıntısı saçmayı da unuttum, inanın bana. 


nasıl geri döneceğimi bilmiyorum aydınlığa. 


sizin için aydınlıkta iyi değildi biliyorum. 


sizi öldürmek isteyen anne ve baba bekliyordu sizleri de. 


beni de öldürmek isteyen, 

benden nefret eden insanlar var. 


hepsiyle barışmak zorunda hissediyorum kendimi bazen. 


niye böyle hansel? 

niye böyle gratel? 


siz anne babanızı bile kurtarmak isterken, ben kendimi zor kurtaracağım. 


ekmeği yolda katık ettim kendime, artık geri dönüşüm yok. 


duygular saçsam yere? 


üzerine basıp geçsem? 


unuturmuyum sizce? 


bulurmuyum yolumu, evimi? 


bir evim olduğu da şüpheli ya. 


neyse. 


evim şüpheli, 


bana bahşettiği anlam şüpheli, 

heryerden izoleyim,


melankoli tedavi edilmesi gereken bir hastalık gibi artık, 


eski hayatım ellerimden kaymış gitmiş,ormanda kuşları kaçıracak bir gülüş zor artık, 


orman karanlık, 

bir ayna yok, 

ayna tutan yok, 


kendimi tanıyamıyorum çocuklar. 


pişmanlıklarım var, 

elimden tutan, yolu bilen kimse yok burada. 


kırıntılar artık yok. 


aydınlık tarafta insanlar karanlık, 

arzular bir kuyu kadar sığ, 


derin ve anlamlı gelen hiçbir şey yok. 


bu orman aydınlık taraftan belki daha karmaşık, belki de buradan çıkamamak benim tercihim. 


yukarıya bir ip asıp burada ağaçların ruhu ile de sonsuza kadar da olabilirim. 


hem benden büyükler hem benden güçlüler. 


göz kulak olabilirler bana. 


biz ölümlülerden daha yücedir ağaçlar, 


ne büyüme hırsları vardır, ne de bir yere kök salma. 


biz hem büyümek hem de kök salmak için sürekli mücadele ederiz. 


yapmamalıydık bunu. 


öğrenmemeliydik böyle şeyleri. 


ne geçti elimize? 


ne ağaçlardan büyük olduk, 


ne de orman kadar derin. 


söylesene hansel, nasıl çıkarım bu karmaşadan? 


yok mu bana vereceğin bir dilim ekmek? 


söylesene gretel, cadının evini mi bulmalıyım? 


en az onun kadar kötü mü olmalıyım? 


işe yarar mı ondan birşeyler öğrenmek? 


hayatta kalmak böyle mi kolay olur sahiden? 


kötü olarak mı? 


ya da sizin kadar şanslı ve zeki olarak mı? 


babanız sizi öldürmekten ona birşeyler getirdiğinizde vazgeçti biliyorum. 


herkes sizin masalınızı derin bir şekilde okuyor. 


biliyorum hansel, 

biliyorum gratel. 


ama şimdi bana bir çıkış yolu göstermek zorundasınız. 


artık o kadar küçükte sayılmazsınız. 


lütfen ekmeğinizi benimle bölüşür müsünüz?

22 Haziran 2024 Cumartesi

potansiyel ziyanları



ait olmadığın yerde bulunmak canını acıtır insanın.

fakat ait olmadığı ya da kendini onların yanında aptal gibi hissettiği, kendini anlatamadığı, potansiyelini gösteremediği insanların yanında olmak acıtmaz mı?

hele birde o ortamda, sevdiği insanların o kişilere yakınlık gösteriyor ve sende nezaketen o sikik insanları dinliyorsan durum daha da kötüleşir.

öyle birgün işte.

çıktık yola,

yürüyoruz.

dakika 1.

eski sevgilimin beni sürekli müzik dinlediğim uygulamadan takip ettiğini farkediyorum. 

geri dönmüyorum takibine, tadımız kaçmasın. 

o zamanlar kullanmıyordu, yeni açmış ilk 3 takibinden biri benim. 

birşeyler olacak galiba bugün, hissetmiş. 

nefis sırt, dolgun göğüsler. 

'bak lütfen insanlar ile dalga geçme' diye rica ediyor bana şuan ki sevgili, sevgilim. 

'ben niye dalga geçeyim, zaten kendileri kendilerini çoktan aşağılamışlar. umarım farkına varırlar hayatlarının'

indik arabadan, restoranta girdik.

instagramdan keşfettikleri bir yer.

evde oturup costanza'yı izleyebilir keyifte alabilirdim. 

ilginç bir şekilde seinfeld bu aralar iyi geliyor bana. 

bütün nefretimi orospu çocuğu george'a kusabiliyorum.

neyse. 

kesin şu, erkeklere nude'lar saçan kız keşfetti burayı. 

nü'den bir haber. 

bedenini etleştiren.

bir yandan tamamım aslında buna, sevgilim ile de paylaşıyor deneyimlerini daha iyi hale getiriyor onu, benim ve gelecekteki erkekleri için. 

bedenini etleştiren, fikirlerini de toplumun fikir pornolarına göre seçer. 

instagram ve twitterdan mekan keşfetmekte öyle.

bugün en büyük porno platformları bu ikisidir. 

birinde beden, birinde dehşet görürsünüz. 

neyse. 

kendini birşey sanıyor ezik.

içindeki potansiyel orospuyu ortaya çıkarmış, yanına kendisi gibi birini arayan biri. 

döl yatağı. 

halbuki kaç yıllık erkeği bile terkedip gitmiş onu.

tutamamış elinde.

son zamanlarda iyi paralar kazandığını duymuştum çocuğun, benim gibi. 

en iyisini yapmış. 

bazen bir kadın hayatından çıktığında hayatı güzelleşen bir sürü erkek tanıdım. 

maddi manada. 

şimdi ise erkek düşmanı taklidi yapıyor. 

erkek düşmanlığı, borsa kaplanı nickli adamın kadın düşmanlığı ile benzer. 

cinselliği ile erkeklere istediğini verip daha sonra onları kötülemek gibi. 

adına da 'duygusal boşlukta yaptğım hatalar', der geçer.

tüm orospuların bahanesi. 

evlilikleri ne uzun sürer, ne iyi bir anne olabilirler bunlar. 

sevgililerinin, hocalarının geçmişlerini araştırması yeterli olacaktır. 

5+ boş cinsel ilişkiler boşanma oranını arttırır. 

bazı kadınlar kendilerini farkettirmek/övdürmek istiyor;

'ya benim ilişkim var ama bu çocukta bana yazdı geçen gün' gibisinden.

hemen bunu anlatırlar bu bahsettiğim tipteki arkadaşlarına.

bunu karşı cins üzerinden yapmak, ne kadar ahmakça. 

'SLAY' deyip birbirlerini alkışlıyorlar ehehehe. 

şu görsel gelir aklıma hep bunları gördüğümde;



keşke erkek düşüncelerini okuyabilseler. 

keşke elindeki o çocuğu kaçırmasaydı, yazın nişan sonraki yıl evlilik yaparlar aynı evin içinde herşey yoluna girerdi. 

her kavgadan, her tartışmadan sonra daha güçlenerek çıkanlar kazanıyor, görüyorum bunu çevremde. 

iradesini kontrol edemeyenler ya da bunu yolda öğrenemeyenler, herkesten fikir arayanlar kaybediyor. 

hangi arkadaşım bana sevgilisi ile sorunlarını fazlaca anlattıysa hepayrıldılar. r

ilişkilerde beş temel şey çok önemli galiba:

1-uzatmamak

2-aynı hatayı tekrarlamak. 

3-en zayıf anlarda tartışmamak. (kadının manevi yükünün erkeğin ise maddi yükünün çok olduğu zamanlarda) 

4-intikam arzusu duymamak. 

5-aile dahil çok kişi ile fazla şey konuşmamak. bu madde kadınlar için imkansız artık gözümde, görüyorum. 

pişmanmıdır acaba şimdi? 

özlüyor mu çocuğu? 

bunu bir ara sevgilime sorayım, kurtarsın kendini kız da. 

ya da çocuğun başını belaya tekrar sokmasak mı? 

ama böyle olmazsa, benim sevgilimi kendine benzetmeye çalışacak. 

ikilem, potansiyel ziyanı. 

aşkım kapışmak gibi hissettim. 

hayat bir parodi, bu kızın hayat boyu mutlu olmamasını da istiyorum, iyi olmasını da. 

susuyorum. 

sevgilimde de ona karşı havalı gözükme isteği var biliyorum.

yanında ben varken havalı gözükmek için bunlara ihtiyacın yok aslında demek istiyorum ama susuyorum, gülüyorum kendi kendime.

'neden gülüyorsun?' diye soruyor 'hiç' diyorum.

konuşmamamdan rahatsız masadaki diğer kız sema ve sevgilisi mert. 

mert ile birkaç kez konuşmuştuk, gizli gizli.

iyi çocuk. 

sevgilisinin bir sırrını biliyorum, yaymamak için tehdit etmişti beni. 

sevgilimin hatrına susmuştum o zamanlar. 

beyaz yakalı çocuk, çalışıyor. 

rahatsız olduğumu biliyordu bu kızdan. 

sırtımı sıvazlayıp 'takma' diyor. 

takma mı? 

sırt sıvazlamak mı?

çocuk muyum lan ben? 

sen kendi işine bak dangalak, bir müzik grubunun sevgilini elden nasıl geçirdiğini biliyorum. 

yine kızıyorum. 

neyse susmaya devam edip yine dalıyorum. 

masada sadece bir arkadaşını seviyorum, o da evlendi evlenecek. 

şu sevmediğim kız ile gözgöze geliyoruz sürekli.

hiç sevemedim seni ya demek istiyorum ama susuyorum.

entelektüel gibi gözükmeye çalışıyor.

eleştirdiği toplumun diğer %50'sine ait olduğunun farkında değil. 

uzi'yi, çakal'ı falan eleştirip, teoman dinlediğinde kendini bir halt sanıyor işte. 

halbuki siktiri boktan bir halde tumblr'dan keşfettiği ressamlar ve aylardır belki de yıllardır gitmediği kitapçılardan gördüğü kitaplar dışında birşey bildiği yok.

siyasi duruşunu bile popüler olandan seçiyor. 

sevgilim de büyük bir merakla dinliyor böyle boktan bir sohbeti.

belki de o da gitmek istiyor ama gidemiyor, seviyormuş gibi yapıyor onu. 

sanmıyorum gerçi, pür dikkat dinliyor, uyguluyor. 

bu ikilem insanı yoruyor. 

bugün ilişkimiz 4 yıl 5 gün oldu. 

ilk ayrıldığımız gün beni her yerden engellemişti, net hatırlıyorum. 

eski sevgilisini ise ancak bir süre geçtikten sonra,çocuk ulaşmaya başladığında yapmıştı.

başka bir erkekte ise canı daha fazla yanmıştı. 

bunları bu kız mı aşılıyor ona? 

ya da bunları o zamanlar kuruntu mu yaptım?

neyse işte, kötü anılarımızı hatırlıyorum düşündükçe bunları.

sevgilim, depresifliğe çok meyilli benim gibi. 

her kavga sonrası duvara konuşmaktan farksız der seninle konuşmak.

kötü anılarımızı düşünür, anlatır herkese. 

iyi olan vakitlerimiz peki?

jakuzinin içinde çırılçıplak film izlemeye çalıştığımız güne, trende bir anlık 'tuvalette sevişsek mi?' sorusuna verdiğin 'neden olmasın?' cevabına.


masadan kalktığımızda bu iki yüzlülüklere dayanamayıp ayrılırsam, yeni sevgilisinin beni bir yerden tanıyıp bunları öğrenmesi hoş olmayacak onun için,sürekli kıyasa başlayacak zavallı çocuk. 

ya da yalan dinleyecek, tenine dokunduğu kadından. 

bugün onda da bir tuhaflık var, kesin yine göksu'ya birşeyler anlattı benim hakkımda.

böyle bir arkadaşı varken insanın, evlilikleri de ilişkileri de her zaman mahvolur. 

umarım benden sonra farkına varır. 

insan bazı şeylerin farkına ayrıldıktan sonra varıyor. 

dün başbaşa buluştuğumuz son günümüzdü belki.

etek giymişti, biraz bağrı açık gömlek.

kafenin yolunda elimi bıraktı, uzaktan yürüdü benden.

anlam veremedim çok.

o an anladım birşeyler olduğunu.

acaba masaya mı dönsem artık zihnen?

birkaç laf söyleyip ayrılsam yanlarından.

ne konuşuyorlar şuan?

gerçekten kendi ezikliklerini silmek için başkaları hakkında mı konuşuyorlar? 

halen mi üniversite anıları, 36 yaşında olduk yahu.

çok üzülüyorum aslında şu masadakilere, bu yaşa gelmişler ve bir insanın hayatına bile dokunamamışlar.

hele göksu.

beraber olduğu bilmem kaçıncı erkekten sonra, birini buldu ve mutluymuş pozları kesiyor.

ezik.

bu masadaki herkes hayatını bundan 40 yıl sonra bir mezar olarak sonlandıracak.

kimsenin hatırlayamadığı insanlar. 

aşk enerjilerini tüketmişler, 

yoksullar ile ilgileri yok, 

tek bir protesto sözcüğü bile haykırmamışlar. 

kulak veriyorum terapiden bahsediyorlar masada şimdi.

sikeyim sizi.

verdiğiniz paralar hiç oluyor.

iyi terapiye lafım yok. 

ya birbirlerini yönetiyor yanımdaki bu insanlar, ya da terapistlere para saçıp hayatlarını onların yönlendirmesini istiyorlar.

insan neyi isteyip neyi istemediğini öğrenemediyse bu yaşa kadar, kendini öldürmesi daha evladır.

küçük burjuva dertleri. 

göksu 6-7 aydır terapi aldığından bahsediyor, bana eminim 'mizantropist, narsist, çoklu kişilik bozukluğu' gibi teşhisler koyar, nefret ediyor benden.

çok hoşuma gidiyor, benden ve yazdıklarımdan nefret eden kadınlar.

şu dövmeciye veren kız, reyhan.

ilginç bir kız olarak gelmişti başlarda bana, taa ki sevgilimin yanına 2 yabancı erkekle geç bir saatte gelene kadar.

daha sonra bende siktim onu.

ara ara o yüzden bana öyle bakıyor.

sevgilimin haberi yok, ayrıydık zaten.

ya da markete gitmişti, bir yere daha uğramıştı bende yemek yapacaktım.

yanaşmıştı arkadan bana, anlamalıydı aslında böyle bir kız ile yaşamaması gerektiğini.

güzeldi.

masada oturmaya devam ederken göksu ağzından bir erkek ismi kaçırıyor 'emrah'.

hiç duymamıştım daha önce ismini, inadıma yapıyor biliyorum. 

ayrılmamız için gün sayıyor kendi kendine. 

çok uyarmıştım, işe yaramıyor. 

neyse iyi oldu bu vicdanen rahatladım reyhan konusunda. 

göksu ile de mi olsam acaba?

birkaç kez düşlemiştim onu.

o çıplağımsı fotoğraflarından birkaç tanesini görmüştüm.

sevişirken sevgilimle, sert kalmam için ara ara onu düşündüm.

eminim daha iyidir yatakta.

hem benden nefrette ediyor. 

eminim sevgilim ona nasıl seks yaptığımızı bile anlatmıştır.

yaptığı kötü şeyleri hep ona anlatıyor. 

hem karmaşık bir ilişkiside var.

duygusal boşluk der. 

belki de threesome olur. 

böyle şeyler düşlemezdim, sevgilim beni bu iğrenç ortama sokmasaydı. 

flörtöz olmakla suçlanıyorum, hem de bu ortamda. 

sırf konuşma tarzım yüzünden. 

etrafımda flörtöz olan kimse sevgilisini aldatmadı. 

ama bu suçlamayı yapanlar hep böyleydi. 

mekandaki picasso tabloları ve arkada çalan gnosienne ilgimi çekiyor, her açıdan berbat bir mekan.

kim sikler bu herifleri artık.

sadece kendini entel sanan tipler işte.

kaçıncı yüzyılda kaldı bu adamlar sahi? 

belki de ben kimseyi beğenmiyorum,birkaç kişiden başka.

belki de kafamı dünyaya açmalıyım?

dünya iyi bir yer olmaya karar verirse, vakit ayırırım plastik sanatlara da söz.

'emir niye konuşmuyorsun hiç, normalde en çok sen konuşurdun?'

sevgilim veriyor benim yerime cevabı:

'dünyayı kurtaracak onu düşünüyordur'

komik kız.

arada beni tanıyor,biliyor.

'bilmem' diyorum. 

bu sıralar düşünmeyi daha çok seviyorum. 

'benim sevgilim öyle kolay kolay konuşmuyor artık. narsistmişiz biz öyle diyor.'

bunu dedikten sonra gülüyor masadaki herkes. 

devam ediyor sevgilim:

'özür dilerim beyefendi sizin gibi gelecek vaadeden bir yazarı kızdırdık galiba biraz.'

hoşuma  gitmişti aslında. 

sussam bile ilgi benim üzerimde. 

devam ediyor:

'tanıştırayım, dünyanın en çok düşünen adamı. bu yaşına rağmen hâlâ daha sıfır olgunlukta. bizim gibi insanların yanında can sıkıntısından ölüyor yazık. ne sanat biliriz ne felsefe. varsa yoksa laklak ederiz ona göre'

ne güzel anlatıyor düşüncelerimi, devam etsin. 

'bana bile nasıl bu kadar katlandı hayret. nereye kadar giderse diye takılıyorum bende. artık bir beklentim bile yok, zaten kimin ne beklentisi olabilir ki ondan. şu bıkkınlığa baksanıza haha'

hiç komik değildi aslında. 

içten içe arkadaşlarını memnun etmeye çalışıyor, her zaman ki gibi. 

benim üzerimden, beni ikinci sıraya atarak. 

ama söyledikleri de bir o kadar doğru.

yalnızlığımızı gideriyoruz. 

göksu gülüyor. 

'sende çözmüşsün edebiyatı ha' diyor sevgilime.

çok komik. 

sığ, klişe, beyinsiz, zengin, ağzında aileleri sayesinde altın kaşık ile doğmuş insanların arasında kaldım. 

sevgilimde onlara benziyor. 

ne işim var onunla diye soruyorum, şu 3-4 aydır. 

bazen öyle olmadığı anlar için beraberim, o anları hoşuma gidiyor. 

aniden birşeyler ile uğraşma hevesi geldiğinde bende kıpır kıpır oluyorum. 

göksu'ya şu lobideki çocuk ile flörtleş bugünde diyesim var ama yine susuyorum. 

mert'te gülüyor. 

'sanatçıların sanatçısı, dünyada beğendiği 5 kişi bile yoktur'

beni benim cümlelerim ile vuruyor. 

ironi, severim. 

zeki. 

can sıkıntısından öleceğim şimdi, göksu'ya mı bulaşsam bende?

hayal etmeye devam mı etsem?

sevgilimin memelerini mi sıksam?

çok arada kalıyorum.

bir ara selfie için telefon çıkıyor, sevmiyorum. 

hepimiz ön kamerada kendimizi güzel, yakışıklı hissedeceğiz ya uğraş dur. 

teoman gibi bir poz bulmam lazım benimde kendime. 

benim için fazla bir detay gibi kalıyor masa. 

sevgilim de öyle 'hiçbir şey' gibi hissediyorum onu, o da beni öyle hissediyor. 

hissettiriyor çünkü bunu bana. 

hele şu son aylarda.

dünden bahsetmiştim, kafeye giderken uzaklaştığından yanımdan, yemek yerken gözleri de birini arıyor gibiydi.

birşeyler olduğu kesindi.

göksu'ya anlattığı isimdi belki de söz konusu.

bu hallerini hemen belli eden bir kız, birine merak duymaya başlıyorsa, bana kızgınsa, birşeyden şüpheleniyorsa belli eder.

ona ne hissediyorum ben?

bilmiyorum.

yine o gün, gördüğü anda kıskançlık krizine girdiği bir kız arkadaşımı görünce 'bu orospuyu her gördüğümde çok güzel giyinmiş oluyorum' demişti. 

çok birşey dememiştim ama neden insan bunu söyleme gereği duyar ki?

sen zaten benim için fazlaca güzelken.

kanımı emiyorlar deminden beri arkadaşları ile.

ayrılığımızın şu kız ve masada tanımadığım birkaç kişi yüzünden olacağını sanmazdım.

ben buraya ait değilim deyip kalkmak istiyorum.

fakat diyemiyorum, komik olur manzara.

burada göksu ve reyhan'ın varlıkları bana büyük haksızlık.

onlardan hoşlanmadığımı bile bile beni neden buraya çağırdı ki?

neden sevmediğim halde başka erkekleri bile anlatıp beni ezik bir duruma düşürdü bu orospular karşısında?

reyhan, onunla yattığımı söyleseydi ne olurdu?

ya da göksu'yu hayal ettiğimden bahsetseydim?

ya da beni sevdiğini yalandan da olsa söyleyen sevgilim susup, sadece beni dinleyip yolumuzu çizseydik?

kahretsin kalkıyorum buradan kimseye de hesap vermek zorunda değilim.

"ben artık gitmek istiyorum."

saatlerdir oturduğumuz masada kurduğum üçüncü düzgün cümle bu.

sosyal medya konuşmaları,

sosyal medyadan bulunan mekanlar,

ve aylardır kitap bile açmamış sosyoloji mezunu olduğu sanan bu andaval kızdan da, yandaki batılı değerleri çatalla yiyen kızdan da sıkıldım.

ruhsuzlar.

hiçbir şeyi siklerine takmıyorlar.

öldüklerinde mezarlarına bir gariban gelip dua bile etmeyecek. 

'dünyada üzerinde insan tasviri olan tek bayrak belize imiş biliyor musunuz? bende şiir kitabından öğrendim' diyorum.

hiç merak bile etmiyorlar neden olduğunu.

'kitapların işleyişi önemli,bunun şiirde olması güzelmiş' diyor içlerinden biri.

hangisi bilmiyorum.

'çok orijinal bir fikirmiş yahu bu nereden geldi aklına' deyip dalga geçiyorum.

sadece sevgilim alınıyor, kızgınca bakıyor.

pat diye söylediğim için kızıyor.

eh deminden beni sen beni gömüyordun, dalga geçiyordun aklınca. 

sevmediğim insanlara böyleyim, üzgünüm.

burada durmak bana artık daha da zor geliyor.

sosyal medyamı bir süre ele geçiren sevgilimin engellediği 3-4 kızın muhtemel kültürü bu masayı alt eder.

keşke karşı çıksaydım.

bu masadaki kimsenin hayali bile yok adeta.

hepsinin sadece planı var.

klişe düşünceleri kendi düşünceleri gibi pazarlıyorlar. 

sürekli kendilerini başkaları ile kıyaslıyorlar.

yaş 36.

çıkıyorum dışarı artık.

iyilik yapma dertleri bile yok.

iyilik bunlara bakarsanız enayilik.

topluma aykırı gözükmeye çalışıp, ona daha fazla uyum sağlıyorlar. 

insanların karanlık huyları beni çok korkutuyor. 

yatakta tek kaldıklarında ne düşündüklerini bilememek ürkütüyor. 

işsiz dönemimde 'salak' damgası yemiştim, o hep geliyor aklıma nedense.

beni yazdıklarım ve söylediklerim yüzünden 'kötücül' ilan eden tipler bunlar.

küfür ediyormuşum. 

şimdilerde ise şu masadaki herkesten daha fazla para ve ün sahibiyim. 

özgüvenim yerinde. 

eski ilişkileri, tek gecelikleri hakkında konuşup duruyorlar 'iyi ki yapmışım' nidaları ile, kadına şiddete karşıyız deyip o ergen grubun solistine bayılıp 'ona da verilir abi şimdi' diyorlar, 

2 kere göz göze geldikleri erkekleri konuşuyorlar, işyerinde ki erkekleri puanlıyorlar... 

hepsi kocalarını aldatabilecek potansiyelde. 

psikolojimi siktiler. erkeğe şiddet. 

bir barda, bir partide, bir after partide iki içki sonrası ilk ilgi veren erkeğin sikini basitçe ağzına alabirler.

birde sanarlar ki o övgü dolu sözler sadece onlara söyleniyor. 

hayır göksu.

o fotoğraflarına gelen övgüler sadece sana değildi,

kendimden de biliyorum.

ve hayır sevgilim.

havalı gözükmek için anlatmana gerek yok birşeyleri.

beni son kez böyle görmeni istemezdim, son konuşmamız bu mu olur? bilmiyorum. 

belki gelirsen konuşurum, ağzına doğru. 

ve sen reyhan, seni akşam belki ararım, oyun oynar ya da seinfield'da karaktersiz george'a söveriz.

zira artık arkadaşın, sevgilim değil.

flört edinmediğimi de söylerim ona üzgün hissedersem. 

durumu öğrenir ise göksu'nun terapistinde bizimle ilgili konuşup, intikam hırsı ile başka bir erkeği memnun etmeye gideceklerdir. 

feminizmi ve duygusal boşluğu araya sıkıştıracaklardır. 

endişelenme.

dress code'a uygun gel yeter. 

eve gidiyorum, 

bakıyorum gelmiş bile reyhan. 

buraya bir kere gelmişti sadece, sevgilim ile. 

mesajda tarif ettiğim dress code'a uygun.

etek,göğüs dekoltesi,yüksek topuklu ayakkabı. 

önce benim çaylardan içiyoruz. 

güzel bir playlist açıyorum arkaya. 

sonra sevişiyoruz. 

diğer gecelerdeki gibi 

sert sert. 

aklım sevgilim ve göksunun olduğu masada konuşulanlarda olduğundan konsantre olamıyorum sevişmeye. 

yoksa şimdiden gözündeki beyazlığı görmiş ve titremesini hissetmiştim. 

numara yapıyorum biraz, bunu sevgilime de yapardım. 

en iyi seksini benimle yaptığını söylediği için bazen mecbur kalırsın buna, yumuşak sevmezdim. 

sabah sevgilimin mesajı var telefonumda, özür diliyor çok konuştuğu için. 

konuşmadı ki.

beni "zavallı" durumuna düşürdü sustuğum için, hem ironi ile hem de göksu'nun ağzından kaçırdığı başka erkek ismi ile. 

siktirsin!

"dert değil. komikti" yazıyorum ona. 

nasıl biri olduğumu ben bile bilmiyorum. niye insanlar bilsin? 

saçma.

çok sahtekârım. 

kırıldığımı anlasın istemiyorum.

kırıldığımı birgün yarım saat kızıp bağırarak gösteririm. 

eski sevgilim, şuanki sevgilimin aksine ise beni sürekli överdi. 

ilk kitabım çıktığında herkese övmesi beni 'acaba benim üzerimden bir kimlik mi yaratıyor' düşüncesine itmişti. 

o hareketten de hoşlanmıyordum, bundan da. 

sırtı ve göğüsleri çok güzel bir kızdı. 

çok iyi uğurlamıştık birbirimizi hayatlarımızdan. 

hissetmiş olacak ki, instagram storylerime bakarken gördüm onu geçen gün. 

sürekli müzik dinlediğim uygulamadan takip etmiş beni. 

geri dönmedim takibine, ayıp olur şimdi durduk yere.

kalbinde biri varken. 

acaba şimdi ne yapıyor? 

sorusu düşüyor kalbime. 

arasam açar mı? 

üniversitenin ilk yıllarındaki çocukluğumuzu ve ilişkimizi konuşsak biraz. 

beni iyi hissettirecek anılara ihtiyacım var ve o çok iyi bilirdi bunu yapmasını. 

keşke ikinci kitabım da ona nasıl değindiğimi bilseydi. 

nefis sırt, zayıf bedene rağmen dolgun göğüsler, aseksüellik. 

çıplakken düşünmeyeyim onu. 

neyse. 

duşa giriyorum, 

yine onu düşünüyorum. 

hiç iyi hissetmiyorum. 

dışarı çıkmak, güzel bir kahve içmek ve beni gözüne kestiren kafedeki kızla konuşmak istiyorum bu sefer. 

kendime bile zor itiraf ediyorum bunları. 

ama ne yapmalıyım? 

o güçsüzler ordusu masasından bir farkım olmalı. 

şık giyinmek istiyorum, casual değil. 

HIMYM'da ki Barney gibi de değil. 

bu düşünceleri atmalıyım kafamdan, 

sevgilim hissederse iyi olmaz. 

ama o da aynısını yaptı. 

gidip birini gözüne kestirdi. 

sevgilimle dengeli bir ilişki kurmam şart. 

salak ben. 

reyhan uyanmadan çıkıyorum, 

umarım birşey çalmaz. 

bir daha içimde kanayan yaraları deşecek birşeyler istemediğime karar veriyorum. 

merdivenin son basamağında, 

ve bir süre sadece at yarışına odaklansam iyi olur diyorum, 

kahvemin son yudumunda.