Bu sabah Gülce Duru’nun ‘Yalnız’ şarkısının alarm sesi ile
uyandım. Şarkıdaki yol sözleri beni çok fazla gaza getirmiş olmalı ki sessiz
sedasız planlayıp gerçekleştirdiğim doğu gezisinin verdiği yorgunluk bile hala
yola çıkmama engel değil.
Herhalde bu sıralar biraz gezeceğim. Ankara,Eskişehir belki
memleketim…
Saat 2’yi geçiyor,epey geç uyanmışım,ilk öğünümü kaçırdım.
Mardin’de çok güzel bir kızla tanıştım.
Beni o dolaştırdı. Esmer,çok güzel kaşları ve kirpikleri
olan yeşil gözlü ayırt edici bir siması olan kızdı.
Belki o beni uyandırabilirdi,gezdirdikten sonrada
küçük bir not vermeyi unutmadı ve eğer tekrar gelirsem kendisini bulmamı
söyledi. Umarım bulurum, hiç bilmediğin bir yerde hiç tanımadığın bir insanla
tanışmak böyle güzel anılar bırakabiliyor ardında.
Fakat ülke şartlarında kadınların bu konuda daha şanssız
olması beni üzüyor. O kızda diğer kızlarda böyle uzak yerlerde kendilerini bir
şekilde korumak zorunda.
Bu tarz şeyler düşüncelerimde genelde çakıl taşı
rahatsızlığı uyandırıyor.
Dün gece kafamda bu yazı taslak olarak varken birkaç
filozofun aforizması da kafamda dolanıyordu. Tabii ki başta hepinizin artık
neredeyse ‘yeter ulan bu adamı sömürüyormusun ne yapıyorsun?’ diyeceği Schopen
abimizin.
Eh sevgi bazen sürekli düşündürür.
Düşündümde niye Kur’an için böyle bir aforizma kitabı
yapılmasınk Canımın sıkkın olduğu saatlerde
İnşirah suresi bana şifa gibi gelir,Duha suresi de öyle.
Peygamberin hikayesini ve bu ayetleri beraber düşününce bazı
acılarım en azından o an için diner.
Acıları tamamıyla terk etmek benim yapabileceğim bir iş
değil zira.
Neden çok anlatma,yazma isteğim var bazen bunu da düşünmüyor
değilim. Hayatımı bu blogda sürekli imgelerle,hikayelerle anlatmaya çalışıyorum
fakat konuşurken dertlerimi anlatmaktan kaçınan biri olsamda burada içimi
dökmekte acılarımı hafifletiyor.
Herhalde birşeyler ortaya koymak beni ölüm ve intihar düşüncesinden biraz da olsa uzak
tutuyor.
Depresif olduğum ve ne yapacağımı bilmediğim bazı anlarda bu
düşüncelerim birbirine karışır ve karşımdaki bir şey söylediğinde genelde
‘kem,küm’ moduna girerim.
Sanırsam bu karşımdaki için kötü bir durum olsa da aynı
kişiler öyle olmayınca da bazen sesli gülmemden bile
rahatsız olabiliyor.
İnsanlar beni,seni,sizi her zaman yargılayabilecek birşeyler
bulup bahaneler üretebilir. Kişi kendisiyle doluysa ve kendisini tanıyorsa ona
yeterlidir. Bedeni zenginlik maddi zenginlikten daha ötedir.
Böylece herşeyden soyutlanabilir insan ‘dünyanın içindeki şeylerden’ kızgınlıklardan,bilimden bu dünyadaki her şeyden kendi kendimize ölebiliriz,birşeyleri aşırı dert edinmek,içselleştirmek zaten kişinin
ölmesidir.
Neden yaşadığını bilememek, ya da neden ölmek istediğini
bilememek bile aslında ölmeye yeterlidir.
İnsan ölümü istediği ve onla yüzleştiği anlarda pişmanda
olabilir. Ölüm böyle bir duygudur.
Senin varolup yok olman dünyanın bu dertlerinin ne kadar
absürt olduğunu gösterir,dünya absürttür.
Yeni gün kavramı da absürttür. Kimsenin yeni güne uyandığı
falan yoktur,yeni gün aslında dünün devamıdır ve size yine aynısını
getirecektir.
O yüzden herhangi bir şeyi çok umursamadan serkeş bir hayatı
tercih ederim ve bundan da memnuniyet duyarım. Kişiliğini yok sayma hali bende
bulabileceğiniz en son şeydir.
Herhangi bir şey için yok saydığımda ise büyük bir savaş
veririm kendimle günlerce…
Korkarak uyanırım,dün rüyamdan içime birşeyler çekerek
uyandım mesela.
Mardin’de ise yine beynimin boşaldığı ve burnuma güzel bir
kokunun geldiği birkaç saniye yaşadım, herhalde bazen deliliği önden
tadıyorum,bu durum devam ederse dünyanın sefaletinden kurtulabilirim.
Şuan nasıl isem öyle delirmek şartı ile delirebilirim.
Sürekli gülmek,şen şakrak olmak,insanlara neşe vermeye çalışmak ve çok daha
fazla konuşmak. Zaten hayatınız bazen ‘dolmak’ anlamında deliliğe ilerlemiyorsa
o hayatın çokta değerli olduğunu söyleyemem.
Kendi ruh halimin bu aralar nasıl olduğunu yeterince tasvir
ettiğimi düşünüyorum.
Biraz daha dünya hayatına ve o klasik yakınmalarıma,bir
süredir yaptığım gözlemlerime dönmek istiyorum.
İnsanlar artık böyle yaşama ideallerinden vazgeçmeliler.
Sürekli bir koşuşturma ve sürekli bir üzülüş.
Neden sürekli birşeyler yapmaya ve aslında ‘insanlardan
kopmak istiyorum’ deyip kendi egolarına sarılırlar ki?
Herkes bir huzur ve dinginlik içinde bir pembe olan bir mavi
olan bazen ise kırmızılaşan bu göğün altında içten bir şekilde yaşasa olmaz mı?
Bu senin ve benim için de iyi olmaz mı?
Yok olacağız ve yapılması gereken ne var? Bunca kişiyi üzmek
ve deli gibi çabalamak niye? Zaten var olmayan ‘hayal’ kavramı için mi?
Sessizlik duygumuzu yitirmeyelim,sessizlik uyumsuzluk değildir.
Sessizlik konuşmamakta değildir.
İnsanlar ‘şimdi’ de yaşayamadığı için bu halin nasıl bir hal
olduğunu artık anlayamazlar.
Yalnız başınayken ‘Melankolik’ ruh hali bu anlatmak
istediğime örnek verilebilir.
Fakat bu yalnızlık ve ruh haliyle kendinizi,sessizliğini
sorgulamak sizi şeytanda yapabilir tanrıda.
Toplumumuz ne yazık ki yazının gidişat halini bozacak olsa
da ‘gerizekalı’ insanlar ile dolu değil sadece.
Aynı şekilde onları savunan ‘gerizekalılar’ ile de dolu.
Böyle bir toplumda konuşmak,sessiz kalmamak sizi insanlara ‘Egoist’
gösterecektir.
Ne yazık ki bahsettiğim dingin ruh halini bu insanlar
algılayamayacak ve sizin onlara aktardığınız şeyler dolayısı ile ‘egoist’
görüleceksiniz.
Bizim toplumumuzda ‘elit’, ‘entelektüel’ insanlar bu yüzden
sevilmez ve ‘çok konuşuyor’, ‘insanları aşağılıyor’ vs. zannedilir
(Sıkıcı,muhabbetin asla düzgün gitmediği bir yerde konuştuğumda genel olarak
‘çok konuşuyor’ ilan edilirim mesela)
Oysa insanlar yukarıda saydığım hırslarından dolayı
kendilerini ne kadar aşağıya çekiyorlar asla farkında değiller.
Bu insanlar sadece inanırlar bazı şeylere fakat bilmezler.
Körün görmeye,sağırın duymaya inandığı gibi inanırlar. İnanç insanın
gelişimindeki en büyük engeldir.
İnsan anda yaşayamadığı için kendini birşeylere köle
eder,diğer insanların düşünceleri ve gelecek kaygısı onlar için birer kanca
olmuştur ve kanca insan bedenini yırtar.
İnsan böylece denge merkezini bulamaz ve karışık bir ruh
haline evrilir,geçen yazımda değindiğim ‘Kaybedenler Kulübü’ filmindeki
sahnenin devamında Zeynep, Kaan’a:
‘Ya seni babamla tanıştırırsam ve programı dinlerse?’ diye
sorar hararetli ve kızgın bir şekilde.
Kaan’da ‘E tanıştırma’ o zaman diye cevaplar. Zeynep
programı eleştirir ve sürekli ‘Seksten bahsediyorsunuz’ der ve Kaan yine
‘Program sence gerçekten bu mu?’ diye sorar.
Zeynebin ruh hali burada yukarıda söylediğim şeyleri özetler
niteliktedir,ilk defa tanıştığında çok heyecanlandığı bu adam artık onun için
bir gelecek endişesi taşımaya başlamış ve şimdiyi unutmuştur.
‘Ben senden sorumluyum’ kafası ile hareket ederek insanlarla
tanıştırmaktan bahseder,programını eleştirir ve insanları düşünerek kendi
kişiliğini yok saymaya başladığından (kişiliğini yok sayma durumu ciddi bir
sorundur. İnsanların verdiği fikirler sizin fikirlerinizin önüne geçtiği anda
sürekli kendinizi kandırmaya ve onların söylediği kalıba uymaya çalışırsınız.
‘Sen çapkın birisin galiba’ dendiğinde kişi kendini öyle hissetmeye
başladığında hiç yapmayacağı şeyleri yapmaya hiç söylemeyeceği şeyleri
söylemeye başlar) Kaan’ı da kişiliğinden soyutlamaya,değiştirmeye çalışır.
Kimi böyle sorunlar vardır kişileri batırır ve
yalnızlaştırır hatta yorar.
Yorulunca kişi hayattan ve kişilerden uzaklaşır. Bu iyi bir
seçenek midir? Bence tartışmaya açık.
Fakat gözyaşı sadece yalnızken yüzü yakar.
Bu acılar birikince bir süre sonra unutmak keşfedilir,insan
ne kadar acı biriktirirse içinde o kadar çok unutur,normal insanlar bir çok
şeyi unutmaz.
Bazıları ise gereksiz bir çok şeyi unutur,tartışmaz bile.
Hangi acıyı biriktireceğiz o da önemli bir konudur. Acı kıyası yapılamayacak
bir şeydir.
Yukarıda değindiğim absürd hayat felsefesi her şeyi zıttına
çevirir. Hayat dediğim gibi acıdır ama aynı zamanda değildir. Hiç bir şeye izin
verilmez ama aynı zamanda verilir de. İster uğraşın ister uğraşmayın fakat siz
ne seçerseniz seçin daha önce seçtiklerinizden daha iyi olmayacaktır.
Her şey saçmadır ama aynı zamanda mantıklıdır. Her şey hem
gerçek dışıdır hem de gerçektir.
Her yaptığımız şeye bir sebep bulabiliriz ama aynı zamanda
bulamayız. Neden o zaman sevinelim ve üzülelim?
Bunların ne anlamı var? Terk etmenin,yanında
olmanın,bilincin,bilinçsizliğin,egoya sarılmanın,egoyu sarmanın vs.
Bu yazıdan önce yazdığım ‘Kustum-3’ yazısını yine güzel
sayıda okumuşsunuz,o seriyi sevdiğinizi biliyorum.
Eksik kaldığını düşündüğüm bazı yerleri tamamlamak,konuyu bu
yazı bağlamında eleştirmek ve üzerine düşündüğüm aşk konusunu da bu yazıya
katmak istiyorum.
Gerek yaşım,gerek ise çevrem ‘Aşk’ konusunda yukarıda
saydıklarımı hiçe sayıyor ve düzensizleşiyor.
Bu konuda benimde bir çok hatam oldu fakat iyi dersler
çıkardım,çıkarmayad devam ediyorum.
Aşk, cehennem-zaman-huzur-ahiret-ölüm-depresyon vs gibi
tanımlanamayacak bir şeydir.
Günümüzde bahsettiğim hırs,gelecek kaygısı vs. de insanları
‘aşk’tan soğuttu gibi seziyorum. Onu da tüketimin merkezi haline getirdik.
Çarşaf gibi kadın değiştiren erkekler, maddiyat aşığı
kadınlar (herhalde artık Porsche’si olan birini bulmak piyangoyu tutturmaktan
daha zor) Tabi bunlar ilkel güdülerdir. Bu liste uzar gider. Kadınların
güç,erkeklerin dolgun vücut istemesi vs. bunlar günümüzde artık evrimleşmiştir.
Nafaka ilkel bir güdünün sonucudur ya da artık kaslı bir erkek yerine yetenekli
bir erkek arzulamak. Erkekler kadınları güzelliğine göre değerlendirirken
kadınlar daha çok statü güç vs seçerler. 1.58 boyundaki İskender’e aşık olanda
vardı,Ted Bundy’e mektuplar yazan kadınlarda. Bu ilkellikler ortaya çıktıkça
çiftler birbirini yarışa bile sokabilir. ‘Onun var bizim niye yok?’ ya da
‘Arabamız olsun arabamız yoksa biz eksiğiz ve bunu sen yapmalısın’ veyahutta
‘Bu kadın ne kadar güzel sen niye bakım yapmıyorsun’ gibi kıyaslar,yarışlar,düğün
gösterisi…
Ya da erkeklerin
cinsel güdüleri. Bu cinsel güdüler oyunları bile cinselliğe çevirmeye meraklı.
Twister,şişe çevirmece bile artık günümüzde bir oyundan öte
cinsel bir hikayeye başlangıç olarak sayılıyor.
Schopenhauer’ın söylediği ‘Cinselliği yumuşatmak için aşk
ismini kullanırız’ lafı aşağı yukarı haklı fakat eksik bir tespittir. Lakin bu
herkesin aşk tanımına göre değişir.
"Aşk heyecanda doruktur? Peki ya cinsellik? Cinsellikte
doruklara tırmanmaz mı? Eşsiz bir yüksekliğe çıkarmaz mı insanı? Öte yandan,
aşkı cinsellik olmadan düşünmesek de adına aşk dediğimiz bu tuhaf olay,
cinselliği bilincin merkezinden kovar. Sevilen kişi içinizde büyür, o arınmış
haliyle kafanızdan asla çıkmaz,cinselliği gerçekten olmasa da en azından öznel
olarak merkezin dışına taşıyan bir aşkınlık, bir yakınlık halesiyle
bezenmiştir. Cinsiyetler arasında ruhsal bir aşk değil, sevilen kişinin bir
ruhsallık yanılsaması yaşatıncaya dek sizinle özdeşleştiği bir dönüşüm yaşanır."
Aşk,aşık olmak ya da ayrılmak yazmak için güzel bir
motivasyondur. Aşkın günümüzde anlamını yitirmeye başlamasının sebebi bir şeyi
yaşadıktan sonra onun anlamını kaybetmesidir aslında.
Her şey bir an gelir ve anlamını kaybeder. Siz bundan azap
duymaya başlarsınız,ayrılan kişi de aslında azap duymaya başlar.
Hiç dikkat ettiniz mi bilmem ama ayrıldıktan sonra çiftler
sürekli olarak bazı sebepler ile birbirlerini suçlamaya başlarlar.
Bunun sebebi ayrılığa bahane bulmaktır aslında. ‘Sen şöyle
davranıyordun,böyle davranıyordun’ gibi.
Aslında bu çözümü olan şeyler daha fazla karıştırılarak
çözümsüz bırakılmaya çalışılır,kişi kendini öyle hissetirmeye çalışır. Yoksa o
da bunun farkındadır.
Aynı şekilde suçlayan kişi de aynı şeylerinin kendisine
söylendiğini duyar. Bunun sebebi ise yansımadır.
Kadın/Erkek birbirlerinde eksik olan şeyleri karşı tarafa
addeder ya da kendisinde kötü olan şeyleri karşı tarafta bulur ve kendini suçsuz
görmeye çalışır.
Ben hem hayatta hem de ilişkilerimde her zaman hatalarımı
kabul etmiş,hata olmadığını düşündüğüm şeylerde ise diretmiş ya da konuyu
kendimce kapamışımdır. Bu hayatta da böyle olmalı muhtemelen herkes başından
beri yazdıklarımı ‘benden bahsetmiyor ya’ deyip üstüne almayacaktır, çünkü
dünya ben merkezcidir. İlişkilerimde kısıtlamaktan kaçındım hatta bu bana zarar
olsa bile. Aynı şekilde hayatta insanlar ile de en saçma görüşler söz konusu
bile olsa tartışmayı bilmeli,tartışabilmeli.
Yansıma konusunun bir fazlası da kişilerin karşısındaki aşık
olduğu bireyi yüce olarak görmesidir. ‘Yüce’ olarak gördüğü kişilerin hatasını
görmemeye başlar, görmeye başladığı zaman ise tek bir eksiğini yakaladığı anda
ayrılmayı düşünmeye başlar. Bunun içinde yukarıda söylediğim bahaneleri
kullanmaya başlar.
Benim zamanında beraberlik yaşadığım kızlarda bunları da
çokça gözlemledim. Ayrılmak istediğinde bir süre çözüm bulmaya çalışırım, eğer
bulunamıyorsa veya karşımdaki istemiyorsa muhtemelen gerçekten bitirmek
istediğinin ışığını aldığımda kendi yoluma giderim.
Fakat bu ayrılıklardan sonra sizin suçlandığınız şeyler
muhtemelen canınızı en çok acıtanlar olacaktır.
Zira olmak istemediğiniz,olmadığınız insan olmakla suçlanır
ve bu da üzüntünüzün artmasına sebebiyet verir.
Yakın dönemde bir arkadaşıma özür için yazan kız arkadaşının
mesajına dönmemesi benim onu tebrik ettiğim noktalardan biridir, çünkü bu
bahsettiğim ‘vicdan rahatlatmak için bahane’ durumunu kız arkadaşı da yapıyor.
Bugün izlediğim Emrah Safa Gürkan ile eşinin çok tatlı
gözüken bir ilişkisi var izlemenizi tavsiye ederim.
Oldukça fazla dökmüşüm bugün içimi hayata karşı. Kaç sayfa
tutar bilmem ama şuan elimde 8 sayfa dolu dolu A4 oluştu bile.
Şimdilik görüşmek üzere.