geçmişteki bütün kız arkadaşlarıma her zaman kıyafetler almışımdır.
onların tarzını yeniden yaratmak benim ellerimi kavuşturarak yaşadığım tek zevkim.
bunu zaman zaman iç çamaşırları için de yaptım.
bana güzel görünmeleri için değil, kendilerini daha hoş hissetmeleri için yaptım, özellikle bu iç çamaşırı işini.
daha seksi hissetmeleri benim için her zaman bir avantajdır.
benden ayrıldıktan sonra giymeye devam ederlerse de hem partnerlerine gitmeden ben hatırlarına düşerim, hem de zavallı çocuk bilmez o iç çamaşırlarında genlerimin dolaştığını.
onlara dokundukça bana dokunur,
onlara dokundukça tiksinti duyar,
eğer sezer ise 1-2 aya onun içinde eski olur kız arkadaşım.
daha önce ayak bastığı yerde gizliden gizliye iz bırakan amerika gibi hissediyorum bu durumlarda.
herkes farkında kalan izlerin,
hatta bazen 'amerika burada kalsaydı daha iyi mi olurdu' diye düşünür o ülke insanları.
aynen öyle izler bırakmayı severim insanların hayatında.
ama izleri yalnız amerika bırakmıyor.
amerika'da bazen yaralanıyor.
yaralı bir amerika'ya benzemek istemem, yarasız olana da benzemek istemem.
önemli olan amerika'ya benzememetir.
ama o topraklardan gittikten sonra bile 'amerikan mandası olarak kalsaydık daha mı iyi olurdu acaba?' hissiyatını insanlara vermeyi seviyorum.
ırak mesela?
bu düzensizlikte, alıştığı düzeni arzulamıyor mudur?
libya gençleri kaddafi'yi yerde döve döve öldürdükten sonra hiç mi özlemediler sizce kaddafi'yi?
her ayrılık geçici bir süre mutlu eder fakat sonrasında herkes özler kendi saddamını.
zira yaratılan düzenden sonra gelenler dikiş tutturamaz bu diktatörlüklerde.
yerde kalan taş parçaları hatırlatır karanlığı
yıkımdan başka birşey bırakmaz amerika.
benden kalan enkazlarda bunlar olsun isterim.
iyi bir performans,
iyi iç çamaşırları,
ve bedene öğretilen bilgiler.
bana kalan enkazlar ise bu yazının konusu değil.
ben kolay kolay enkaz devralmam.
enkazı da çabuk kaldırmaya çalışırım.
böcek gibi hissetmeye çalışırım eskileri.
emin olduğum gerçeklikler ile karşılaşınca hasarlarım ağırlaşır sadece.
değerli sandığım insanların değersizleşmesi, amerikanın afganistan için o kadar uğraş verip hiçbir şey alamaması ile aynıdır benim için.
amerika bir komünizm korkusu ile girdi afganistan'a.
fakat biliyordu oradan çıkamayacağını.
hiç uygun bir toprak değildi ona.
cihatçıları kolay kolay karada yenemezdi, ya onları ikna edecekti ya masrafa girecekti.
masrafa girdiler, sonradan zararlı çıktılar.
benimde hasarlarım hep böyle olur.
bazı şeylerden emin oluyorum,
bunu o insana/insanlara söylüyorum,
ciddi bir şekilde yalanlanıyorum,
ama günün sonunda haklı olan ben oluyorum.
kırgın bir amerikalıya dönüyorum günün sonunda.
FBI ajanı gibi:
'biliyordum bunu'
'biliyordum bu çocuk ile iletişime geçtiğini'
'biliyordum ailenin böyle olduğunu'
'biliyordum bunun ile işbirliği yaptığını' diye kendi kendime konuşuyorum günün sonunda.
fakat dinmiyor hevesim günün sonunda.
yeni topraklar keşfediyorum,
sürülmemiş.
farkedilmemiş,
ya da hiçkimse göz koymamış.
merak ediyorum giydiği iç çamaşırını,
'bundan ne çıkar acaba?'
merakı ile bakıyorum.
hazırlıyorum yine silahlarımı,
sahip olmak için hazineye.
gözlüyorum,
eşeliyorum,
bekliyorum,
arzuluyorum,
heyecanlanıyorum.
kimsenin tepkisini almayacağım bir zamanda dalıyorum.
yine karanlık bir sokağı aydınlatmaya çalışıyorum,
yine güzel bir iç çamaşırı deseni düşünüyorum,
yine istediğim gibi giydiriyorum,
ve yine bitiyor sömürü çabam,
tüm şüphelendiklerim ile kalıyorum,
tüm enkaz ile uğraşıyorum,
gece gündüz.
sömürüden kurtulup yeni diktatör arayanlarıma bakıyorum,
ve gülüyorum,
benim topraklarıma,
tekrar el koymaya çalışırken,
rezil dünyanın,
avanak cesareti olan,
halkın yalanlarını yiyen
yeni diktatörlerine.