31 Temmuz 2024 Çarşamba

iç çamaşırının içindeki amerika




geçmişteki bütün kız arkadaşlarıma her zaman kıyafetler almışımdır. 


onların tarzını yeniden yaratmak benim ellerimi kavuşturarak yaşadığım tek zevkim. 


bunu zaman zaman iç çamaşırları için de yaptım. 


bana güzel görünmeleri için değil, kendilerini daha hoş hissetmeleri için yaptım, özellikle bu iç çamaşırı işini. 


daha seksi hissetmeleri benim için her zaman bir avantajdır. 


benden ayrıldıktan sonra giymeye devam ederlerse de hem partnerlerine gitmeden ben hatırlarına düşerim, hem de zavallı çocuk bilmez o iç çamaşırlarında genlerimin dolaştığını. 


onlara dokundukça bana dokunur, 

onlara dokundukça tiksinti duyar, 

eğer sezer ise 1-2 aya onun içinde eski olur kız arkadaşım. 


daha önce ayak bastığı yerde gizliden gizliye iz bırakan amerika gibi hissediyorum bu durumlarda. 


herkes farkında kalan izlerin, 

hatta bazen 'amerika burada kalsaydı daha iyi mi olurdu' diye   düşünür o ülke insanları. 


aynen öyle izler bırakmayı severim insanların hayatında. 


ama izleri yalnız amerika bırakmıyor. 


amerika'da bazen yaralanıyor.


yaralı bir amerika'ya benzemek istemem, yarasız olana da benzemek istemem. 


önemli olan amerika'ya benzememetir. 


ama o topraklardan gittikten sonra bile 'amerikan mandası olarak kalsaydık daha mı iyi olurdu acaba?' hissiyatını insanlara vermeyi seviyorum.


ırak mesela? 


bu düzensizlikte, alıştığı düzeni arzulamıyor mudur? 


libya gençleri kaddafi'yi yerde döve döve öldürdükten sonra hiç mi özlemediler sizce kaddafi'yi? 


her ayrılık geçici bir süre mutlu eder fakat sonrasında herkes özler kendi saddamını. 


zira yaratılan düzenden sonra gelenler dikiş tutturamaz bu diktatörlüklerde. 


yerde kalan taş parçaları hatırlatır karanlığı


yıkımdan başka birşey bırakmaz amerika. 


benden kalan enkazlarda bunlar olsun isterim. 


iyi bir performans, 

iyi iç çamaşırları, 

ve bedene öğretilen bilgiler. 


bana kalan enkazlar ise bu yazının konusu değil.


ben kolay kolay enkaz devralmam.


enkazı da çabuk kaldırmaya çalışırım. 


böcek gibi hissetmeye çalışırım eskileri. 


emin olduğum gerçeklikler ile karşılaşınca hasarlarım ağırlaşır sadece. 


değerli sandığım insanların değersizleşmesi, amerikanın afganistan için o kadar uğraş verip hiçbir şey alamaması ile aynıdır benim için. 


amerika bir komünizm korkusu ile girdi afganistan'a. 


fakat biliyordu oradan çıkamayacağını. 


hiç uygun bir toprak değildi ona. 


cihatçıları kolay kolay karada yenemezdi, ya onları ikna edecekti ya masrafa girecekti. 


masrafa girdiler, sonradan zararlı çıktılar. 


benimde hasarlarım hep böyle olur. 


bazı şeylerden emin oluyorum, 

bunu o insana/insanlara söylüyorum, 

ciddi bir şekilde yalanlanıyorum, 

ama günün sonunda haklı olan ben oluyorum. 


kırgın bir amerikalıya dönüyorum günün sonunda. 


FBI ajanı gibi:


'biliyordum bunu'


'biliyordum bu çocuk ile iletişime geçtiğini'

'biliyordum ailenin böyle olduğunu'


'biliyordum bunun ile işbirliği yaptığını' diye kendi kendime konuşuyorum günün sonunda.

fakat dinmiyor hevesim günün sonunda. 


yeni topraklar keşfediyorum, 

sürülmemiş. 


farkedilmemiş, 

ya da hiçkimse göz koymamış. 


merak ediyorum giydiği iç çamaşırını, 


'bundan ne çıkar acaba?'


merakı ile bakıyorum. 


hazırlıyorum yine silahlarımı, 

sahip olmak için hazineye. 


gözlüyorum, 

eşeliyorum,

bekliyorum, 

arzuluyorum, 

heyecanlanıyorum. 


kimsenin tepkisini almayacağım bir zamanda dalıyorum. 


yine karanlık bir sokağı aydınlatmaya çalışıyorum, 


yine güzel bir iç çamaşırı deseni düşünüyorum, 


yine istediğim gibi giydiriyorum, 


ve yine bitiyor sömürü çabam, 


tüm şüphelendiklerim ile kalıyorum, 


tüm enkaz ile uğraşıyorum, 


gece gündüz. 


sömürüden kurtulup yeni diktatör arayanlarıma bakıyorum, 


ve gülüyorum, 


benim topraklarıma, 


tekrar el koymaya çalışırken, 


rezil dünyanın, 


avanak cesareti olan, 


halkın yalanlarını yiyen


yeni diktatörlerine.

23 Temmuz 2024 Salı

otel


+iyi ki çocukları yapmışız en azından

-çok mu çalışıyorsun, gitsene eve karın özlemiştir seni

+yok be abi ya, nerede o vakitler. aletim bile çalışmıyor artık. 

-hahahhahaha

böyle bir sohbetin ortasında bulmuştum kendimi
'kimsesizler oteli' belgeselindeki gibi bir otelde kalırken. 

tek başına kahvaltı ediyordum.

televizyonda nat-geo karınca belgeseli, ben ve aleti çalışmayan adam ile arkadaşı. 

bazen oteller beni neşelendiriyor, 

kimlerle kaldığım, 
ne geceler yaşadığım geliyor aklıma. 

bazen ise hüzünlendiriyor, 

kimlerle kalamadığım, 
neler yapamadığım geliyor aklıma. 

bir 'savrulmuşluk hali' içerisinde hissettiriyor bazen bana bu durum. 

evsiz, yersiz, yurtsuz. 

bir kız giriyor kahvaltı salonuna, 

sol kolunda 'raskolnikov' yazıyor. 

gece sarhoşluğu ya da sabah uykusuzluğu (ikisi de aynı şeydir nereden bakarsan bak) yüzünden rimeli de dağılmış. 


ona dönüp selam vermek istiyorum. 

dışarıda görünenin aksine çok çekingen bir adamım. 

konuşamadım. 

belki de bu yazının, bir kadın ile ilgili olmasını istemedim. 

ya da bir merakın beni sürükleyeceği şeye dair bir enerjim yoktur artık. 

her anlatılan hikaye, 
bir kadına dokunuyor gibi görünsede pek öyle değildir aslında. 

'gizli özneleri , nesneleri ve kendini farkedenler için ne ibretler vardır'

geçen dinlediğim bir programda diyorlardı ki:

'erkek kadınların hayatını anlamlandırmak için vardır.'

o cümle geliyor aklıma. 

belki de o kadar da anlamlandıracak bir hayatı yok, 

hayatında sadece suç ve cezayı okuyup:

 'aa okuduğum ilk ve tek kitap hadi gidip bedenime dövmesini yaptırayım' demişte olabilir. 

hayır bu sefer bu yazı bir kadın ile ilgili olmayacak, 

ya da anlam aramayacağım kimsenin hayatında, 

ya da anlam olmayacağım okuyanlara. 

hep bir hedef için yazdım, 
hep bir dokunuş için yazdım, 
ya kendime ya da başkalarına. 

sanki elime kalemi alınca peygamber oluyormuşum gibi. 

kalkıyorum salondan, 
odaya dönüyorum. 

tame impala açıyorum. 

borderline en sevdiğim şarkıları ama 'let it happen'ın 4:05-05:00 arasına bayılıyorum bu aralar. 

hazırlanıyorum, 
otobüse biniyorum. 

tame impala mı daha iyi otobüsün retarder sesi mi ayırmak çok zor benim için. 

ne güzel tek şeritten gidiyor otobüs. 

kendi yolunda. 

'kendi yolunda gitmeyen savrulur' diyorum içimden. 

çok romantik bakıyorum bazen hayata. 

halbuki iflahı sikilmiştir şöförün yorgunluktan. 

dümdüz yolunda gidiyor işte. 

beni de evime götürüyor. 

çok acı. 

her başladığım yolun bir şekilde evde sonlanması. 

yolda nasıl maceralar olduğunu biliyorum halbuki. 

biliyorum başıboş olmanın bazen hatta her zaman ne kadar güzel olabileceğini.

biliyorum o kızın dövmesinin de bir hikayesi olduğunu, 

'aletim çalışmıyor artık' diyen adamın gülerken üzüldüğünü, 

şöförün arabayı düzde tutmak için, hayatını düz tutmasını gerektirdiğinin bilincinde olduğunu, 

hepsinin kendini kahraman zannettiğini biliyorum, 

onları kahramanlaştıracak kişilere ihtiyaç duyduklarını da biliyorum, 

peki bir insan bir insana bu duyguyu tattırmalı mıdır? 

onu kahraman gibi hissettirmeli midir? 

sevgisini ve merakını gösterip tüketenlerin sonu ile aynı mı olur herşey? 

bu zincirin halkalarının biriyim bende. 

belki birinin kahramanıyım, belki biri benim yüzümden çok değerli, çok kahraman gibi hisseden biri. 

dışarıda yağmur başlamış, 
ben bunları size anlatırken. 

'çok kalabalık be istanbul' diyor bir amca. 

aslen trabzonluymuş,buraya göç etmiş. 

kalabalık diye şikayet ediyor. 

yeni anne olduğu olan biri ise çocuğunu susturmaya çalışıyor, 

bir genç kız ise otobüste yerde oturmuş etrafını izliyor. 

biri, çoktan ayrıldığı sevgilisinin neden o çocuğu geri takip ettiğini sorguluyor. 

hepsinin bir hayatı var elbet. 

otelde gördüğüm kızdan daha karmaşık belki. 

peki benim yazmaya devam etmek için hepsinin hayatını bilmem şart mı? 

hepsini satırlarımda doğramak istemek doğal mı? 

onları başta kusursuz görüp, çatlaklarını farkedince onlardan, sevgililerden uzaklaşmam normal mi? 

bilmiyorum. 

ineceğim yere gelmişiz, 

en iyisi inmek ve biraz ıslanmak. 

herkesi hikayesine ve yaşayışına bakmadan ıslatan yağmurun altında. 

'yağmur'a.



 

16 Temmuz 2024 Salı

potansiyel ziyanları 4/son



kapı deliğinden onu izlemeye devam ederken farkettim ki artık onda onu değil kendimi görmeye başlamışım. 


onu artık bu kadar istemememin sebebi kendimden başka birşey değil. 


yatakta sadece misyoneri sevmesi değil, 

geceliğin ona yakışması değil, 

beni aldatması ya da teşebbüs etmesi değil, 

'sen nasıl erkeksin bir yer bile bulamıyorsun sevişmek için' demesi de değil, 

ilk cinsel deneyimini yaşattığı erkekler de değil, 

kendisini istemeyenin peşinden koşması

sigara içmesi, uyuşturucuyu merak etmesin bile değil. 

bunlar zaten çok genel. 


kendimi ve yitip giden zamanlarımı görmem.


gözgöze geliyoruz kapı deliğinde. 


sanki gözlerinin karasında kaybolmaya başlıyorum. 


çocukluğumu hatırlıyorum birden. 


ninemin ve dedemin elime soğuk su bile dökmedikleri güzel günleri,

futbol spikeri olma hayallerimi, 

mahallenin efendi çocuğu olduğum zamanları... 


şimdi ne oluyor da bu hallere evriliyorum? 


kim koydu odama bu kadar kitabı? 


kim yerleştirdi zihnime yazarlıktan para kazanma gibi bir hedefi bilmiyorum. 


onun gözlerine bakmaya devam ettikçe kayboluyorum. 


eriyen giden zamanım beni korkutuyor artık. 


elimde bir değnek olsa belki, 


ne yağmurlar yağdırmak isterdim ne de tüm gündüzleri yazmak için gecelere çevirmek. 


sadece acının geçmişini silmek isterdim. 


onun içinde kendim içinde. 


hayır yapmayacağım, 

telefonu açmadığım gibi kapıyı da açmayacağım. 


elbet gidecektir. 


gidene kadar da izleyeceğim. 


bana beni bu kadar korkutucu hale getirmesini anlayamıyorum onu izlerken. 


peki ya o beni izlerken korkuyor mu? 


bilmiyorum. 


göksu'nun o gün masada söylediği çocuk ile ilişkisi olduğunu duymuştum. 


et olarak kullanmış çocuk. 

çok güzel kullanmış 1-2 ayda. 

olması gerektiği gibi, 2 aydan fazla dayanması zor biriydi zaten. 

aferin sana çocuk. 


yeni neslin en büyük problemi. 


hemen bedenini teslim etmek. 


erkek uğraşmazsa, aşık olmaz. 


ya da kızın uğraştığını sezmezse. 


arkadaş olmak istesem, anlatırdım ona bunları. 


ama artık mutlu olmasını bile istemiyorum. 


umarım reyhan gelmeden gider. 


biraz iyilik yaptım ona, biraz da kötülük tabi ki. 


herhangi bir insan gibi. 


hem kendimi hem seni güvende ve sağlam hissettirmek isterdim ama hayat her zaman istediğin gibi ilerlemiyor. 


halen bekliyor beni kapıda,açmayacağım.


açmayacağım ama sesimi de çıkarmayacağım.


bana hiçbir şey katmadı neredeyse, hakkını yemeyeyim öykülerime, yazılarıma birkaç kez ilham olmuşluğu var. 


ondan geriye kalacak olan tek şeyde kelimeler. 


ve yatakta arzuladığım arkadaşları. 


google'ın ara sıra hatırlattığı fotoğraflar. 


onları yazmakta muhakkak bana zevk verecektir. 


umarım öğrenmez, bilmez. 


göksu'ya yazdıklarımı ve aldığım cevabı. 


iki karaktersizin birbirine yalan söylemesi en doğalı olacaktır. 


sırtını döndü gidiyor, gittiğinde açacağım kapıyı. 


son kez kokusunu sezmek için. 


sayıların değişmesini izliyorum hayatımda, 


yaşımın her saniye ilerlediğini biliyorum, saatin sesini duyuyorum, gökyüzünün kararmasını görüyorum ve günlerin sevgilimin gittiği gibi gitmesini. 


en son ne zaman bu duyguları hissettim bilmiyorum. 


belki de ninem öldüğünde. 


reyhan geldi, umarım karşılaşmamışlardır. 


birşey yok gibi davranıyorum, 'kapı önünde bekliyordum seni' yalandan. 


mutlu olsun diye. 


geceliği giyecek zira. 


o gitti, 


belki değişecek artık. 


en azından benim kadar yükselmeye çalışacak. 


tutunmaya çalışacak hayata. 


mevsimler değişir, o da değişecek tabi. 


aynı kalacak değil ya. 


peki benim düşüncelerim değişecek mi? 


neden aynı kalma korkusunu yaşıyorum? 


yaşlanınca böyle olmak istemem, değişmek şart. 


gözlerimi kapatıyorum, 

gözüm yine kapı deliğine gidiyor. 


apartmanda saklanıyor sanki, çocukluğum. 


bir alt katta, ailesinden gizli oyun oynayan çocuk oradaymış gibi. 


daha masum duygular ile yoğurulurken çıkıyor sevgilim karşıma. 


o yaşta tanışıyorlar ne güzel. 


neden düşüncelerim hemen sana dönüşmek zorunda? 


başka birini yazsam, düşünsem olmaz mı? 


onu yazdığım dönemler çok hoşuna giderdi herşey. 


değerini gözümde yitirdiği günden beri ise, sadece kötü manada bir ilham oldu bana. 


ilk ayrıldığımızda çok kötü zamanlardan geçiyordum.


kötü denilebilir mi bilmiyorum aslında, 


aylak aylak gezebiliyordum,

üretebiliyordum, 

istediğim konserde, 

istediğim tiyatroda, 

istediğim otelde bulunabiliyordum.


asıl şimdi mutsuzum. 


zira üretemiyorum. 


hâlen öyküm bitmiş değil, 

en melankolik öyküm, 

'hayatım.'


belki o bitti bitecek. 


son satırı muhakkak ki:


'yağmura çok teşekkür ederim, 

bugün sadece cesedime yağdı'


olacak. 


ya da gidenlerin ardından, 


'herşeye rağmen güzel bir yazdı'


diyeceğim. 


acı geçmişi değiştirmek isterken bile sevgi görmüyordum yaz öncesinde. 


şimdi yanımda iyi ve güzel bir kadın var. 


daha iyi sevişiyor, 

daha iyi yemek yapıyor

ve 

daha önemlisi


okuduğum kitapları, yazdığım yazıları merak ediyor. 


bunlar beni mutlu etmeye yeter mi bilmiyorum. 


ben kapı deliğinden baktıkça sadece kendimi görüyorum artık. 


onu değil, onunla yaşadıklarımı değil. 


zavallılığımı, 

haykırışlarımı, 

çabalarımı, 

geçmişimi,

kötülüğümü, 

iyiliğimi,

baskıyı. 


bulunduğum saçma ortamları, 

4 yıllık bir vakit kaybını, 

ailemi, 

yakınlarımı, 

anılarımı, 

hırsızlıklarımı, 

çocuklarımı, 

açlığımı, 

çılgınlığımı... 


onu görmeye başladığımda ise, 


yalnızlığını, 

göksu'yu,

bedenini, 

ilgi arzusunu, 

kafasının içindeki boşluğu, 

bağırışlarını, 

amaçsızlığını, 

düşüşünü

ve

ne kadar beni alçaltsada yükselişimi

görüyorum.


gitti. 


televizyonun karşısına geçmek en iyisi olacak. 


beynimi boşa aldığımda hep bunu yaparım. 


ama bugün pek boş durmam mümkün değil. 


geçen gün bir arkadaşımı kaybettiğim geldi aklıma, 



bir aptal gibi işaretlere kör kalmıştım, gözüm boyanmıştı aşktan ve tutkudan.


boşlamıştım onu son günlerde. 


hayatımın satır aralarını okumayı es geçmişim, hep ana temaya yüklenmişim o zamanlarda. 


onu gördüğüm son gece ile sevgilimi gördüğüm son gece arasında ne kadar fark var. 


biri bana sarılırken;


'sabahlar dostum, evet onlar iyi ama bu geceler günlerden daha zor' demişti. 


onun için geceleri gündüz, gündüzleri geceleri yapmak isterdim. 


sevgilim ise bana kötü anılar dışında güzel bir cümle bile bırakmadı. 


reyhan sesleniyor içeriden. 


tam istediğim gibi olmuş. 


ama uyuyacağım, 

üzgünüm, 

bu gece kendimden kaçmam lazım. 


peki ya rüyalar? 


bu gece rüyalarıma kim girecek? 


giden dostum mu? 


yoksa pek de iyi davranmadığım eski sevgilim mi?

12 Temmuz 2024 Cuma

potansiyel ziyanları/3

 




(öykünün ilk 2 kısmına anasayfadan ulaşabilirsiniz. 4 ya da 5. bölüm ile biter..) 



'sindirella kompleksi' diyorlar. 


içinde bulunduğu koşullardan, sorumluluklardan kaçmak için karşısına çıkan, küçücük bir ilgi görse bile onlara kanıp birden kendini erkeğin yatağında bulan kadınların bu durumuna. 


bir kurtarıcı, bir beyaz atlı prens ararken rezil olma hali. 


yalnız olmaktan nefret ederler, adeta deriye temas etmeden yapamazlar, ilgisizlikten korkarlar ve hep bir erkek ile yaşamak isterler. 


arada 'ben ilişki istemiyorum' bahaneleri ile kandırıp dururlar kendilerini. 


kısa süreli bir sevgi bombardımanına maruz bırakırsanız bunları, ertesi gün çıplak görebilirsiniz.


değersiz hissettiği zaman, bir kadınla öylesine konuştuğunuzu gördüğü zaman, kendisinden daha güzel biri ile arkadaş olduğunuz zaman cinnet geçirirler. 

intikamları ise bedenlerini size sunarak alırlar. 

yine böyle bir sebepten aradı beni galiba, değersiz hissettiği bir dönem. 

duygusal boşluk. kullanışlı. 


artık ilgimi çekmeyince, üstüne üstlük dün gece olanları görünce sıyırmış olmalı. 


evden çıktım, yürüyorum. 


fakat yanına gidip gitmeme konusunda halen kararsızım. 


ne hissettiğimi de bilmiyorum, dükkanın camındaki yansımada yüzümün donukluğu bana bile korkunç geliyor. 


kaybolup giden sesleri duyuyorum caddede, 

yağmur gibi: karanlık ve fısıltılı. 


hiç melek yok, herkes insan bu sokaklarda. 


onun yanına bir telefon ile gitmektense, kafede oturup öykümü tamamlayabilirim, ya da orhun'u arayıp daha kaliteli bir vakit geçirebilirim. 


şikayet dinlemek istemiyorum artık kimseden, benim hakkımda. 


en suçlu benim zira, biliyorum. 


beni gidip arkadaşlarına anlatabilir, ben olmadan. 


reyhan'ı evde bu yüzden mi tek bıraktım? 


nefis sırt, güzel göğüsler. 


umarım geceliği giyer. 


şahsiyete ihtiyacı var biraz sevgilimin, geceleri düşündüğü şeyleri değiştirmeli. 


insanın şahsiyeti geceleri ne düşünüyorsa, yalnız kaldığında kendine ne diyorsa odur.


toplum içinde hepimiz maske takarız.


arıyor yine, gitmeyeceğim vazgeçtim. 


böyle yapmam onu düşündürür. 


gitmeyeceğim. 


güzel bir ilişkinin başlangıç evresindeyim, görmek istemediğime karar verdim. 


vardır etrafında başka erkekler, ilgi isteği bok gibidir. 


sinek seçmez. 


onlara kussun dertlerini, kötülesin beni. 


'4 yıl bana neler yaptı'


ne yaptım? 


en sevdiğin pozisyon misyonerdi işte, sıradandın. 


oturdum bir yere, etrafı izliyorum. 


gözüme birini kestirip dinliyorum, belki birşeyler yazarım. 


tesadüfen orhun'u görüyorum, aramaya gerek kalmadan yanıma geliyor. 


öykümü sonra yazarım. 


göksu gibi tipler bana ilham veriyordu yazma konusunda, çok üzgünüm bir daha onu göremeyeceğim için. 


orhun'a anlattım yine herşeyi. 


sevgilimi görmek istemediğimi, reyhan'ı, geçen restaurantta olanları... 


'uyumsuzsun' dedi. 


'değilim' dedim. 


'öylesin' dedi. 


'belki insanlar birbirine uyum isteği ile aptallaşıyor' dedim. 


'herkesin burnu bile aynı baksana. bu nasıl bir uyum?'


'hayır, kadınlar ile ilişkilerde uyumsuzsun' dedi. 


'seni anlamakta zorluk çekiyor olamazlar mı?' diye sordu. 


bak bu konuda haksız değildi galiba. 


ama haklıda değildi. 


evet sadakat konusunda haklıydı, geçmişte kendi seviyemi görmek için bir şeyleri zorladığım doğruydu. 


hiçbir şey yapmıyordum. 

konuşuyordum sadece, formuma bakıp asıl amcığa geri dönüyordum. 


ben darlanmaya gelemiyordum, gereksiz kıskançlık beni boğar. 


ilişkinin değeri düşer, rekabet hissetmeye başlarım. 


peki sevgilimle aramdaki duygu bu olabilir miydi artık? 


'rekabet' 


hiç sanmam.


o öyle olabilir. 



4 yıllık ilişkimizin hemen bitiminde, biriyle beraber olduğunu duymuştum. 


sindirella. 


erkekler için et parçası olmaktan kurtul. 


erken biter ilişkilerin yoksa. 


o yüzden arıyor şimdi beni, umrumda değil diyorum orhun'a. 


'aferin' diyor. 


eve gitmek istiyorum, 


beni bekliyor parçam. 


zili çalıyorum.


reyhan çoktan gitmiş, bu gece 31'i tercih edeceğim. 


yatağa geçtim. 


gecelik duruyor, kaç kadın giydi acaba bunu? 


oscar wilde bile giyer bunu benim için. 


eski sevgililerimde onlara aldığım iç çamaşırlarını giyip, başka erkekler ile kıyaslıyolar mı acaba beni? 


'Söyle bana şimdi, bebeğim, o sana karşı iyi mi?


Sana yapabilir mi o

benim yaptığım şeyleri? '


diyor Bruce Springsteen. 


neyse. 


bir not iliştirmiş yatağa reyhan. 


'potansiyel ziyanısın' yazmış. 


neyden korktuğumu iyi öğrenmiş.


sevgilimden daha iyi. 


balzac hakkında ilginç birşey okumuştum. 


taşakları şişene kadar sevişirmiş, fakat boşalmazmış. 


'bir roman daha heba edemem' dermiş. 


belki de böyle bir şeyi kastediyor reyhan. 


ya da daha iyisini yapabileceğimi düşünüyor. 


parasal olarak potansiyelimin en zirvesindeyim, kültürlü bir aylağım. 


ama ya diğer şeyler.


ergenken erkin koray posterini çaldığım o kız. 


potansiyelimi belki en iyi o biliyordu. 


ne yapıyor acaba şimdi?


ya akademi hayallerim? 


hank moody gibi olup, üniversiteli çıtırları götürecektim belki. 


bu kelimenin beni nasıl tetikleyeceğini iyi öğrenmiş reyhan. 


'komplekslisin' demek kadar beni tanımayan, 'başarılısın' demek kadar ego zedelemeyen iki kelime. 


'potansiyel ziyanısın'


bu gece sikim kalkmaz. 


geçmişe takılı kalmak potansiyelimi ziyan ediyor belki de. 


takılmamak lazım. 


mutlu taklidi yapmamak lazım en azından ciddi bir şekilde dalga geçmeden konuşmalıyız.


eskiden mutsuzken üretebilirdim, şimdi yok. 


ya eskiden mutsuz değildim, ya da şimdi gerçekten mutsuzum ve üretemiyorum.


seinfield açıyorum yine kafamı boşaltmak için. 


yanlış bir bilgi geçiyor dizide. 


elaine banes tolstoy'un savaş ve barış kitabı için verdiği bilgi yanlış. 


o kitap için ilk düşünülen isim 'iyi biten herşey' idi. 


kapının zili çalıyor, delikten bakıyorum 'reyhan' geldi zannediyorum. 


hayır. 


sevgilim gelmiş. 


sevgilim demek çok tuhaf. 


eski sevgilim diyeceğim, yenisi var gibi zira artık. 


saygısızlık etmek istemem ona. 


delikten bakıyorum, öfkeli. 


çünkü ekildi. 


o da delikten bakıyor. 


bakmaya devam etsin. 


ben düşüşünü, o ise yükselişimi izleyerek devam edecek. 


kapıyı açsam mı diye düşünmeye devam ediyorum, yine çalıyor zili. 


geceliği ilk ona almıştım. 


içeri girerse giymeye ikna eder miyim? 


bilmiyorum. 


düşüneceğim.

10 Temmuz 2024 Çarşamba

potansiyel ziyanları/2



(öykünün 1. bölümü için/ https://muhafazakarolmayanblog.blogspot.com/2024/06/potansiyel-ziyanlar.html?m=1 ) 


 -senden nefret ediyorum

+ben etmiyorum

-güzel bir anı olarak kal istiyorum

+ben istemiyorum


böyle bir tartışma ile başlayan gün nasıl güzel gidebilirdi ki? 

elektriklerin kesilmesine şaşırmamak lazımdı. 

'garip bir sabah, yalnız geceden daha iyidir'

 motivasyonu ile hareket edeceğim anlaşılan. 

herşeyi öğrenmiş sevgilim. 

göksu'yu, dövmeci ev arkadaşını ve arkadaşlarını ne kadar sevmediğimi. 

iyi oldu, sevindim aslında. 

geçen ki olaydan sonra vicdanım da pek sızlamıyordu artık. 

olsundu. 

yatakta bastığı için beni, öfkelendi. 

ev arkadaşıyla hemde. 

öfkelenmesi normal, peki ya benim ona olan öfkem normal değil miydi? 

bence öyleydi. 

evden bir hışımla çıktı, saat gece 5 elektrikler kesik.

evden çıkmaya çalışırken yere kapaklandı. 

komikti. 

sırılsıklam olmuştu üstü başı. 

reyhan, yatakta uyuyordu. 

hiçbir şeyden haberi yok olan. 

sevgilim ile ilk tanıştığım an, bütün kadınları ve hayatımdaki tüm stresleri unutmuştum aslında. 

çok yorucuydu ondan öncesi, ondan sonrasının daha yorucu olacağını bilemezdim. 

eski benin, yeni benden daha iyi olacağını bilemezdim. 

"eskiden o kadar da mutsuz değilmişim, sadece öyle hissediyormuşum, bir nevi intiharın romantize edilmesi durumu gibi" dedim reyhan'a

şimdi içerisinde bulunduğum durum, üretmemi bile engelliyor. 

reyhan'ın umrunda değildi bunlar, ya oyun oynamak istiyordu, ya da ağzına almak. 

ikincisini tercih etti. 

boşaldım. 

3 saniye de olsa beynim boşaldı. 

bu sıralar boşalmak daha melankolik yapıyor beni, bilemiyorum. 

belki de durumun ahlaksızlığından olabilir. 

Bukowski'nin bir sözü vardı;

'mutsuz olmayı mutluluk olarak gördüğümden beri mutluyum'

bu sözü uzun süre hayatımda motto yaptım, çok işime yaradı ama dedim ya o zamanlar bu kadar mutsuz değildim galiba. 

kalktım yatağımdan. 

hayallerimdeki kadının gidişini izledim, 

hayatımda şuan var olan bir et parçasının ise yataktaki halini izliyorum. 

bana kahvaltı hazırladı, et parçası. 

sanırsam o gün ona da birşeyler hissettim. 

seviyorum böyle kadınları. 

döndüm yüzümü ona, 

teşekkür ettim, 

teşekkür etti. 

dün gece için. 

'hiç böyle sikilmemiştim' dedi. 

'hem fiziki, hem de duygusal'. 

o da ağlamaya başladı, 

kadınlar hep ağlıyor. 

rahatsız oldum durumdan, 

kalktım balkona çıktım, 

bir sigara yakasım bile geldi, 

ama ben sigara içmiyorum ki. 

böyle gergin anlarda çok tuhaf şeyler yapıyorum, sevgilimin sakinleşmesini beklediğim zamanlarda da bir pastaneye üzümlü kek yemeye giderdim. 

halbuki üzümlü keki sevmem. 

ya da o telaş ile bir filme bilet alır ve 20.dakikadan sonra çıkardım. 

mutsuzluk ve gerginlik vücuda aynı anda yüklendiğinde ise elim ayağım titrerdi,böyle sigara arardım işte. 

telefonum çalıyor, arayan sevgilim. 

+allah belanı versin! 

-amin

+bu kızla nasıl yaparsın bana bunu? 

-göksu ile daha kolay olurdu evet, twitterda yazacak bir hikayesi olurdu 'slay girls'

+dıt dıt dıt

-aloooo

kapandı herhalde. 

bir ünlem, bir soru işareti. 

ve kapandı telefon. 

travmalarım ile ilgili hep şakalar yaptım, 

hep. 

gidip kimseye ciddi bir şekilde anlatmadım. 

bir kere anneme anlatmak istedim, o da sormadı. 

bende odamda ağladım. 

yaşım 27 olmalıydı. 

berbat bir yıldı 2024.

işsizlik, 

ayrılık, 

arkadaş grubunun dağılması, 

bir sürü kadın, 

teyzemden gelen evlilik tavsiyeleri ve daha fazlası.. 

şimdi yaşım 40'ı geçti. 

kendi hayallerimi gerçekleştirdim. 

iyi bir yazarım, 

iyi bir eleştirmenim.

ama beni iyi eleştiren biri neden yok? 

neden bu deliliğim insanlara malzeme olmak zorunda? 

niye iyi anılıyorum hep? 

yazık değil mi şu kadınlara yaptığıma aslında? 

herkesin bilmesi gerekmez miydi bunları? 

bilmesi gerekirdi. 

reyhan ile başlamalıydım anlatmaya. 

'reyhan'

'ben öyle çokta iyi bir adam değilim'

'biliyorum' dedi. 

'nereden biliyorsun?'

'sevgilinin ev arkadaşı ile yattın'

'doğru' dedim. 

güldüm. 

'ilk o benim yarama dokundu, iyi yol kat etmiştim 4 yıllık ilişkide'

'sende böylesin işte, biraz doyumsuzsun, hayallerini gerçekleştirdin, istediğin kadın ile sevgili oldun, potansiyelinin en üstlerinde yine kötü karmayı çektin kendine'

'benim yarama dokunulmadığı sürece kimseye zarar vermek istemezdim'

gerçekten inanarak söylemiştim bunu, 

verdiğim çabayı almak isterdim, 

ama alamıyordum kimseden. 

gerçekten emek sarfetmek, bir ilişki içinde, iş oluş içinde bu kadar zor olmamalıydı. 

gözüm televizyona ilişti. 

koşular başlayacak birazdan, 

emeğimin karşılığını tek alabildiğim canlılar, atlar. 

yine telefon çalıyor, sevgilim arıyor. 

bu sefer açmayacağım. 

bana hep şanssızlık getirirdi, 

kötü zamanlarda olduğum zamanlarda beni araması. 

'ne güzel hipodrom yemyeşil, 

ne güzel atlar pasparlak. 

ne boktan benim hayatım simsiyah,

ve ne kadar da karartmışım pasparlak kızı.'

ilk koşu bitti kazandık, 

son koşu biraz şüpheli. 

son koşumu izleyip ölmek istiyorum. 

kimseye hesap vermeden, 

o rahatlıkla. 

adı üstünde son koşu. 

kaç dost yazdıysan, 

o kadar şanslısın, 

tek yazdıysan risk altındasın.

reyhan hiçbir şey anlamıyor anlattıklarımdan, izlediğim anda ki mutluluğumdan. 

bilmiyor ki anlam dünyamda neler saklı bu oyun için. 

olmasaydılar 27 yaşında intihar etmiştim. 

koşu bitti, 

sevgilim arıyor. 

açsam hayatımı ciddi bir şekilde ona anlatırım aslında. 

açıyorum. 

+konuşmamız lazım, gerçekten. 

-konuşalım. 

+buraya gelebilir misin? 

-uzak biraz, ama gelebilirim. 

+bekliyorum.

dıt dıt dıt.. 

giyindim, bana aldığı gömleği giydim, altıma pantolon. 

serseri gibi değil efendi gibi giyindim. 

çıkmadan reyhan'a, gece için saten geceliği giymesini söyledim.

sütyen ve külota gerek yoktu.

çıktım gidiyorum yanına, bu sefer erkek ismi duymama umuduyla. 


(öykünün devamı için 3.bölümü yazma keyfimi bekleyeceksiniz...)