Ucube'nin Tesettürü
I
Gecenin çürümüş teni yeryüzüne serilmişti. Sokak lambaları titrek bir huzursuzlukla yanıp sönüyor, yol kenarında biriken çöplerin kesif kokusu havaya karışıyordu. İnce topuklu ayakkabılarının sert kaldırımla buluşan sesi sokağın yalnız melodisini tamamlıyordu. Hayır, bugün o ayakkabılar yoktu ayağında. Bugün uzun siyah bir pardösü ve başında sıkı sıkıya sarılmış bir eşarpla yürüyordu. Adımları ürkek, ama içinde yanıp kavrulan yangınla gözü karaydı.
Mahalledeki bakışlar onu ok gibi delip geçiyordu. "Ucube." Bu kelimeyi ilk kez ortaokulda duymuştu. Yüzü bir tuhafmış. Hormon bozukluğu varmış. Sesi garipmiş. Sınıftaki çocukların alayları, teneffüslerde yediği tokatlar ve sinsi bakışlar yıllarca kabuk tutmayan yaralar açmıştı ruhunda. Kendini onarmaya çalıştıkça daha da kanıyordu. Erkek olamıyordu, kadın da saymıyorlardı. Ne olduğunu kimse tarif edemiyordu; herkesin dilinde sadece o kelime vardı:
Ucube.
Bu yüzden tesettüre girme kararı onun için bir kaçıştı aslında. Bütün o delici bakışlardan, tiksinti dolu fısıltılardan sıyrılmanın bir yolu. Belki Allah'ın huzurunda temizlenir, insanlar arasında da görünmez olurdu. Ama işler sandığı gibi gitmemişti.
Ne olmuştu da bir travesti tesettüre giriyordu?
Mahalleli bu yeni görüntüsünü gördüğünde delirmiş gibiydi.
Bakkalın önünde sigara içen dört adamın bakışlarını ensesinde hissetti. Onların yanından geçerken biri alçak bir sesle fısıldadı:
— Oha lan! Bu bizim Kaan değil mi? Şuna bak, başını örtmüş.
Bir diğerinin kahkahası boğazına dizildi:
— İmam hatip travestisi! Bu mahallede daha neler göreceğiz Allah'ım!
Adımlarını hızlandırdı. Pardösüsünün eteği yere sürtünüyordu. Yemin etti kimseyi duymayacak, kimseye aldırmayacaktı.
Fakat sesler peşini bırakmadı:
— Bak Allah seni ıslah etmiş de başını örtmüş, ama o surat yine sapık surat!
— Belki de fuhuşta örtü modası başlamıştır?
Sokağın sonuna varınca dizlerinin bağı çözüldü. Soluk soluğa bir apartman duvarına yaslandı. Gözleri yanıyordu. Hayır, ağlamak istemiyordu ama gözyaşları ihanete uğramış gibi kendini serbest bırakıyordu. Tesettüre girmek bile kurtarmamıştı onu.
Hangi yolun sonunda makul insan olabilecekti?
Evine vardığında gece olmuştu. Aynadaki yansımasına baktı. Başörtüsü kaymış, saç telleri ortaya çıkmıştı. Elini başına attı ve eşarbını hızla çekip çıkardı. Saçları dağınık bir şekilde omuzlarına dökülürken aynadaki gözlerindeki karanlık daha da büyüdü.
— Sen nesin be? diye fısıldadı kendi kendine.
Cevap gelmedi. Yıllardır gelmemişti zaten.
Telefonuna bir bildirim düştü. Eski tanıdıklarından biri mesaj atmıştı:
“Kaan, sen tam bir şovsun ya! Bırak bu oyunları. Erkek gibi yaşa. Tesettür nedir lan?
Parmakları titredi.
Erkek gibi yaşa.
Bu cümle beyninde yankılanırken duvara yumruk attı. Parmaklarından sızan kan, yılların bastırılmış öfkesiyle birleşmişti.
Gece yarısıydı. Perdeleri çekip yorganının altına gömüldü. Uyuyamayacağını biliyordu. Sokakların sesleri hâlâ kulaklarındaydı. Kendi iç sesi bile onu rahat bırakmıyordu. Fuhuş tek yoldu diyorlardı, çünkü başka bir seçenek yoktu. Ama o direniyordu. Pisliğin içine çekilmek istemiyordu. Evet, toplum ona yaşamayı çok görmüştü ama hâlâ bir umut kırıntısı vardı içinde.
Ertesi sabah midesi boş ama kafası dolu bir halde tekrar sokağa çıktı. Karşıdaki camiden yine ezan sesi yükseliyordu; sesi kesik kesik yankılanan martılara karışıyordu. Belki de Allah'ın göğsünde böyle karmaşa yoktu. Belki Allah, insanların eğri bakan gözlerini değil, yamalı kalpleri görüyordu. Bu düşünceyle caminin avlusuna adım attı.
İlk adımda taş gibi gözler üzerine yapıştı. Fısıltılar peşinden sürüklendi:
— Tesettürlü travesti!
— İyice sapıttı bunlar.
— Allah bile affetmez bunları…
Duymazdan geldi. Vücudu titriyordu ama ayakları geri dönmeyecekti. Tam cami kapısına vardığında bir el sertçe omzunu kavradı. Gözleri yanıyordu adamın. Belki ibadetten çıkmıştı ama ruhunda zerre kadar merhamet yoktu.
— Lan! Sen ne halt etmeye buradasın? Git başka yerde günah işleyip tövbe et!
— Beni Allah’la yalnız bırak, dedi sakin ama titreyen bir sesle.
— Bırakmam! Mahallemizi kirletiyorsun. Bu kutsal yere adım atamazsın! Anladın mı?
— Allah’ın evi diyorsunuz ama kapısında bekçilik yapıyorsunuz! Kimin adına? Kendinizden başka kimseye mi tapıyorsunuz?
Bir an sessizlik oldu. Diğer gençler toparlanıp yanlarına geldi. Kahkahalar havada uçuştu. “Vay terbiyesize bak!” diyen biri daha ileri atıldı. Adamın gözlerindeki öfke büyüdü. Bir anda cami avlusu pazar yeri gürültüsüne dönmüştü. Ellerini sıktı ama ne fayda... Bu mahallede nefes almak bile fazlaydı onun için.
Bir taş ayaklarının dibine düştü. Daha fazlasını beklemeden sırtını dönüp yürümeye başladı. Arkasında yükselen sesler gittikçe bulanıklaşıyordu. Kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu.
Eve döndüğünde aynanın karşısına geçti. Başörtüsünü tekrar başına geçirdi. Yüzü sertleşmişti, gözlerinde öfkeyle karışık bir kararlılık vardı. Bu şehirde kimseye kendini sevdiremeyecekti. Belki Allah biliyordu; belki de bu örtü onun isyan bayrağıydı. Toplumun istediği gibi değil, kendini korumak için verdiği bir savaştı.
Başını öne eğdi, alnı aynaya değdi. Tek bir soru beynini kemiriyordu:
Allah şahidim, bu savaşı kazanabilecek miyim? diye düşünürken uyuyakaldı.
II
Sabah olduğunda yastığa yapışmış saç telleriyle uyandı. Göz kapakları kurumuştu. Aynanın karşısına geçti. Başındaki örtüyü düzeltti, çenesinin altından sıkıca bağladı. Aynadaki yansımasına dik dik baktı. Onların dediği gibi ucube değil, var olmaya çalışan bir insandı. Nefes alan, inanan, seven bir insan.
Kapıyı çekip sokağa çıktığında yüzüne çarpan rüzgarla ürperdi. Hava soğuktu ama çürümüş şehir sıcağı her köşeye sinmişti. Ayağının hemen dibinde ezilmiş bir prezervatif duruyordu. Biraz ilerde birkaç tanesi daha vardı. Sokak geceden kalmaydı. Yüzü buruştu ama midesini kaldıran şey bu değildi — düşüncesiydi:
Fuhuşa mahkum edilen arkadaşları… Onlara günah diyorlardı ama bu günah kimindi? Bedeni satmak zorunda bırakılanın mı, satın alanın mı? Kimsenin yanıt verecek cesareti yoktu buna.
Yürümeye devam etti. Kaldırımın köşesinde iki kadın birbirlerine yaslanarak sigara içiyordu. Biri parlak mavi bir kürkle kışa meydan okurken diğeri incecik bir eteğin içinde titriyordu. Göz göze geldiler. Kadının dudakları hafifçe kıvrıldı:
— Sabah sabah hidayete eren bir travesti… Dünya gerçekten bitiyor demek ki!
Diğeri kahkahayla ekledi:
— Belki de seçimden önce cumhurbaşkanının "eşcinsellere iyilik yapacağız" dediği vaat buydu! Seni tesettüre sokmak!
Gülüşleri sokağa yayıldı. Ama o durmadı. Suratında ifadesiz bir maske vardı artık. Politikacılar her zaman iki yüzlüydü. Seçimden önce bir el uzatıp seçimden sonra ayakkabının tabanıyla kafaya basarlardı. Allah’ın adını bile oy toplamak için ağızlarına sakız yapıyorlardı. Bu şehirde herkes ya şeytan ya da şeytanın piyonu olmuştu.
İlerideki dar sokak cemaatin hakimiyetinde olduğu mahalleye açılıyordu. Gözleri birkaç siyah cüppeli adamı seçti. Bellerine kadar inen sakalları ve yüzlerindeki sert ifade, yürüdükleri her yeri bir mahkeme salonuna çeviriyordu. Yanlarından geçerken fısıltılar duyuldu:
— Görüyor musun? Başörtülü travesti diyorlar.
— Allah belasını verecek bunun!
Gözleri yere dikili yürümeye devam etti. Sokağın ortasında yaşlı bir adamla burun buruna geldi. Adam bastonuna yaslanarak konuştu:
— Kızım… Ya da her neysen… Bu hâlinle neden böyle dolanıyorsun?
Dudakları titredi ama kendini topladı.
— Tesettür benim inancım.
Adam başını salladı, gözlerinde anlam arayan bir ifade vardı.
— Tesettür inançtır evet… Ama kadınlara inmiştir. Sen kadın mısın?
Derin bir nefes aldı, göğsüne saplanan o soruya karşı koymak istiyordu ama kelimeler boğazına düğümlendi.
— Kendimi kadın gibi hissediyorum… Ruhum kadın. Allah ruhlara mı bakar, bedenlere mi?
Adam ona uzun uzun baktı, sonra başını eğip mırıldandı:
— Allah ruhlara bakar, evet… Ama insanlar buna bakmaz evladım. Bu sokakta seni yakarlar.
Bu sözler üzerine yutkundu ama geri adım atmadı. Sırtı dik bir şekilde yürümeye devam etti.
Aklında tek bir düşünce yankılanıyordu: Bedenle sınanan inanç, ruhu çürütür müydü?
III
Yaşlı adamın "Bu sokakta seni yakarlar," sözü beyninde yankılanırken gözleri doldu. Yutkunmaya çalıştı ama o düğüm boğazına oturmuştu bir kere. Başını eğip susmak istedi ama içindeki yangın buna izin vermedi.
— Zaten yakıyorlar… dedi hıçkırığına engel olamadan. Bir adım geri çekilip eliyle gözlerini silmeye çalıştı ama yaşlar durmuyordu.
— Bu şehirde bana ne verdiler ki? Fuhuş… Sadece fuhuş! O da lütuf gibi. Normal bir iş bulabilir miyim? Hayır. İnsan gibi yaşayabilir miyim? Hayır. Bir travestiye başka ne hak tanırlar ki? Temiz bir yaşam mı? Namus mu?
Adam şaşkınlıkla dinliyordu. Bastonuna daha sıkı yaslandı.
— Eylül Cansın… dedi sesi boğuklaşarak. — Adını bilir misin bilmiyorum. Kendini öldüren bir travesti. Köprüden atladı. Kimse ona bir hayat şansı vermedi. Ne bir iş, ne huzur… Ailesi bile kabul etmedi. "Ölümlerimizi bile layık görmüyorlar insanca." demişti bir gün. O da intiharı seçti.
Gözyaşları yanaklarından süzülürken sesi daha da titredi.
— Ben de mi kendimi öldüreyim? Yoksa sabredip Allah’a mı yöneleyim? Ama onlar buna bile izin vermiyor. Allah’a yöneleyim diyorum, şu hâlime bak. Şuradaki adamlara bak. Bir taşla peşime düşmeye hazırlar. Allah onların mı yoksa benim mi?
Adamın yüzünde bir gölge belirdi. Derin bir nefes aldı ve gözlerini yere dikti.
— Ben… dedi tereddütle,
— Sana başta önyargıyla yaklaştım. Elimden gelmedi. Ama şimdi bakıyorum da… Sen, buradakilerin çoğundan daha fazla inanıyorsun. Onların göğsünde Allah değil, kibir oturmuş. Ama senin kalbinde gerçekten O var gibi...
Bu sözler etraftaki diğer cüppeli adamların dikkatini çekti. İçlerinden biri öfkeyle yaklaşıp yaşlı adama sert bir şekilde bağırdı:
— Ne diyorsun sen Hacı? Böylelerine cesaret verirsen caminin eşiğini bulamayız yakında! Allah'ın kitabında bunların yeri yoktur!
— Allah'ın kitabını sen mi yazdın? dedi yaşlı adam öfkeyle. Bastonunu yere vurdu. — Belki de ben değil, sen tövbe etmelisin! Kalbin taş kesilmiş. Onun kalbi senden daha yumuşak!
— Sen de sapıtıyorsun artık! diye bağırdı cemaat üyesi. İnsanlar başlarını kaldırmış tartışmayı izliyordu. Aralarındaki tansiyon giderek yükseliyordu.
Travesti olduğu yerde kalakalmıştı. Tartışmayı gözyaşları içinde izledi. Ellerini sıkıyordu ama ne yapacağını bilemiyordu.
Bedenlerin değil, ruhların çarpıştığı bu dünyada hep yenilen o olacaktı.
Gözyaşları arasında mırıldandı:
Allah beni duyuyor mu? Yoksa kulakları da onlar gibi mi sağırlaştı?
Sokağın sonunda belirsiz bir sessizlik vardı. Ama içinde bir kıvılcım yanmaya devam ediyordu. Aklından tek bir cümle geçti:
İnsan kendini kurtaramazsa, belki Allah kurtarır. Ama önce inancına sahip çıkacak cesareti bulmalı…
IV
Dayanamayıp geri döndü. Adımları hızlanırken ayak bilekleri titriyordu. Arkasında hâlâ tartışan adamların sesleri vardı. “Allah'ın kitabı…” diyorlardı, “haram, günah” diyorlardı. Allah'ın adını öyle hoyratça ağızlarına alıyorlardı ki sanki sokakta satılan ucuz bir meta olmuştu.
Sokağın sonunda tekinsiz gölgeler belirdi. Kaldırım kenarında bir sigara izmariti ezildi. Birkaç adam duvara yaslanmış, ellerinde bira şişeleri, sigara dumanları arasında kaybolmuşlardı. Biri onu gördü, dudaklarının arasından pis bir ıslık yükseldi.
— Ooo, bizim tesettürlü de piyasaya düşmüş ha! Hacıya mı gittin, mürit mi arıyorsun?
Biri kahkaha attı, diğeri omzuna vurdu.
— Bu memlekette herkes fahişe zaten! Ama senin kılık tam ödüllük. Gece parti, sabah cami! Vallahi sistem çökmüş kardeşim!
Yüzünü buruşturdu ama hızla uzaklaştı. Arkalarından gelen kahkahalar kafasının içinde yankılanıyordu. Sokaklara bir türlü sığamıyordu. Adımlarını hızlandırdı, daha hızlı… İçindeki ses bağırıyordu: Bu dünya travestiler için bir mezar ama mezar taşı bile dikmiyorlar üzerimize. Gömmeden önce tecavüz ediyorlar ruhumuza.
Bir köşe başında yere çöktü. Ellerini dizlerine dayayıp nefes almaya çalıştı. Çırpınan bir kuş gibi soluğu yetmiyordu. Kaldırım taşında kurumuş bir kan lekesi vardı. Kim bilir hangi geceden kalmıştı. Kim bilir kim kaybolmuştu bu sokaklarda. Burada her iz bir trajediydi ama kimse dönüp bakmazdı. Fuhuş yapınca “pislik” derler, yapamayınca “ucube” derlerdi. Allah'ı mı ararsın burada? Allah bile korkup kaçmıştır bu mahalleden.
Başını ellerinin arasına aldı, gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Fısıldar gibi konuştu:
— Ya Rabbi… Bunların Allah'ı var da benimki yok mu? Eğer varsa… Neden bana senden bile kaçmam gerektiğini öğretiyorlar?
Yere çakılmış gibiydi. Ağlarken dudaklarının arasından bir cümle döküldü, belki de kimse duymasın diye Tanrı’ya fısıldıyordu:
Bana kimse merhamet etmiyorsa, sen de mi etmiyorsun Allah’ım?
Gözyaşlarıyla kalktı, sokakların arasında kayboldu. Sadece bir şey belliydi artık:
Belirsizlik bu şehirde Tanrı'nın bile çözemediği bir muammaydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder