Berkan, sabahları perdeleri açmadan uyanan bir adam.
Günün aydınlığını mahallenin seslerine bağlar, gün doğunca evde lamba yanıyor sanır, o kadar kopuk.
Kırkını geçmiş, sırtı hafif kambur, kolları ince ama elleri küt parmaklı; sanki yıllarca yumruk atmış da yorulmuş gibi. Saçı seyrek, sakalı darmadağın, dişleri sarı ama gülüşü garip bir samimiyet taşır.
Mahallede herkes onu tanır, “Berkan Abi” derler, ama kimse evine girmez. Kapısı hep kilitli, penceresi hep yarı aralık; içeriden küf kokusu sızar, sahaflardan topladığı veba bulaşacak kadar eski kitapların kokusu, günün tozu, gecenin paslı düşleri.
O herkesin aksine lekelerini herkesin görebileceği yerlerde sergiler, gün ışığından gizlemez birşeyi.
Berkan’ın evi bir mezarlık gibi; raflar sararmış kâğıtlarla dolu, yerler tozlu, masada yarım bırakılmış çay bardakları. Beslenme mi? Günde bir simit, bazen üstüne salça sürer, yanına da bayat ekmekle kahve. “Mide zaten çukur, neyi gömeceksin ki?” der, pis pis sırıtır. Ama ağzından dökülenler hep tuhaf bir bilgelik taşır: “Hayat, üstüne oturmuş boklu bir koltuk gibidir; kalksan götün kirli, kalsan kokuya mahkûm.”
Kimse böyle bir laf duymamıştır, duysa da unutamaz. Rahatsız eder, iğne gibi batar ama bir yandan da “Haklı lan bu herif,” dedirtir.
Gündüzleri mahallenin ara sokaklarında dolanır. Elinde poşet, içinde yeni bir kitap, bazen de sokaktan bulduğu kırık bir çerçeve. Çocuklar ona “Deli Berkan” der, ama yanına koşar; çünkü anlatır. Eski kentlerin unutulmuş hikâyelerini, sokak lambalarının altında kaybolmuş âşıkları, tahta masalarda içilmiş çayların nostaljisini. İnsanlar dinler, çünkü Berkan’ın sesinde bir şey var; yaşanmışlık değil, yaşanamamışlık. Umutsuzluğu öyle güzel giyinir ki, karşısındakine “Ben de böyleyim galiba,” dedirtir.
Gece olunca ise Berkan değişir. Kapıyı kilitler, ışığı söndürür, sadece masadaki küçük abajur yanar. O loşlukta oturur, düşünür. Belirsizlik boğazına çöker, nefesi daralır. Kimseye söylemez ama içi kurtlarla dolu; kafasında dönen tilkiler birbirini yer. “Mutluluk, birinin sana attığı kemikse, ben o köpekliği çoktan gömdüm,” diye mırıldanır kendi kendine. Kimse duymaz, duymasa da olur. Geceleri onun mahallesi başkadır; sokaklar değil, kafasının içi karanlık bir kent.
Ve sonra o fanteziler… Kadınsız bir adam ama zihni iğrenç bir şölen. Kimseye anlatmaz, anlatamaz da. Masanın altına sakladığı bir defter var, karalamalarla dolu. Çizgiler, kelimeler, bazen bir kadın bacağı, bazen bir göz. Ama hepsi gerçek dışı, hepsi sapkın. “Sevmek, birinin etini dişlemek isterken vazgeçmektir; ben o vazgeçişi hiç beceremedim,” diye yazar. Okuyan olsa midesi kalkar, ama bir yandan da Berkan'ın bu karanlık dürüstlüğüne hayran kalır. İğrenirsin, evet, ama elin gitmez değil mi, bir sayfa daha çevirmeye?
Gün içinde Berkan’ı seversin. Kahvede oturur, çay içer, iki laf eder. “Bak lan,” der, “eskiden bu sokakta bir adam vardı, her gece pencerede şarkı söylerdi. Şimdi o pencere boş, şarkı da bitti. Hayat işte, sesini keser ama boşluğu bırakır.” Dinleyen dalar gider, nostalji burnuna çöreklenir.
Gözleri uzaklara bakar, ama sanki hiçbir şeyi görmez.
Umutsuzdur, evet, ama o umutsuzlukta bir sıcaklık bulursun. Sanki senin de içindeki boşluğu alıp üstüne bir battaniye örtmüş gibi.
Bir gün mahallelinin biri sorar: “Berkan Abi, neden evlenmedin?”
Gülümsemesi donar, çay kaşığını masaya vurur. “Kadınlar,” der, “gözlerine bakarken kendini bulacağın aynalar ister. Benim gözlerimse kırık cam, baksan kanarsın.”
Cevap ağırdır, ama kimse üstelemez. Berkan böyledir; seni kendine çeker, sonra itiverir.
En büyük aşkı o eski kitaplar. Sahaflardan toplar, sayfaları lime lime olmuş, ciltleri çürümüş. Veba kokusu dedik ya, abartı değil. Parmakları sayfaları okşarken gözleri parlar, ama bu sevgi değil, bir tür saplantı. “Her kitap, yazanın gömdüğü bir cesettir; ben o mezarları eşelerim,” der. Okuyan tiksinir ama o kitaplar onun dostu, ailesi, belki de tek sevgilisi.
Bir keresinde mahalleden bir çocuk, “Berkan Abi, bu kitapları niye okuyorsun ki, hepsi ölü hikâyeler?” diye sorar. Berkan başını kaldırır, gözleri bulanık. “Ölüler konuşmaz, evlat,” der, “ama susmazlar da. Senin baban gibi bağırmaz, ama kulağına fısıldar.”
Babasıyla da derdi vardı Berkan abinin,ne onla uzlaşabildi ne de varoluşun diğer olgularıyla.
Kendini bildi bileli dünyanın ona anlattığı hikâyeyi dinlemiyor. Çalış, evlen, bir şeyler biriktir, öl...
Hiçbirini beceremedi. İnsanlar sistemin dişlilerine yağ olurken, o paslandı.
Babası bu yüzden gözünün içine bakmadan ölmek zorunda kaldı. “Senden bir bok olmaz,” dedi son kez, gözleri hastane odasının kirli pervazına sabitlenmişti. Haklıydı. Ama bazen, bok bile olmak istemezsin.
Hayatı böyle geçer; günler tozlu, geceler paslı. Ama bir gece, her şey değişir. Abajurun ışığı titrer, elektrik kesilir. Karanlıkta oturur, elinde bir kitap. Defterini açar, son sayfaya bir şey karalar: “İnsan, kendi gölgesine âşık bir köpektir; kuyruğunu yakalayınca bile ağlar.” Sonra defteri kapatır, kalkar, pencereyi sonuna kadar açar. Mahallenin soğuk havası içeri dolar, küf kokusuyla karışır. Derin bir nefes alır, ilk kez o gece uyumaz.
Sabah olur. Mahalle uyanır, ama Berkan yok. Kapısı açık, ev bomboş. Masada bir not: “Gidiyorum, çünkü kalmak bir cesedi cilalamaktan farksız.” Kitaplar raflarda, defter ortada, çay bardağı yarım. Mahalleli toplanır, şaşkın. Kimisi “Kaçtı herif,” der, kimisi “Öldü galiba.” Ama kimse bilmez, nereye gitmiştir.
Günler geçer, mahalle eski ritmine döner. Ama bir akşam, kahvede oturan biri burnunu çeker. “Bu ne lan?” der. Başkaları da hisseder; havada bir koku, keskin ama tanıdık. Eski kâğıt, küf, biraz da çay. Berkan’ın kokusu. Sokaklara yayılır, herkes durur, bakar. Kimisi ağlar, kimisi gülümser. O koku burnuna doldukça, Berkan’ı hatırlarsın; iğrençliğini, bilgeliğini, umutsuzluğunu, her şeyini. Ve birden, o an, bir orgazm gibi vurur: Gitmemiştir, hâlâ buradadır. Mahallenin damarlarında, sokaklarında, ruhunda.
Koku kaybolmaz, çünkü o kaybolmaz. Seni rahatsız eder, tiksindirir, ama bir yandan da içine işler. “Hayat, kokusuyla hatırlanır; geriye kalan hep çöptür,” demiştir ya hani, işte o koku, onun son zaferidir. Burnun yanar, gözlerin dolar, ama garip bir huzur bulursun. Berkan budur; iğrenç, güzel ve 'insan doğduğunda, öldüğünde ve biri ona uzun uzun baktığında unutulmaz' klişesinin aksine her zaman oralarda bir yerde hepimizin aradığı adam.