8 Ekim 2022 Cumartesi

otomatik biyografim

 Adım 25, yaşım Emirhan.


Mitoz bölündüm,zakkumun dibinden kendi çabam ile çıktım.


En sevdiğim film herhangi bir işçinin 24 saati, harfleri yemeye bayılırım.


En sevdiğim arkadaşlarım hayal kırıklığı ve beni 25 yıldır dinleyen,dilsiz olduğu için de cevap veremeyen ay.


Üniversiteyi kendimde bitirdim, rahatsız etme mezunuyum.


En sevdiğim yemek insan beyni, özellikle paketinde tüketilmeye hazır şekilde olanlardan.


Hobilerim direnmek ve bitmiş kalemin son mürekkebi ile nokta koymaya çalışmak.


İnsanların beni çıplak sandığı kıyafetlerimi seviyorum. 


Herhangi bir burcum yok, karakterime uyanına rastlamadım.


Hayalimdeki mesleği söyleyemem sizde yapmak istersiniz.


Favori kitabım 'İtiraflarım' ama kendime olandan.


Hayvanları severim, dişi olanların 1.68 altını, erkek olanların az yiyenini.


En sevdiğim pozisyon herhangi bir yerimin uyuşmadığı pozisyon.


Yeteneğim yok varsa da beni keşfetsin.


5 yıl sonra kendimi zengin bir tuvalette sıçarken hayal ediyorum ya da klozete damlamış sidikleri silerken, gelecek hedeflerim çok yok:


-Afrika'da ki çocukları dövmek

-Mültecileri kendi ülkeme almak

-Yeni bir kutsal kitap yazmak

-Bağcık bağlamayı öğrenmek

-Askerde dayak yememek

-Acıktığımda yemek pişirebilmek


aklıma gelen hedeflerim.


Beni bu kadar tanıyan biri varsa buradaki hataları bulabilir ve onu tek bir parmağım ile alkışlama şerefine erişebilir.

13 Eylül 2022 Salı

eski sevgilinin prezervatifleri

eski sevgilinden kalma prezervatifler ile sevişir, 

'yaptıklarım arasında en iyi seks buydu' yalanını duymak isterdim.

mahallenin abilerinden ve pornolardan öğrendiğim seks pozisyonlarını denemek için dünden düşünürdüm vücudunu, başarısız olurdum genelde ama yine de inanırdım yalanlarına.

zira erkeklik gururu 350 lira viagraya verecek kadar hassas, gerçekten iyi bir seksten sonra 'itiraf etmek gerekirse diğerlerinden daha iyiydi/n' cümlesini duymayı bekleyecek kadar çocuksu.

spermlerimi şu ana kadar kimsenin dokunmadığı yerlerinde dolaştırmak isterdim, tıpkı senin hiç görmediğin şehirlere,ülkelere gitme arzun gibi.

fransa gibi mesela.

normandiya'yı işgal eden naziler gibi el koymak isterdim vücuduna,

almanya da kant'ın yürüyüşünü planladığı gibi düzenli bir hür-gür çıkarmak her gün.

devletinin yalanlarına inanan türk halkı gibi inanmak isterdim sana, dilin yalan söylemekten başka işlevlerini vücudunda göstermek isterdim tüm insanlığa.

bir çocuğun ilkokul heyecanını çözmek isterdim, cahilliğimi gidermek isterdim seninle. 

'oku baban gibi eşek olma' mottosunu 'seviş baban gibi duraksar olma' diye söyletmek isterdim tüm insanlığa,

vücudun benim için bir gitardan farksızdı aslına bakarsan, her dokunduğum telde evrensel aşk notalarını duyardım. 

'sen benim için çok farklısın, seni sonsuza kadar seveceğim,
hiç ayrılmayalım olur mu?'

en sevdiğim notalardı, nice şarkılar çıkmıştı bu notalardan.

prezervatiflerin bizi savaşlardan ve fakirlikten korumasını beklemediğim için seksten korumasını da hiç istemedim, eski sevgiline dönüşmek istemedim.

sevişmekte siyasi bir meseleydi bende, gözlerini spermler ile kaplayıp gördüğün şeylere tepkisiz kalma diye dünya ağaç nüfusunu azaltıyoruz.

amerikalı gibi sevişmekten, vücudunu ele geçirmekten kaçıyordum. benden önce kaç kişi fethetmiş bilmiyorum ama farketmemişler oranın amerika olduğunu,

hiç kimsenin keşfetmediği yerleri sırf 'burada ben ilkim' diyebilmek için keşfetmek beni colomb yapar mı?

ama eminim en iyi ben sömürdüm sevgilim!

ya da sömürge yalanlarına inanmak istedim,masum gördüm.

liberaller gibi zannederdin özgürlüğü, o kadar sınırsız o kadar ütopik. 

bilmezdin ki attığın her özgürce,cesurca adım beni ne kadar sarsardı.

zira ben senin faşistindim, benden başka/benden önce/benden sonra kime dokunduysan/kimle konuştuysan/kimle konuşacaksan onları engelleyen,unutturmaya çalışan bir big brotherdım.

aslım sosyalisttir,sadece sana faşistim diye kızardın,vajinana spermden ağ örmüştüm benden başka biri girince derinliklerine fark edebileyim diye.

kıskanmakta dahil midir faşizme?

dünya tarihini senin bedenin üzerinden tekrar yorumlamak istiyorum

Adem ile havva'nın günahını,
Habil ile Kabil'in cinayetini,
yazının bulunuşunu,
İstanbul'un fethini,
osmanlı'nın yıkılışını,
23 nisan'ı ilk defa kutlayan çocukların heyecanını,
eskiye bağlılığımızı bir antikacıya satmak istiyorum eğer 3-5 para verirse,

seninle yeniden öğrenmek/yaşamak istiyorum aslında

izlediğin filmlerdeki bütün erkek karakterler olmak, en tehlikeli anlarımızı dublör olmadan yaşamak, gitmek istediğin yerleri gitmişçesine anlatmak, gittiğimiz yerlerden yeni organlar,harfler ve yeşillikler almak.

sevgilim,

seks politiktir, sekse giden yol pahalıdır,sekste devamlılık önemlidir, kolektiftir, özgürdür...

kalk yerinden şimdi sil gözündeki spermleri, bir daha bak dünyana! insanların birbirini ağırlık olarak gördüğü, fazla geldiğimiz dünyaya!

17 Ağustos 2022 Çarşamba

seksi değil savaşı konuşmayı yasaklayın

"daha fazla nasıl hissettirebilirim insanlara yazmamın,düşünmemin iğrençliğini"diye düşündü.

üstelik burası amerika (a'sı küçük) değil, bu iğrençlik hemen göze batabilir.

nasıl aktarabilirim vücudumdaki bütün irinleri,spermleri okuyucuya? üstelik burada bir yerde bunları bana geri sokacak birinin olduğunu bildiğim halde?

latekse alerjim olduğundan daha rahat fışkırtabilirim bütün gerçekleri,eğer korkularımı yenersem.

savaş gerçeğinden iğrenç değil ya yazdıklarım,düşündüklerim. 

seksin savaştan daha masum olduğunu ve konuşulması asıl yasaklanması gereken şeyin savaş olduğunu nasıl aktarabilirim?

fransa'nın,amerika'nın,ingilizlerin aslında dünyanın en büyük seks bağımlıları olduklarını ve bir çoğunun gözünde savaş denen şeyin en büyük mağduru olan mülteciler ile orospuların aynı şeyler olduğunu?

ikisi de onlar için yakalanması,uzaklaştırılması,gereken şeyler. 

orospular muhtemelen daha şanslı, zira o durumdaki kadınlar sosyal konumları onları en fazla 3.postayi aramamak kadar rahatsız eder.

oysa mülteciler kalkmayan bir sik kadar rahatsız edici onlar için.

birisini sırt üstü pozisyonda acımasızca herhangi bir yere gömebilirler, birini ise sırt üstü acımasızca sikebilirler.

üstelik birine para vermelerine bile gerek yok,her şeyleri planlanmıştır.

birinin ağzına namlu,birinin ağzına ise 5 parmak sokabilirler.

savaşın umutsuzluk ile aşina yüzünü, orospunun orgazm anındaki yüzüne bile değişebilirler, daha çok efendi hissederler kendilerini.

estetik bir şekilde hafif ıslanmış iç çamaşırını çıkartan/giyen bir kadın gibi zevk ile takarlar mermilerini silahlarına, ilkokulda seks yerine öğrendikleri savaş hazzını yaşamak için.

kalemim bunları yazarken bile ne kadar iğrençleşti gözümde. kirlendi,kanadı savaşı bu kadar rahat konuştuğum için.

halbuki mermi yerine barış içinde spermlerin tam ateş halinde yumurtalıklara yollasalardı geçecekti bu durumlar.

doğacaktı barışçı çocuklar.

savaşmayın sevişin basitliğindeydi tüm olay, eğer kafayı realizm ile bozanlar olmasaydı.

bana bu kelimeleri geri sokacaklardan çok ne sebep ile olursa olsun tanımadığı insanları öldürenlerden korkuyorum ve tiksiniyorum. 

kendini patlatanlardan,duygularını bastıranlardan,kaçanlardan ve bütün çığırtkanlardan.

seksi alelade konuşmaktan değil,orospulardan,mültecilerden değil onları sikmek için sıra bekleyenlerden korkuyorum.






17 Temmuz 2022 Pazar

deliler nasıl regl olur?

 delilik hakkında düşündüğüm vakitlerde başıma (her zaman ne hakkında düşünürsem,ya da birini seversem o konu ile ilgili,o kişi ile ilgili bir şeyler illa ki yaşarım) birçok şey gelmişti.


toplumun yarattığı delilik kavramı üzerine de epey kafa yordum,bunu yer yer olumlu sıfat olarak gördüm. eh tabi ki olumlu olan birçok örnek ile de karşılaştım.


bu yazıda amacım deliliği romantize etmek değil,normalliğin aslında delilik diye bize kakalandığı gerçeğini anlatmaktır. asıl amaç normalliğe duyulan hasreti romantize etmek ve azıcıkta olsa o 'deli' sıfatına yaraşır olmaktır.


uzun yıllardır dostluk yaptığım bir abi var. ona bu delilik konusunu normal bir şekilde anlatmaya çalıştığımda bana kendisinin de zamanında akıl hastanesinde yattığını anlatmıştı,sebebi ise karamsar olmasıymış. çevreye uyum sağlayamaması,ailesinin isteğine itiraz edecek enerjiyi bulamadığı için bu durumu kabul edip yatması.


diğer bir olay mahallede deli diye adlandırılan bir teyzenin, yaptığım yardımlardan haberdar olup bana çocuklara vermem için 5 lira uzatması. bu kadına deli denmesinin sebebi de kocası öldükten sonra dışarıya çıkmayıp sadece camdan insanlar ile iletişime geçmesi.


diğer bir kişi ise ben kokoreç yerken içeri giren dünyalar güzeli 'kedimi kaybettim onu besleyecektim. önce onu doyurayım sonra kendimi' diyen bir kızın kokoreççi tarafından deli diye sıfatlandırılması. niye diye sorduğumda 'biraz saf,kedilerin peşinden koşuyor surekli' demesi...


bu 3 örneği de gördükten sonra bu konuda daha çok kafa yormaya başladım.


kafa yormalarım edebiyata da bulaştı elbet. ilk bu yazıyı yazma düşüncesini oluşturan olay bende başlığa da ismini veren kadıköy'de başıma gelen bir olaydı.


çoğunuzun bildiği gibi rıhtım tarafında çiçekçi ablalar her zaman tezgah açarlar. bir gün bu tezgahların önünden geçerken bir çiçekcinin yanında zihinsel/fiziksel engelli bir kız gördüm. 


o çiçekçi yanındaki çiçekçiye dönüp 'yemek aldım ona,üst baş aldım,ped aldım' demesi ilgimi çekmişti.


kendi kendime düşündüm bu cümlenin üzerine bir süre...


'bu kız hem büyük bir oranda zihinsel,hem de fiziksel engelli. pedini nasıl kullanır? regli olduğunu nasıl anlar? biyolojisini psikolojikman reddederse bu akış durur mu?' sonra normallik üzerine düşündüm,normal regl olan bireyler o deli (?) kadının yerinde olmak ister miydi? o kadın acısına dayanabiliyor muydu o hissin? yoksa her delinin umursamamazlık seviyesine mi sahipti?


öyle ya benim kendi örneklerim dışında birçok zeki insanda tımarhane de hayatının bir bölümünü geçirmiş ve bu durum pekte umurlarında olmadan yine de yeteneklerinin zekâtını vermişler.


sibel torunoğlu,tezer özlü,paulo coelho... 


ilk aklıma gelenler.


sibel torunoğlu akıl hastanesinde yatarken birde üzerine 'tımarhane günlüğüm' adında kitap yazmıştır.


özellikle kitabın şu bölümü okuduğunuz yazının sonuç bölümünü oluşturan en önemli metinlerden biridir:


"Egonun kapitalist bir yapı olduğunu daha önce belirtmiştim. Düzeni öyle kuruyorlar ki psikanalizcileri, psikiyatları da düzenin bekçisi yapıyorlar. Neymiş efendim: "Ego bozukluğu" "Evet efendim benim egom bozuk, ben egomdan nefret ediyorum. Çünkü yalnızca benim değil tüm insanların şahdamarından daha yakın olan egosu tatmin olmak ister. Bütün pislikler de buradan çıkar. Kapitalist toplumun en küçük birimi, çekirdek aile değil, egodur. Ben körüm, ben topalım, ben kısa boyluyum, ben komşum gibi bulaşık makinesi alamam, benim kocam onun kocasını dövemedi, benim yazdıklarımı kimse beğenmedi, benim sevgilim, benim köpeğim, ben anneme yaş gününde bir şey alamadım, ben başarısız oldum, o radyoloji profesörü oldu, ben böyle, ben şöyle....


Açıkçası "Ben"imizi çeke çeke uzatmalıyız ki dünyayı o monarşik düzen kaplasın. Kapitalist toplumlarda ego, monarşik ve hiyerarşik bir yapıdır. En tepede kral, yani "ben" sonra sırayla başkaları. Ben şimdiye kadar demokratik bir kişilik yapısıyla karşılaşmadım.

Sadede geleyim; mutsuz olmaya alışabildim. Mutsuzluk bir renk, bir frekans olabilirdi; mutluluk karşıtı olmasaydı. Kapitalist bir toplumda yaşadığımız için bizim egomuzu tatmin edip mutlu olmamızdan faydalanan bu sistemde, ben eğer egomu yok edebilirsem onlar için bir tehlike olurum. Şizofren olurum."


sibel böyle tanımlıyordu problemini.


deliliğin tarihi kitabının yazarı,okumaktan zevk aldığım foucault ise kitabının iki farklı sayfasında şunları söylüyordu,beni etkileyecek:



"Deliliğin hilesi ve yeni zaferi: onu psikoloji aracılığıyla  ölçtüğünü, meşrulaştırdığını sanan bu dünya onun karşı­sında kendini meşrulaştımak zorundadır, çünkü harcadığı  çaba ve tartışmalarının içinde kendini Nietzsche'nin, Van  Gogh'un, Artaud'nun eserleri gibi eserlerin ölçüsüzlüğüne  göre ölçmektedir. Ve onda hiçbir şey, özellikle de delilik  hakkında bilebilecekleri, ona bu delilik eserlerinin onun  meşrulaştırdığına dair güvence vermemektedir."


"Madem ki insan deliliğin içinde kendi gerçeğini  keşfetmektedir, o halde bir iyileşme ancak kendi gerçeğin­den ve kendi deliliğinin tabanından itibaren mümkündür.  Deliliğin akıl-olmama'sında geri dönüşün aklı vardır ve  eğer delinin kaybolduğu talihsiz nesnelliğin içinde hâlâ bir  sır kaldıysa, bu iyileşmeyi mümkün kılan şeyin sırrıdır.  Tıpkı hastalığın sağlığın tamamen kaybedilmesi olmaması  gibi, delilik de "aklın soyut olarak kaybedilmesi" değil de,  "hâlâ var olan akıldaki çelişki"dir, ve buna bağlı olarak  "deliliğin insani, yani akla yakın olduğu kadar iyiliksever  tedavisi... hastanın makul olduğunu ve onu bu yana çeke­ bilmek için burada sağlam bir nokta bulunduğunu varsay­maktadır."


bunlar ve benzer metinleri okumak toplumun delileri koyduğu yeri kafamda neredeyse komple değiştirmişti artık.


normali olan şeylerin delilik diye adlandırılması epey gülünç gelmeye başlamıştı ve hâlâ da bu gülünç durum bende devam etmekte...


sıradan ve olması gereken şeyin delilik,olmaması gereken şeyin ise normal sayıldığı bu postmodern çağın arasına sıkışmış ülkemizde psikiyatrlar veya psikologlar üzerine düşen görevi yapıp biz normaller (?) ve delileri (?) barıştırmalı,onları anlamayı herkese farz kılmalı.


zira delisiz devrim olmaz, çünkü onlar bizim yapmamız gereken şeyleri yaparlar:


yaptıkları ve inandıkları şeyler uğruna aşağılanmayı umursamazlar,


yapmacık davranmazlar canları ve zihinleri o an ne isterse yaparlar ve doğruyu yaptıklarını düşünüp dururlar,


düğünlere,etkinliklere gitme gibi zorunlulukları,zora ki naiflikleri yoktur,


devlet baskısını umursamazlar,kurallar onlar için yoktur,


istedikleri malzemeye,istedikleri değeri yüklerler ve marka gibi dertleri umursamadan bir sopaya bile Mercedes diyebilirler,


arkadaş edinmek gibi bir dertleri yoktur,insanlarda maksimum düzeyde nasıl faydalanırım diye düşünüp kedi gibi yaşamı tercih ederler,


doğada dahi bulunmayan akrabalık kavramı onlarda da yoktur,mecbur ilişkilere gelemezler,


istedikleri gibi söylenirler,kişiliklerini oluştururken hiç bir baskı altında kalmazlar,


küfür onlar için bir enstrümandır, 'hiç kibar degilsin' cümlesi siklerinde olmaz,


televizyon ya da haberler çokta tınlarındadır, yarın karınları doymasa bile yaşamaya çalışırlar, bir süre sonra ise isyan bayrağını çekerler,


kimseye kolay kolay kin-nefret duymazlar, eğer duyarlarsa hata duydukları kişidedir,


tanrı ile bir dertleri olmadığı gibi,faydalanma çabaları da yoktur,


özgürdürler, askerleri en fazla taklit ederler, GBT sorulduğunda '1,2,3,4,5' diye sayarlar gülerler,


cinsiyetmiş,ideolojiymiş,küresellesmeymiş hiçbir karşı kültür onları ilgilendirmez. kendisine saygı beklerler,mahallelerini savunurlar,


para onlar için demirdir,yenmeyeceği için sakız kadar değeri yoktur,


toplumun dayattığı kurallar onlar için sobe kuralları kadar bile değerli değildir,oy atıp vebal almazlar, toplum ahlakına inanıp hayal kırıklığına uğramazlar,


mülk onlar için yürüdükleri yoldan ibarettir,onlara özel tahsis edilmiştir,


popüler kültürde ikon olurlarsa iyidir,karınları doyar ama gidip dudak büzmeli fotoğraf atmazlar,


kültür ise 100'lerce tanımlardan bile hiçtir.


mazallah biz normaller de böyle delirirsek eğer kim yıkılmaktan kurtaracak tabularımızı?

14 Haziran 2022 Salı

erekte olmak / ya ya da sikimi ne kaldırır


 günaydın abla,

günaydın abi,

kalktım.

sabahtan değil!

sabah sikimi kaldırır ama sonra indirir,

gece kaldırır, sabaha öyle uyanırım o yüzden geceyi severim,

gece sikime amadedir.


bir keresinde jazz dinlerkende kalkmıştı, güzel bir tınıydı ilk defa dinlemiştim.

kadınlar ile hayal bile kurmuştum.

ama sonra adorno okumak gibi bir gaflette bulundum.

jazz nasıl uyuttuysa o dönem insanları benimkini de uyuttu.


frankfurt okulunu marxtan önce okudum, küçüktük daha hemde.

marx hep kaldırdı sikimi, hele o yoksulların kazanacağı hissiyatını o kutsal harfler ile okumak...

sonsuza kadar erekte gezeceğim bile sandım.


öyle olmadı büyüdüm. 

sınırsız erektem, ütopyamı distopyaya çeviren zenginler yüzünden bitti.

fakirin karnı doyunca bile siki kalkmıyor artık.


sokaklar özellikle yabancı sokaklar kaldırır,

sadece sikimi değil eğer hava biraz esiyorsa göğüs uçlarım bile dikleşir.

taa ki bolu'dan izmit'e bile otobüs biletinin 130 lira olduğunu öğreninceye kadar böyle gitti.

otostop çekebilirim, ucuz ulaşım için ama orada kalkarsa sikim dayak yiyebilirim.


denizlerde kaldırır. hele güzel bir yer bulup oturursam, takarsam kulaklığımı fonda birde bu aralar müptela olduğum ralph castelli çalarsa...

bülent ortaçgil indirir "deniz kokusu getiriyorum sana" dediği şarkısındaki deniz kokusunu özlerim çünkü.

yağmurda kaldırır ama görmeyeyim sokakta ıslanan bir kedi, iner yine 

güzel bir çiçeğe dokunmak, kokusunu ciğerlerimin sonunda hissetmek beni boşaltabilir bile ama gel gör ki artık o kadar yeşil değil türkiye.


bir fakirin karnının doyması beni mest eder ama merhamet kaldı mı bu dünyada?

iyi bir fikirde kaldırır ama fikirlere artık kurşun işlediği gerçeği sikimin komple yok olmasına sebep olabilir.

yaşamak,yaşamak tek başına kaldırmıyor artık. desteğe ihtiyacım olabiliyor 'yaşam' tarafından.

yaz geldi zor kalkar şimdi, kışın soğuk günlerinde eve girer girmez o mutlulukla kalkardı.

kahkaha kaldırır, bazen ağlamakta...

yüksek sesle gülüyorsam kalkacağını hissettiğimdendir, yok eğer susuyorsam artık kalkacağına inancım kalmadığındandır...


6 Haziran 2022 Pazartesi

tırnak aralarımdan akan kanlar


 önümdeki kağıtlara kan bulaşsın istiyorum, çocukken tırnaklarım ile kazıdığım kumların tırnaklarımın arasına kaçması ve kanaması gibi yazarken de kan aksın istiyorum.

zaten kelimelerin kumdan da pek farkı yok.

yazarken acısın parmaklarım, her kelime bir damla kan olsun.

bembeyaz yalanlar, kıpkırmızı gerçeklik olsun istiyorum.

tecavüze uğrayan bir kadının kendini savunmaya çalışıp zorlarken akıttığı kanı görmek istiyorum sayfalarımda.

bir erkek çocuğunun, arkadaşına "ben 4.kattan atlıyorum sen atlayabilir misin" dedikten sonra atlayıp kafasını yardıktan sonra o akan kanın kelimelerimin üzerinde olmasını arzuluyorum.

hiçbir şey anlamadan savaşan askerin bacağında kalan mermi çıkartılırken o metal tepsiye konulması esnasında damlayan kanın boşa gitmesini istemiyorum, bana verin!

GERÇEKLİK

KAN

GRUBU FARK ETMEZ

 gülü sevmeyip dikenine katlanmayı katlanmak olarak görmeyen çiçek işçilerinin baş parmağından akan kanı mürekkebi biten kalemime doldurmak şehveti ile yanıyorum, uyuşturucu kullanılmadan diş çekilen dönemlerdeki kanı istiyorum şelale gibi aksın.

ne kadar kandan tiksinen insan varsa okusun, tatsın istiyorum bu gerçeği. alsın o kokuyu, demir ile toprak ile karıştırsın.

mümkünse kırmızı olsun sayfalar artık, tiksindim beyaz romantikliğinden ve romantikçe yalan yazan herkesten.

Jane Austin'den tiksindim, De Sade lazım bana; biraz kanı lazım, biraz spermi, biraz da ateşi..

Siyah yapraklar istiyorum,

Gece gibi, suçun işlenmeye en müsait olduğu zamanlar gibi.

Ve siyah tükenmez ile yazmak istiyorum, siyah yapraklara.

okuyanların 'ruh hastası' demesi için.

petrolün en siyah tonunu istiyorum, ya da bir emir üzerine bebek bile öldürebilen uzaktan kumandalı emir erlerinin kalbinden daha siyah bir şeyler...

Filistinli suçsuz bebeğin kanı, bebek öldüren askerlerin karanlık kalbi...

ikisi de bu dünyada, benim sayfalarımda buluşmalı.

beyaz yalan, onun kirletilmesi lazım.

leke lazım.

mümkünse çıkmayacak lekeler, kirlenmenin güzel olmadığını iddia edelim ama kirlenelim.

en güzel 2 leke kan ve mürekkep...

birini övünç kaynağı kabul ederler, diğerine iki yüzlü yaklaşırlar:

'mürekkep yalamış' , 'eli mürekkepli' 

'eli kanlı' , 'elini kesmişsin' , 'her yer kan oldu' , 'kan içinde kaldı' , 'kansız'

'kan kaybı' derler, muhtaç olunca

'kızlığı bozukmuş, kan akmadı' derler yoz günler akıllarına geldikçe

'kanlımı öldürdüm' diye sevinirler, son damlaya kadar izler ve içerler

'kurbanın kanını alnına sür' derler, bir cinayet sonrası emrin kaynağını tespit için.

ben ikisi de olsun istiyorum gerçekliğimde, bu uğurda çabalıyorum.

ne austin'e yer var sayfalarımda ne de king'e!

gerçek 'aşk ve gurur'u' kan ile göstermek, palyaço yerine mürekkep ile korkutmak istiyorum.

29 Nisan 2022 Cuma

Ferhan Abi



Sen gittiğinden beri Ferhan abi:

Dünyada bir puştluk var.

Puştluk dünyada değil sanki bende,

Bir seni bir beni istiyor,

Ama sen yoksun diye binmek istemiyorum sanki şu adanın yanındaki gemiye.

Sen gittiğinden beri Ferhan abi:

Sen gittiğinden beri…

Zaten hep gitmiştin diye biliyorum.

Hiç tanımadım seni (?) Ferhan abi, ama gemidekilerden daha iyi biliyorum.

Ferhan abi bak orada bir amcı var.

40Ambar’ın amını gören bir amcı.

Bir am buldumuydu takılacak peşinde.

Bak orada bir liyakatsız var, kaptanın dümenini çalmış ama gazı arayıp bulamıyor.

Bak Ferhan abi sana söyleyeyim bu adam bunları batırır, öldürür.

Sonra götürür biri illa ama bizi GÖTürmez.

Biz hep senle göt gibi kaldık, keşke beraberde göt gibi kalsaydık,

Otururduk, osururduk ipe dizerdik.

Bak orada bir çocuk var Ferhan abi Godot’u bekliyor.

Bekliyor da niye bekliyor Ferhan abi?

Salak mı acaba ne?

Sen gittiğinden beri kimse adam akıllı beklemez oldu ‘güle güle’ demeyi unuttu.

Herkes o geminin içinde abi.

Hepsi dümeni kim tutuyorsa onun yalakası.

Ferhan abi en masum kişi belki de o gemideki hırsız.

En azından para çalıyor abi, ilk görüşte tanıyorsun zaten onu.

Senin gibi, benim gibi değil aleni hırsız adam.

Düşten de mor bir aşkı yaşayıp gitmiyor, hayalleri çalmıyor ya da kelimelerin suyunu çıkartmıyor.

Duymuyor kimseyi kimse abi, şu geminin kornasını sikeyim.

Ferhan abi sen gittiğinden beri kendimi az iyi hissediyorum.

Ferhan abi sen gittiğinden beri hırsızlar daha şerefli oldu abi.

Biz hep senin gibi şerefsiz sayıldık abi.

Şerefsiz kalmışız abi, paramız yok ki bizde alalım 3-5 tane.

Çişimizi tutmak yatırım değil artık, çiş ve kaka 10 lira.

Şerefliler hep zengin, istediğine veriyor şerefi.

Ferhan abi sen gittiğinden beri dünyada bir puştluk var ama hayırlısı abi.

5 Nisan 2022 Salı

hayat her zaman tanrı mükemmeliyetinde olacak değil/ nisa mihriban'a

o kadar çok bu konularda yazdım ki, yazdıkça ne kadar önemli olduklarını kavradım.

bunlar dediğim rüyalarım, diğeri ise ninemin ölümünün üzerimdeki etkisi.

ikisi bir araya geldiği zamanlarda ruhumun nasıl aşındığını, nasıl bir vücutsal etki bıraktığını tahmin edemezsiniz.

mutluluk ile çöküntü arasında gidip gelen, epilepsi hastalarının açıklayamadığı halin bir tasavvuru adeta.

geçen günlerde aynı durumu yaşadım.

rüyamda ninemi gördüm.

her zaman ki yerinde yatıyordu.

farklı olarak evde kırmızı bir ışık ve halam vardı.

birden doğruldu, bende hemen sırtını ve karnını tuttum.

bir kaç kelime söyledi fakat hatırlamıyorum, tek hatırladığım şey bedeninin ağırlığı, kendini kontrol edememesi ve vücut sıcaklığı.

bir de 'hayat her zaman tanrı mükemmeliyetinde olacak değil' cümlesi.

hayatta olsa böyle bir cümle kurması pekte olası değildi (?)

tanrının yüzüme gülüp onu bana melek olarak atadığını düşünmeye başladım.

zira bir insan kaç kere rüyada görülecekse o kadar gördüm rüyamda, görmeye devam ediyorum.

peki bu cümle ne anlama geliyor?

elbette hayat her zaman tanrının kabul ettiğimiz kusursuzluğu kadar mükemmel olacak değil ama berbat olmak zorunda mı?

iki, üç gün önce adı büşra ve yeni anne olmuş bir ATT görevlisinin sokağa atılmış bir bebeği emzirmesi epey olay olmuştu.

bebeğin adını nisa mihriban koydu bu hemşire.

kendi çocuğunun ikinci ismi de nisa idi bu hemşirenin.

berbat başlayan bir kaderi mükemmel hale çeviren bu hemşire muhtemelen bugün duyduğu haber ile kahrolmuştur.

birden bire hayatı güzelleşen bu bebek bugün kusmuğu sebebi ile boğulduğu için öldü...

KÖTÜ BAŞLAYAN HAYAT,

MUCİZE OLARAK BULUNMASI,

VE BUGÜN ÇOK GEÇMEDEN ÖLMESİ...

leibniz'in iyi dünya tasarısında bu bebeği nereye koymamız gerekiyor şimdi?

saçma olan kaderi mi? (ki kaderin yazılan bir şey olmadığını fakat ölümün bir sonuç olarak yazıldığını biliyoruz)

yoksa ölümün kendisi mi?

ölüm mükemmel, kusursuz tanrı tarafından yaratılan dünyada bir kusur olarak mı görülmeli? yoksa kusursuzluğun şartlığı mı?

ölüm meselesi tek gerçeğimiz olduğu için kusursuzluğu buradan incelemem gerektiğini düşündürdü bana bu yaşananlar...

tanrının kusursuzluk tasavvuru bize kusur olarak mı yansıdı?

bu satırları bana yazdıran duygular ve rüyalar hangi planın parçası?

yoksa tanrı gibi kusursuz olmanın yollarını arayan narsistlik hissi mi bunlar?

sadece bunlar değil; ailevi problemler, kişisel kavgalarımız, afetler bu en iyi dünya teorisinde ki kusurlar değil mi? voltaire kaç yıl önce anlatmıştı aslında bir şeyler tekrarlamaya gerek yok.

farklı olarak soruyu şöyle mi sormak gerekir?

kusursuz bir tanrının üflediği ruhtan kaynaklı onu ve hazırladıklarını kusurlarımız ile mi kusurlu görmeye başlıyoruz?

herkesin gözü önünde bir suçlu haline mi getirmek istiyoruz onu?

veyahut dönüşen şey leibniz'in o zamanlar söylediğinden artık çok çok değişen dünyamızın kusursuzluğu ve onun kusurlarını affetmeye çalışırken kendi kusursuzluğunu kaybeden zihnimizdeki tanrı mı?

27 Mart 2022 Pazar

Ben Dünyaya Alışamadım, O da / Yabancılaşma

Ben dünyaya alışamadım o da bana;

Ben onun istediği gibi biri olamadım o da benim istediğim gibi dönmedi.

Ben paraya alışamadım o da bana;

Ben, o bana gelir gelmez hemen kovdum o da bana hep gönülsüz geldi.

Ben bana alışamadım, o da 'ben'e;

Ben beni bilemedim, ben beni bilemedi.

Ben öğretmenlere alışamadım, onlar da bana;

Ben istediğimi öğrenmek istedim, onlar istenileni öğretmek istedi.

Ben doktorlara alışamadım, onlar da bana;

Ben ninemin ölüm nedenini öğrenmek istedim, onlar bana hiç bir şey söylemedi.

Ben askerliğe alışamadım, onlar da bana;

Ben emir altına girmek istemedim, onlar 'silahı eline al, üniforma giy' dedi.

Ben imamlara alışamadım, onlar da bana;

Ben onlara 'din oyuncak değil' dedim, onlar Allah'ın gölgesi gibi davrandı.

Ben psikologlara alışamadım, onlar da bana;

Ben onlara 'paralı iyiler' dedim, onlar bana bilim için para aldıklarını söyledi.

Ben yoga hocalarına alışamadım, onlar da bana;

Ben onlara "kutsal saydığınız bilgi için para mı alıyorsunuz?" dedim, onlar bana "geçim kaynağı" dedi. 

Ben toprağa alışamadım, o da bana;

Ben ekmeyi bilmem, o da karşılıksız ilişkiyi.

Ben ağaca alışamadım, o da bana;

Ben ona çıkamam, o da bana gelmez.

Ben martılara alışamadım, onlar da bana;

Ben onlara "madem özgürsünüz niye simite mahkum oldunuz?" diye sordum, onlar bana "vaaak" dedi.

Ben ideolojilere alışamadım, onlar da bana;

Ben onlara "verin şu prangaların anahtarlarını" dedim, onlar bana bir delik daha açtı.

Ben savaşlara alışamadım, onlar da bana;

Ben "hayır" dedim, onlar bana "evet"

Ben ırklara alışamadım, onlar da bana;

Ben "Irkçılık osuruk gibidir" sözünü söyledim, onlar da "en güzel biz kokarız" dediler.

Ben düğünlere alışamadım, onlar da bana;

Ben "oynamak için bu kadar para vermeyin" dedim onlar da bana "adettendir." dedi.

Ben gelinliğe alışamadım, o da bana;

Ben "bir kadının en mutlu anı bu değildir, kadını bu saf kılmaz' dedim, o "ben beyaz bir yalanım,yakarım" dedi.

Ben takım elbiseye alışamadım, o da bana;

Ben "takım elbiseli birini gördüğümde beni kandıracakmış gibi hissediyorum" dedim, o bana "daha iyi ya sende giy" dedi.

Ben ferah bir şekilde giyilen pijamaya alışamadım, o da bana;

Ben onu hep sistemin idealleştirdiği adamların giydiği uyku üniforması olarak gördüm, o ise kendini huzurun simgesi.

Ben içki ve sigaraya alışamadım, onlar da bana;

Ben 'niye insanlara düşmansınız' diye sordum, onlar da bana 'insanlar düşmanlarına aşık olurlar, otur yak bir tane anlatalım' dediler.

Ben ölüme alışamadım, o da bana;

"Niye bana kendini anlatmıyorsun?" diye sordum, o da bana hiç yanıt vermedi.

Ben kaleme ve tanrıya alıştım, umarım onlar da bana alıştı;

Ne zaman ihtiyaç duysam yazdı, ne zaman ihtiyaç duysam geldi.

26 Mart 2022 Cumartesi

Alarm

 Saat 03:44

Alarmın çalmasına 5 saat 55 dakika var.

Dün güzel bir gün geçirdim, birine kendimi ifade ettim.

Alarmın çalmasına 5 saat 52 dakika var.

Uyuşmak beni ruhumun derinliklerinde hissettiren bir şey.

Alarmın çalmasına 5 saat 40 dakika var.

Bankada yüklü param yok, aptal da değilim ve yaşıyorum.

O ses nereden geldi öyle, niye sallandım uyumayı beklerken?

Alarmın çalmasına 5 saat 38 dakika var.

Dün ölüm hakkında düşünmedim, intiharı yeryüzünden silmeye çalıştım. (belki de başkası yaptığında kıskanacağım için)

Alarmın çalmasına 5 saat 32 dakika var.

Saat 4'ü geçmiştir.

Günün sonunda yatağa uyumak için girdiğim zaman eğer sabah işim varsa alarm kurarım, uyumak için ise şarkı açarım.

Alarm kurduğumda, alarm kurmadığım günlerden daha iyi algılara sahip oluyorum.

Odamdaki karanlık bana aydınlık gibi geliyor, fonda Faraj Suleiman'ın sesi içime işliyor.

Uyku ile uyanıklık arasındaki 'yakuza' halinde daha zeki oluyorum.

Alarmın çalmasına 5 saat 20 dakika var.

Alarmı bulan adam mutlu biri olarak mı öldü acaba? Neden bizi kullandırtmak zorunda bıraktı? Neden uyku bahanemizi elimizden aldı?

Neden bizi uykuda bile şartlandırmaya yol açacak bir şey düşündü?

Zorunlu uyanıklık halini yaşamak için neden ses ile kavga ediyoruz?

Alarmın çalmasına 5 saat 12 dakika var.

"Bam güm" benim duyduğum, telefondan gelen tek alarm sesi.

Bu rahatsız edici ses ile  niye ölümümüzü yarıda bırakıyoruz?

Ya hiç ses duymasak ölüm uykusu gerçek olur muydu?

Böcek olunca acıdığımız, patronuna kızdığımız Kafka'dan ise bizi uyandıran telefona niye kızmıyor, niye kendimize acımıyoruz?

Alarmın çalmasına 5 saat 2 dakika var.

Ben alarm kurduğumda başka bir insan oluyorum.

Zira sistemin bütün zorunluluklarından kaçmaya çalışırken, kendi kendimi bir şeyin zorunda bırakmak beni bu iş üzerine fazlaca düşündürüyor.

Yanındaymış gibi hissettiğim şarkıcılar, kafamdan geçen ve şuan okuduğunuz bu cümleler bu zorunluluğun yan etkisi olarak ortaya çıkıyor.

"Tik-tak, Bam-Güm" alarmın çalmasına 5 saat kaldı.

Vazgeçtim.

Kapatıyorum alarmı.

Umrumda değil.

Zorunluluklarınızı kapatıyorum.



10 Mart 2022 Perşembe

Benneth / Doğmuş Olma Hatası

 

 Doğduğum andan itibaren düşünmeye başlamış gibiyim.

Doğmanın zamanımıydı?                           

Bu doğuşa neden bu kadar hevesliydim?

Neden kardeşlerimi ardımda yalnız bırakacak kadar hızlı koştum?

Amniyon sıvısından, karanlıktan korktum ve o yüzden çıktım geldim.

Zaten kolostrofobimde vardı bir an önce dünyaya ağlayayım dedim.

Peki daha yarım saat önce doğmuş ve bunları düşünmüşken nasıl olurda en alt kattaki morgun soğukluğunu hissetmedim?

Yanımdaki küvözlerde duran diğer çocukların ağlamasını nasıl sindirdim?

Bir problem vardı.

Doğar doğmaz bizi buraya kapatanlar, götüme doğar doğmaz vuranlar ölünceye kadar neler yapmazdı?

9 ay 10 gün sonra doğacağım bana söylenmişti ama ne zaman öleceğim söylenmemişti.

Küvözler hemen morgun yanında.

Bir cesedi dolabı attıklarını hissediyorum, onu fermuarlı kaliteli bir poşete koyduklarını görüyorum.

Temelde hiçbir farkımız yok.

Çabuk çık o dolaptan sıranın bana gelmesi için heyecanlıyım!

 

(Benneth=Kutsanmış)

+Söylesene Benneth doğarken şanslımıydım?

-Kongo’da doğmadığın için şükretmelisin.

+Benneth, Türkiye ya da Kongo ne fark eder? Basitleştirirsen hiçbir şeyin hiçbir şeyden farkı yok.

-“Bilmiyorum”

+Peki ileride öldüğümde tabutum nasıl olmalı sence? Meşe mi, ceviz mi?

-Hangisini tercih ederdin?

+Sen edeceksin ben değil. Her acı günümde yanımda oldun, mutlu olacağım günde en çok sen aktif olmalısın.

-O zaman meşeyi tercih ederdim. Seni kırıp yiyemem.

+Benneth seni ilk kez düşümde gördüm. Bir odada ninem ve dedem oturuyordu. Her yerde tablolar vardı. Sanki zihin odam gibiydi.  Camus vardı, arkadaşlarım vardı ve seni gördü. Bana “Her zor gününde yanında olacağım” dedin.

-Bilmem ben hatırlamıyorum.

+Köpekten farkın yok Benneth

-“Bilmiyorum”

+Ninem nasıl öldü biliyormusun?

-“Bilmiyorum”

+Bende bilmiyorum ama tahmin edebiliyorum.

-Nasıl?

+Acı Çekti Benneth, acı…

-Kötü biri miydi?

+Yalnız biriydi.

-Neden?

+Dünya Benneth dünya… 84 yıl yaşamış biri, benim için çok önemli bir ölümdü. Kimieri için hiçti, kimileri için dedikodu malzemesiydi. Fakat hastanede yalnız öldü. 84 yıllık bir ömür tek başına bir köşede yalnızca sonlandı.

-“Bilmiyorum”

+Öyle Benneth öyle… Kaç doğum,kaç ölüm sığar 84 yıla. Kaç harf, kaç kelime. Hastane köşesinde bunları düşünürken ölmek…

-“Bilmiyorum”

+Benneth geçen rüyamızda bir tabut görmüştük neydi o?

-Tabut rüyada görüldüyse müjde, sokakta görüldüyse sondur.

+Tamam ama içinde ne vardı?

-“Bilmiyorum”

+Bak şu kedi “miiivv tısss” deyip güvercini yedi gördün mü?

-Evet

+Doğasına uyumlu, bizden şanslı. Ölünce tabuta bile girmeyecek, eriyip gidecek, tabutunu düşünmesine, arkadaşlarım beni gömecek mi acaba demesine gerek bile yok.

-Gömülür belki.

+Belki

-Siz hayata uyum sağlamak için ne yaptınız?

+Başarısız oldum Benneth başarısız. Bu beni uyumlu yapmaz mı?

-Doğa başarısız insana acımaz. Güvercin uçabilseydi kedi onu yemezdi.

+Doğa birine acımıyorsa sorun ondadır. Bende değil.

-Doğanın iradesi olduğunu düşünmüyorum. Kendisine verilen görevi yerine getirir.

 

+Benneth sen düşlerin en güzelisini, doğruları söylediğin için teşekkür ederim.

-Ben teşekkür ederim.

+Doğa ve insanlar bana güçlü olmayı da öğretti. Özellike ayrılıklar gücü keşfetmemi sağladı. Paran ya da saygınlığın varsa doğayı da insanları da ele geçirebilirsin.

-Evet efendim.

+Bana efendim deme Benneth.

-Güç ve saygı doğa için her şeydir. 84 yıllık yalnızlığın, hikayenin, acının yıldızı güçtür.

+”Biliyorum” Benneth “Biliyorum”…

7 Şubat 2022 Pazartesi

Kustum 4 (basit yaşamak üzerine)

Kaç kadın öldü (rdüm) diye bir yazının üzerinde çalıştığımı söylemiştim sanırsam ama bu aralar 'kustum'a geri dönme ihtiyacım doğdu.

Neden doğdu? Niye doğdu? Blogu takip edenler,kitapları okuyanlar bilir ki kustum yazıları random aklıma gelen şeylerden oluşmakta ve ona buna dikkat edilmeden yazılmaktadır,fakat bu sefer ana konu belli ve onun üzerinden aklıma gelenleri yazacağım size zira içimi şişirip dolduran bazı konular var.

Konumuz basit yaşamak. Sanırsam yaş aldıkça ve tecrübe biriktikce bazı şeyleri kafam artık kaldırmıyor,gerçekliği direkt olarak kabul ediyor ve basit çözümler arıyor.

Detaylı düşünme,küçük olaylardan dolayı kırılmalar yerini umursamamazlığa bırakıyor. Evet ve hayır cevapları bazı olaylar için yetiyor da artıyor bile.

İnsanların hayatı zorlaştırdığı ve kendi kendilerine ekstra maceralar ürettikleri bir çağda yaşıyoruz. Örneğin geçen gün Twitter'da 'kameraman' kelimesini kullanmak istemeyen bir ablanın tweetine denk geldim sebebi ise sonunda 'man' olmasıymış.

Bahsettiğim şey aslında tam olarak bu tweetteki ablanın ruh hali.

İnsanlar çağımızın zorluklarına zorluk katarak ve birçok olaya ideolojik bakışlar sunarak hayatı daha da çekilmez hale getiriyor.

Komplike bakış açısı her alanda basit bakış açısının yerini böylece hemencecik alıveriyor.

'ay şunu yapabilecek miyim' 'sevgilim x işini becerebilecek mi'

'kardesim ne yapacak acaba' gibi düşünceler insanın günlük hayatında o kadar artıyor ki her an oluşan bir olumsuzluğa bile günlerce kafayı takıyoruz.

Feminist düşünceler,HIV olumlamaları efendim ofansif mizahi ayıplayıp üzerinde saatlerce konuşanlar,mesleklerini/bölümlerini kutsal zannedip deli gibi savunanlar,veganlar,kişisel özgürlüklere karışanlar ve bunları dayatan sjwler.....

Yazarken bile darlandım. Kişilerin kendilerine has olan bu düşüncelerini özellikle topluma adapte etmeye calışıp olmayan sorunları varmış gibi göstermeleri ise basit düşünceyi etkileyen ve yerini karmaşaya bırakan başka bir genel sebep.

Örneğin size komplike bir düşünce hali vereceğim.

Bir çift düşünün ileride evlenecekler fakat bu çiftte erkek biraz huzursuz zira nafaka hakkı gibi konular kafasını karıştırıyor sadece nafaka mı?

'Karım beni aldatıp,bunu hukukta kanıtlayamazsam erkek olarak nafaka ödeyebilirim.

Eşim abisi ile iş birliği yapıp beni soyabilir,dövebilir.

Eşim benden bir sürü şey saklıyor ve arkamdan iş çeviriyor olabilir

Beni işten kovduklarında 'sen erkek misin ev bile geçindiremiyorsun' deyip gidebilir.

Beni annesiyle çekiştirebilir.

Askere gittiğimde başkası ile olabilir'

Ya da kadın şöyle düşünebilir;


'eşim beni aldatabilir'

'kaynanam beni dövebilir'

'çocuklarım iyi yetişmeyebilir'

tabi ki herkesin başına gelebilecek olan bu haller komplike dusunce sebebi ile çiftlerin kafasında daha çok büyüyor ve berbat bir hal alıyor. Çiftlerin yaptığı en küçük hatalar bile karşı taraftan herhangi birinin pişman olmasına rağmen görmezden gelinip kafa da çevre baskısı ile beraber daha çok büyütülebiliyor.

Bu komplike düşüncelerin en büyük sebeplerini tam düzenli olarak sıralamak gerekirse 

1-yanlış eğitim

2-önyargılar 

3-kendini bu yanlış eğitimden ötürü entelektüel sanan tiplerin fikirlerini anlatıp bir cemaat oluşturmaya çalışması

4-ideolojiler

5-sosyal medya.

Sosyal medya yine bunların yanında en masum alan olarak kalsa da (ilişkiler üzerinden basit-komplike anlatmayı tercih ediyorum belli bir yere kadar) mücadele ruhunu da kaybettiren en temel alan.

örneğin eskiden gördüğümüz,dinlediğimiz,bildiğimiz aşklar daha masum ve zor şartlarda bile ayakta dururken şimdi ki aşklar çevrede görülen ve etki gösteren sebepler ile en küçük hatada bile tökezlemeye başlıyor. ilişkinin en küçük detayını bile komplike hale getiren çiftler küçük bir zorlukta (örneğin erkeğin işsiz kalması ve bir süre yoksullaşmaları) ile bile mücadeleyi bırakıp kaçabiliyor. ideolojilerin getirdiği o sözde laflar arada kaynıyor gidiyor. mesela biz bugün hala 'kadın neden hesap ödemiyor?' meselesini tartışıyorsak bunun sebebi komplike düşüncedir. basit düşüncede olan biri bu konuyu çoktan kafada bitirmiştir. bu işin sadece siyasi ve sosyal boyutunu sömüren biri 'ne alaka senin çevrendeki kadınlar öyledir toplu yaklaşma' diyerek bu tarz yaklaşımı kendince yok saymaya çalışır.

diğer bir örnek ise bugün herhangi bir pedagoga ya da bir feminist boss'a kendi ailemin yaptıklarını kendim yapacakmışım gibi anlatsam herhalde yukarıda bahsettiğim maruz kaldığı etkenler sebebi ile beni tekme tokat odasından atar.

tek bir odada belli bir süreye kadar 3 çocuk büyüdük,babam asgari ücret ile çalışıyordu,ırksal olarak ülkenin en alt sınıflarından birine mensubuz fakat neredeyse sorunsuz büyüdük. Şimdi üniversite mezunu bir gencim,kardeşim lise son diğer kardeşim ise lise 2. Başta belki birine aile planlamasını danışsalardı biri onlara ‘sakın yapmayın bu çok büyük bir sorun’ diyecekti. Fakat gelin görün ki bırakın problemi çok güzel bir aileye sahibim.  çevremde bir çok aileden verebileceğim bu tarz örnekler  mevcut. Fakat maalesef günümüzün 'basit düşünememe’ hastalığı yüzünden belki de böyle yuvalar boşuna yıkılıp gidiyor. bunu şimdi ben hedeflesem çevrem tarafından 'sağlıklı değil' damgası yiyip ayıplanacağım.

basit düşünce ve komplike düşünce tarzlari sadece evlilik ya da aile ilişkilerinde değil hayatımızın her alanına yayılmalı. bu düşünce tarzında klasik ve insani görevler dışına çıkılmamalıdır. örneğin babam var mı var babama görevlerim bellidir,anneme görevlerim bellidir,arkadaşlarıma görevlerim bellidir,sevgilime bellidir vs. modernite ile post modernitenin getirdiği yeni düşünceler ile bu sıfatları tekrar tanımlayıp 'ya gelenek yanlıştı bunları tekrar düşünelim' gibi toplara girersek iyice dibe batarız (ki batıyoruz) 'bebekleri bezlerken onların rızasını almalıyız' gibi düşüncelere kadar gideriz.

bu düşünce tarzı kendi kişisel hayatımızda da olmalıdır. Biriyle buluşurken,ne içeceğimize ve yiyeceğimize karar verirken,ne giyineceğimiizi düşünürken de komplike düşünmeden basitçe kararlar vermeliyiz. mesleğimiz için,geleceğimiz için de aynı şekilde yapmamız gereken görevleri bilip yerine getirmeliyiz. komplike düşünmek bizi yapmamız gereken görevlerden de alıkoyar. örneğin bendeniz ösymnin tüm sınavlarına karşıyım fakat şu aralar çalışmam gerektiğini düşündüğüm ve başka yolu olmadığı için oturup yökdil ve alese calışıyorum. eğer bu zorunluluk meselesini komplike düşünürsem muhtemelen seneye askere gidebilirim. bir de tabi ki bu basit düşünme meselesini 'devlet görevi' vs sanıp kölelik yapmamak gerekiyor (covid meselesinde size söyleneni yapıp hiç sorgulamadan basit düşünceyi tercih etmek yanlış bir harekettir) kölelik diye nitelendirdiğimiz şey burada devletin görevi karşısında komplike düşünmektir. bireysel ve basit düşüncede devletin hatalarını görüp gayet o an tepkinizi verebilirsiniz. ya da bu düşünce tarzını camus'nun yabancısı olarakta görmemek gerekir.

nietszche abimiz bu konuda da yine çok güzel bir söz söylemiş:

"basit bir yaşam tarzı şimdi zordur; bunun için çok zeki insanlardan bile daha fazla üzerinde düşünme ve buluş yapma yeteneği gerektirmektedir. bu insanların en dürüstü belki de şöyle diyecektir: “bunun üzerinde böyle uzun uzun düşünecek zamanım yok. basit yaşam tarzı benim için çok soylu bir hedef; benden daha bilge olanlar onu buluncaya kadar bekleyeceğim."

velhasıl somut olmayan,geleceği göremediğiniz,çok fazla risk içermeyen konularda komplike düşünmeyin (para harcarken de çok şaapmayın). hayat size bir yol acar ve oradan devam edersiniz. bu düşünce tarzı sizi içten içe hele bu çağda yer bitirir,basit dusunme ise hem size hem de çevrenize iyi gelir.


sadece nietszche değil özellikle kinik filozofların ve epiktetos gibi stoacı filozofların da bu konuda yolunuzu aydınlatacağını bilin hissedin! hatta o kadar sayfayı okumaya yeltenmeyin oturun kedileri izleyin.


kalın sağlıcakla…

3 Ocak 2022 Pazartesi

2021 Yılında Okuduğum Kitaplar

 Selam blog.

Bir gelenek olarak bu yılda okuduğum kitapları listeledim.

Kitaplar hakkında bilgi edinmek isteyen ulaşabilir. (Hedefe yine ulaşamadık...)

Ocak 

1-Schopenhauer ve İnsan

 2-Bir Filozofun Karşısında 

3-Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu 

4-Bana Göre Hayatın Anlamı (Jack London)

5-Fatih Harbiye 

ŞUBAT 

1-Huzur

 2-Diktatörlük Sendromu

 3-Yapıtsöküm

 4-Grand Grimoire 

MART 

1-Andy Warhol (Ayrıntı Yayınları Biyografi)

NİSAN 

1-Ateizmin Gerekliliği 

2-Fatih Başakşehir 

3-Veba Geceleri 

MAYIS 

1-Her Şey Böyle Başladı 

2-Pornografi (Sub Factory) 

3-Kara Kutu (Soner Yalçın)

4-Ustanın Defteri 

5-Dini Tecrübeyi Anlamak 

6-Yapılabilirlikler Yaratmak  

HAZİRAN 

1-Aşı Olmak Ya da Olmamak  

TEMMUZ 

1-Şamanizm ve Ayauscha 

2-Boğucu Hiçlik 

3-Hippi Hareketleri Tarihi 

4-Andy Warhol’un Makinesi 

5-Melankoli 

6-Son Günah 

7-Kierkegaard 

8-Evrim (6:45)

AĞUSTOS 

1-Memento Mori 

2-Gözyaşları ve Azizler 

3-Son Kare 

4-Wabi Sabi 

5-Siddharhtha (6:45)

6-Kutsal Komün 

7-İlk Anarşist Manifesto 

8-Uyuşturucu Deneyleri Tutanakları 

9-Tesirsiz Parçalar Süre Gelen 

10-Beatnik 

EYLÜL 

1-Seneca Bilgelik ve İnziva 

2-Covid 19 ve Aşı Karşıtlığı 

3-Rezil İnsanların Yaşamı  

EKİM 

1-Hovarda Alemi 

2-21.yy'da Tıp İşe Yarar mı? 

3-Sartre İkilemi 

KASIM 

1-Masturbasyon İlmi 

2-Özdada Manifestoları 

3-Dijital Çağda İnsan Kalmak 

4-Travesti Pinokyo 

5-Dil Sürçmesi  

ARALIK 

1-İntihar Düşüncesi 

2-Bir Kalbin Çöküşü 

3-Kültürel Dünyamızı Anlamak: Arabesk ve Müslüm Gürses 

4-Sosyokültürel Açıdan Arabesk 

5-Arabesk Toplumsal ve Müzikal Bir Analiz 

6-Defterler (Nilgün Marmara) 

7-Necromoni (Küçük İskender)