Bir yenilgi daha tattığım günlerden biriydi.
Boğazım düğüm düğüm evin yolunu tutmuşken ileri durakta bekleyen bir kadın gözüme çarptı.
Biri 'nasılsın' diye sorsa ağlayacak, dokunsa ise tikim tutacak ve gülecek haldeydim.
Kadının durakta beklediği otobüs durmamıştı, kızgın bir şekilde bana dönüp "Ablacım burada durmuyor mu bunlar?" diye sordu.
"Abla ileride bir durak daha var, belediyenin otobüsleri orada duruyor galiba" dedim.
Sonra yoluma hiçbirşey olmamış gibi devam ettim.
Tek olan şey benimde belediye otobüslerinin sadece o durakta durduğunu farketmem oldu.
O an düşündüm ve bazı şeylere yine tekrardan emin oldum.
Hayat saçma ve yine Duschamp'ın dediği gibi 'saçma' zamanla anlam kazanıyor.
Birgün ise yaşı büyük bir tanıdığımın yenilgilerini ve geçmişini sorguladığı anına denk gelmiştim, 1 saat sonra ise hiçbir şey olmamış gibi elinde kendine (sadece kendine) aldığı bir tüp leblebi tozu ile eve döndüğünü, bana arkası, önü sokak ile cama dönük bir şekilde mutlu ruh hali ile hüplettiğini görmüştüm.
Bu kadar karmaşa ve geri dönülemeyecek durumlar/hatalar karşısında nasıl olur da insan kalma dürtüsünü benimseyebiliyoruz?
Ya da "insan olmak", "insan olmanın özünü kavramak", "karanlık zamanlarımızda insan kalmak" nasıl mümkün olabiliyor?
Bana otobüs soran ablaya bir filmdeymişim gibi cevap vermeden geçmek, belki ondan da küfür yemek mi beni daha insan yapardı? Yoksa cevap verdiğim an mı saçmaya düştüm?
Bugün Gazze'de, dün Ramallah'da olanlar olmaya devam ediyorken benim hergün kahve içip etrafımda bilindiğim kimliğimin üzerine insanlara neşe vermeye çalışma görevim devam mı etmeli?
Yoksa bir sürede olsa bu kimliğimi (yani beni ben yapan bazı özellikleri) terk edip haykırmam mı gerekir?
Hem kendime olam zulmümü, hem insanlığa zulmü.
Kafası kopuk bedenlerde romantizm türetmek yerine, kimseyi incitmeyecek bir mizah ile mi insan kalırım bu zamanda?
Yoksa bir yasa mı bürünmeliyim kimsenin görüp duyamacağı masalarda?
Bir aşk yenilgisinden daha çıktığımızda ne olması gerekiyor mesela?
Soyutlanıp kendi içimize mi dönmemiz lazım, yine sevgiliye mi anlatmamız lazım, herkese acımızın büyüklüğünden bahsedip 301 genci bir anlığına bile olsa unutmamız mı lazım?
Hangisi bunların insan özelliği?
Nedir insanı karanlık zamanlada beşerden ayıran?
Küçük bir kız çocuğu hayali ile yoğurulurken içim, bunun için hiçbirşey yapmadığımı farkediyorum.
Sanki yarın 3-4.koşuda kazanacak atı bilmek daha önemli gibi geliyor bana.
Oysa insan olmak 'doğmak, büyümek (üremek, çalışmak) ve ölmek (toplumun kabul edeceği başarılı bir ölüm) olarak anlatıldı bize.
Hangisine önem vermem gerekir öyleyse?
"Seni seviyorum" demek ile "Yüzüne boşalabilir miyim?" hangisi daha insancıl bir soru gibi geliyor size?
Biri diğerine bağlı olmadan devam eden bir süreç, saf/karşılıksız.
Biri ise diğerinin rızasını gözeterek izin alınan, sevginin kimine göre en saf hallerinden olan bir sevişmenin sonucu olarak karşımıza çıkıyor.
Kafka'nın, şatoya ya da mahkeme salonuna çıkamaması bize acı ya da varoluş sorgulaması vermiyor da okurken haz alıyorsak bir şeyler pek olması gibi gitmiyor demektir.
Kim birinin bu kadar sıkışmasımdan zevk alabilir ki?
Anlamıyorum,anlatamıyorum, seziyorum.
Sisifos'u bir kişisel gelişim ürünü haline getiren yavşak dolu seminerlerde 'pes etmeyin, işte bakın Sisifos' diye anlatan ve Sisifos'a acımayan insanların olması da pek insansı gelmiyor bana.
Kimse Sisifos'u örnek gösterip, gençliğinden bu yana üniversitenin koridorunu temizleyen babamı daha az bir tanrı olarak göstermesin.
Saçma.
Heisenberg koca bir doğayı saçma bulmuştu,
Godot'u bekleyenler aramayı saçma bulmuştu,
Ivan oğlunu öldürdüğünde insan olmuştu,
Bende bu karanlık zamanlarda insan olmayı 'insancıl' kalmanın yollarını aramayı saçma bulmak üzereyim.
Her acı, her kötü gün, her anı...
Yanımızdan geçiyor.
Peki ya 'insancıl'ı 'insan'dan ayıran nedir?
Bilmiyorum.
https://open.spotify.com/track/5gF3lRbpXJQAy72XOczS1w?si=R_wMAwC8ScOV_tbeKnhygQ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder