30 Nisan 2025 Çarşamba

ben muhammed peygamber değilim

"Emirhan bana bir dosya vermişti, çok sert yazdığı için yumuşatmasını söyledim o da yumuşatmadı ve bu yüzden basamadık kitabını" (hepinizin tanıdığı ünlü bir yazar) 







"Vel Asr innel insane lefi husr" dediğinden beri Allah dünya ziyanlık içinde. 


Ve benden yumuşak söylememi istiyorlar cümlelerimi. 


Dünya bir rivayetime göre penisin ucunda dönmesini tamamlarken ve acımasızca öldürülürken yalancı Galileo kimse 'yumuşak şeyler' beklemesin. 


Duvarlara sertçe tekrar tekrar çarpmak lazım, kafan kanayana kadar iz bırakmak asıl yakışandır. 


Silahlar ağızda bir sakso aletine dönmesin diyedir çabam, 

Yoksa o kız bu kız o şarkıları benim için dinlemiş/dinlememiş değildir ilhamım. 


Çok çok olsa beş kuruş kazanmadan giden Syd Barrett için yazardım. 


Duvarlara renkli döl kutularından grafiti çizenler korkmaz kimseden, ve yazarken bende tanımam tanrıyı. 


O beni tanıyor ise ahirette bir imza dalaşı olabilir aramızda. 


Yezidi kadınların hüsran ve acısı ortada iken ne diye korkacakmışım feminist örgütlerin küfüre olan hassasiyetlerinden? 


"Bu am", " Bu göt" , "Bak bu da sik" demek incitmez kimseyi. 


Asıl inciten insanları, 

Savaşı ve intiharları romantik şiirlere hapsedenlerdir. 


9 yaşında tecavüze uğrayan kimseye acıyamam, çok isterseniz kavgaya tutuşurum. 


Aşk acısı yaşayan birinin acısını dindirmek için ona şiir vermek benim işim değil. 


Benim işim ona ayrılık acısını dibine kadar hissettirmektir.


Orospuluğu öğretmek birine, 

Ya da siktir etmek hüznü, 

Zaman zaman daha zor, 

Zaman zaman daha kolay. 


Ben ilkini tercih eder ve veririm elinize, elinizde ne hayal ederseniz. 


"Sikin kalkmaz evladım, bu kadar dert fazla" diye tavsiyeler verir, sikinin kalkmama nedenlerini anlatırım sana. 


Çok istersen, terapistin çözümün sen olduğun yalanını söyler sana. 


Sik kaldırmayan dertler kötüdür, kaldırma sorununu anlatamamak daha da kötüdür. 


Bunu anlatılmayacak hale getirenler ise "yumuşak yaz" diyen, sistemin gizli köpekleridir.


Ben demiyorum dağıt vücut sıvılarını, dağıt küfürlerini her yere diye. 


Ama kötü mü olur iyi insanlar spermlerini sabahları gözlerine sürmek yerine topluma dağıtsa ve iyi kadınlar kolyelerde taşısalar onları? 


Ben falcı değilim, 

Avutmak için seni, 

Söyleyemem o tılsımlı cümleleri. 


Daracık dünyanın dertleri, 

Kalemimden dökülürken, 

"Göğüsümü genişlet yarabbi" diye dua edemem. 


Muhammed peygamberde değilim, 

Göğüsüm genişlet yarabbi diye dua diyemem ve bir melek gelip kirleri * işareti ile sansürlemez.


İyi ki de değilim, 

Hayatı şüphelerle yaşamak çok daha güzel. 


O 'emin' olanlardandı. 


Evren benim yüzü suyu hürmetime yaratılsaydı utanırdım zaten. 


Bir Afgan'ın yakıldığı, 

Köşede mızıka çalıp ağlayan kadının geçmişte tecavüze uğradığı hikayeyi, 

Long Runner gibi bir atın sakatlandığı evren benim uğruma yaratılsa çoktan kavga ederdim yaratan ile. 


Bira içmem, 

İçeni de çok tasvip etmem ama bu değildir diliniz bardan kafelere geçince yumuşamalı. 


Madem öyle beyler, 

Alın içkinizi, 

Türkiye'den giden petrolle ölen Filistinli çocukları sikici sözlerle anlatalım müsait zamanınızda. 


Çay sizi sıkıcı yapıyorsa, biranız sikici yapsın.


Parasız gezmeyi romantize etmek yerine, otobüsün peşinden koşup son anda kaçıran adamın duraktakilere rezil oluşunu yazalım.

Gerçek olmayan düşleri romantize etmek kolaydır, aslolan utancı ve bir insanın başka insana/insanlara karşı yaşadığı buhranları anlatmaktır. 


Bu dünya annelerin sütü ile değil, babaların mecbur bırakıldığı yumruklar ile inşa edilmiş, 

Doğduğun an tokadı yer sonra Mike Tyson'a evrilirsin. 


Ben cümle kurarken dilim, 

Yazarken kalemim kanıyor. 


Aç çocukların gözlerini anlatacak bir kitaba daha rastlamadım, 

Gecenin sessizliğini bazen bir siren sesi ile nasıl bozarsa polis arabası, 

Sözcüklerinde korna olmak zorundadır. 


Sen imla ile yazarlık dersi vermeye devam et, 

Ben dünyadan intikam peşindeyim.


https://open.spotify.com/track/1Jmqubf9kGkWeYQXQKImL5?si=ucTm5cNmRFCLun1KpAgotw

10 Nisan 2025 Perşembe

karanlık zamanlarda insan kalmak




Bir yenilgi daha tattığım günlerden biriydi. 

Boğazım düğüm düğüm evin yolunu tutmuşken ileri durakta bekleyen bir kadın gözüme çarptı. 

Biri 'nasılsın' diye sorsa ağlayacak, dokunsa ise tikim tutacak ve gülecek haldeydim. 

Kadının durakta beklediği otobüs durmamıştı, kızgın bir şekilde bana dönüp "Ablacım burada durmuyor mu bunlar?" diye sordu. 

"Abla ileride bir durak daha var, belediyenin otobüsleri orada duruyor galiba" dedim. 

Sonra yoluma hiçbirşey olmamış gibi devam ettim. 

Tek olan şey benimde belediye otobüslerinin sadece o durakta durduğunu farketmem oldu. 

O an düşündüm ve bazı şeylere yine tekrardan emin oldum. 

Hayat saçma ve yine Duschamp'ın dediği gibi 'saçma' zamanla anlam kazanıyor. 

Birgün ise yaşı büyük bir tanıdığımın yenilgilerini ve geçmişini sorguladığı anına denk gelmiştim, 1 saat sonra ise hiçbir şey olmamış gibi elinde kendine (sadece kendine) aldığı bir tüp leblebi tozu ile eve döndüğünü, bana arkası, önü sokak ile cama dönük bir şekilde mutlu ruh hali ile hüplettiğini görmüştüm. 

Bu kadar karmaşa ve geri dönülemeyecek durumlar/hatalar karşısında nasıl olur da insan kalma dürtüsünü benimseyebiliyoruz?

Ya da "insan olmak", "insan olmanın özünü kavramak", "karanlık zamanlarımızda insan kalmak" nasıl mümkün olabiliyor?

Bana otobüs soran ablaya bir filmdeymişim gibi cevap vermeden geçmek, belki ondan da küfür yemek mi beni daha insan yapardı? Yoksa cevap verdiğim an mı saçmaya düştüm? 


Bugün Gazze'de, dün Ramallah'da olanlar olmaya devam ediyorken benim hergün kahve içip etrafımda bilindiğim kimliğimin üzerine insanlara neşe vermeye çalışma görevim devam mı etmeli? 


Yoksa bir sürede olsa bu kimliğimi (yani beni ben yapan bazı özellikleri) terk edip haykırmam mı gerekir? 

Hem kendime olam zulmümü, hem insanlığa zulmü. 

Kafası kopuk bedenlerde romantizm türetmek yerine, kimseyi incitmeyecek bir mizah ile mi insan kalırım bu zamanda? 


Yoksa bir yasa mı bürünmeliyim kimsenin görüp duyamacağı masalarda?

Bir aşk yenilgisinden daha çıktığımızda ne olması gerekiyor mesela? 

Soyutlanıp kendi içimize mi dönmemiz lazım, yine sevgiliye mi anlatmamız lazım, herkese acımızın büyüklüğünden bahsedip 301 genci bir anlığına bile olsa unutmamız mı lazım? 

Hangisi bunların insan özelliği? 

Nedir insanı karanlık zamanlada beşerden ayıran? 

Küçük bir kız çocuğu hayali ile yoğurulurken içim, bunun için hiçbirşey yapmadığımı farkediyorum. 

Sanki yarın 3-4.koşuda kazanacak atı bilmek daha önemli gibi geliyor bana. 

Oysa insan olmak 'doğmak, büyümek (üremek, çalışmak) ve ölmek (toplumun kabul edeceği başarılı bir ölüm) olarak anlatıldı bize. 

Hangisine önem vermem gerekir öyleyse?

"Seni seviyorum" demek ile "Yüzüne boşalabilir miyim?" hangisi daha insancıl bir soru gibi geliyor size? 

Biri diğerine bağlı olmadan devam eden bir süreç, saf/karşılıksız.

Biri ise diğerinin rızasını gözeterek izin alınan, sevginin kimine göre en saf hallerinden olan bir sevişmenin sonucu olarak karşımıza çıkıyor. 

Kafka'nın, şatoya ya da mahkeme salonuna çıkamaması bize acı ya da varoluş sorgulaması vermiyor da okurken haz alıyorsak bir şeyler pek olması gibi gitmiyor demektir. 

Kim birinin bu kadar sıkışmasımdan zevk alabilir ki? 

Anlamıyorum,anlatamıyorum, seziyorum. 

Sisifos'u bir kişisel gelişim ürünü haline getiren yavşak dolu seminerlerde 'pes etmeyin, işte bakın Sisifos' diye anlatan ve Sisifos'a acımayan insanların olması da pek insansı gelmiyor bana. 

Kimse Sisifos'u örnek gösterip, gençliğinden bu yana üniversitenin koridorunu temizleyen babamı daha az bir tanrı olarak göstermesin. 

Saçma. 

Heisenberg koca bir doğayı saçma bulmuştu, 

Godot'u bekleyenler aramayı saçma bulmuştu, 

Ivan oğlunu öldürdüğünde insan olmuştu, 

Bende bu karanlık zamanlarda insan olmayı 'insancıl' kalmanın yollarını aramayı saçma bulmak üzereyim. 

Her acı, her kötü gün, her anı... 

Yanımızdan geçiyor. 

Peki ya 'insancıl'ı 'insan'dan ayıran nedir? 

Bilmiyorum.


https://open.spotify.com/track/5gF3lRbpXJQAy72XOczS1w?si=R_wMAwC8ScOV_tbeKnhygQ



6 Nisan 2025 Pazar

bakın şu çocuğa



bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor, 

merdivenlerden yukarıya istemeye istemeye çıkarken, 

ölüme giden kaç basamak kaldığını düşünüyor, 

rüzgârın taşıdığı soba dumanına karıştıracak ona kalsa şimdi ruhunu, 


bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor, 

sabaha dair umutları sıcak havada hiç hareket etmeyen bir perde gibi, 

yıldızsız gökyüzünde kaybolan hayallerine dokunmaya çalışıyor, 

her mürekkepte biraz daha eksilen bir hikâye yazıyor, 

damıtıyor ellerine. 


bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor, 

bir fincan kahvenin dumanında geçmişinde kalanların silüetlerini görüyor, 

eski fotoğrafların sararmış kenarlarında ağlayan yüzler  

hayatın oyununda rolünü unutmuş bir aktör gibi kalıyor, 

bir replik ile unutulmaz olacağını zannetmiş. 


bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor, 

denizin dalgasıyla savrulan yaşam kırıntılarını topluyor, 

dalga sesi içinde bir ağıt arıyor, 

kumun arasında kaybolan sevinçlerini takip ediyor, 

onlar da plaja karışıyor. 


bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor, 

kışın ilk karında donmuş bir yaprak misali titriyor,  

içindeki fırtınayı bastırmak için sessizliğe sarılıyor, 

her kar tanesinde biraz daha üşüyen bir yürek taşıyor, 

ısıtmak için prometheus'u geri bekliyor. 


bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor, 

bahar çiçeklerinin renkleri bile ona anlamsız geliyor, 

taze yeşilliklerin kokusunda geçecek bir baharın daha acısını hissediyor, 

'bu bahar kuşlar bana konsa, ben kırılsam dal yerine' diye düşlüyor, 

ama ne rengi yeşil, ne de boyu uzun. 


bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor, 

rotasını yitirmiş bir gemi misali 

gökyüzündeki işaretlere bakarak bir pusula keşfetmeye çalışıyor. 


bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor, 

eski bir romanın sayfalarında kaybolmuş bir karakter gibi  

yazarı unutmuş, sonunu bekleyen bir hikâye, 

kalem tükendiği için yazılamayan umutlarla dolu bir sayfa, 


bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor  

son satırda bitmeyen bir şiirin eksik mısrası, 

yazarı olmayan bir hikâyenin kahramanı, 

sonsuzluğa uzanan bir boşluk taşıyor, 

ne kadar uzansa o kadar kötü. 


bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor, 

en fazla onun zihni kadar yaşlı olan bir melodinin notalarında kendini buluyor, 

her tonda biraz daha kokan bir beste, 

bitmeyen ağıt gibi çalan bir şarkı. 


bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor, 

çöp konteynerinin dibinde annesinin düşürdüğü bebekliğini buldu, 

üzerine kusulmuş bir hatırayla göz göze geldi o sabah  

bir köpek gibi kovuldu evden ve o gün köpek gibi davranmak istedi sadece. 


bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor, 

geri dönüp kendini çivilediği odada günlerce çürüyen bir et gibi yattı, 

aynalarda yüzünü değil, çürümekte olan bir domuz leşi gördü, 

ve hâlâ nefes alıyor olması mide bulandırıcıydı. 


bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor, 

bir morgun serinliğine aşık oldu şahit olduğu cinayet sonrasında, 

orada kimse soru sormuyor, kimse onu bilmiyordu, 

soğuk metal bir çekmeceye yatmak huzurunu arzuladı. 


bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor,

kadınların gözünde ya bir tehdit ya bir şaka olarak yaşadı, 

onlara çiçek uzattığında dillerden kazınmış küfürler aldı, 

şimdi mezarına güzel bir mezarlık gülü aramak daha mantıklı geliyor. 


bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor, 

bir intihar notu bırakmak istiyor ama kimsenin okumasını istemiyor, 

özür dilediğimi bilseler yeter diyor içinden.


bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor, 

çocukken oyuncak sanıp içini kustuğu jilet kutusunu hâlâ saklıyor, 

bir gün “belki işe yarar” dediği şeyler arasında o da var, 

düşün ki ölüm aletini bile yedek parça gibi görmüş yıllarca. 


bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor, 

bir babanın sarhoş yumruğunda büyüdü, dişlerini yastıkla susturdu ve kanattı etlerini,

her kemik sesi bir dua gibiydi Tanrı’ya; “öldür beni” diye yalvardı

ama Tanrı sağırdı, ya da sadece gülüyordu uzaktan. 


bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor,

“garip” dediler, “tuhaf” dediler, bir de “yanına oturmayın”  

teneffüslerde kendi gölgesiyle konuştu, o bile zamanla gitmedi, 

şimdi insanlara değil, eşyalara güveniyor ve hep alıyor işte birşeyler. 


bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor, 

bir kadına âşık oldu, cüzdanındaki fotoğrafla konuştu bir yıl, 

adını bir kere söyledi diye üç gün boyunca ağladı, 

çünkü isminin bir dudaktan çıkması mucize gibiydi ona. 


bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor, 

hastane koridorunda annesinin ölüsünü üç saat bekledi, 

üzerine titrediği kadına bile son bir “anne” diyemedi, 

şimdi kimseye seslenemiyor. 


bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor, 

bir gün metroda yere yığıldı, kimse dokunmadı bile, 

sadece biri video çekti, sonra “manyakmış” yazdı yorumlara, 

ölüm bile değil bazen, bu kadar yalnız hissettiren şey. 


bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor, 

sabahları kendine çorap giydirmeyi başarırsan “yaşıyorsun” diyor 

ayakta durmak artık fizik değil, irade değil, lanet. 


bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor, 

ama bunu biri duysun istemiyor, biri “kurtarayım” demesin  

çünkü kurtarılmak istemek için önce yaşamayı istemen gerekir  

oysa o sadece güzelce, kimseyi üzmeden yok olmak istiyor.


bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor,

ayaklarında yara, çürümüş tırnakları kanıyor,

sokakta yatıyor bazen, lağım kokusu genzini yakıyor,

fareler kemiriyor battaniyesini, o titriyor.  


bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor,

midesi boş, kurtlar gibi uluyor açlıktan,

çöpten topladığı ekmek küflü, dişleri dökülüyor,

kusmuk boğazında, yutkunamıyor, ağlıyor zuladan.  


bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor,

gözleri sararmış, karaciğeri iflas etmiş,

kolunda iğne izleri, deri pullanıp soyuluyor,

bir köşede sızıyor, sinekler yüzünde geziyor.  


bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor,

Annesi mezarda, kurtlar kemiklerini yiyor,

babası vurulmuş, kafası dağılmış taşlara,

o ise hatırlıyor, kan kokusu hâlâ burnunda. 


bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor,

elleriyle kazıyor, toprağı tırmalıyor çaresiz,

kendi mezarını hazırlıyor, solucanlar bekliyor,

bedenini çürütmek için sabırsız, o nefessiz.  


bakın şu çocuğa 28 yaşında ölmek istiyor,

aynada artık yüzü yok, çürüyor sanki canlı canlı,

dudakları çatlamış, kurtçuklar diş etlerine doluyor,

"Bitsin," diye inliyor, ama artık öyle bir an ki ölüm bile ondan tiksiniyor.


https://open.spotify.com/track/0y1eaipbcP50xp6WLgJtuv?si=gdb3j3vUTbSRC9nX09Siyg