Yerdeki taşları izlerken zamanın üzerimden nasıl aktığını düşündüm. Kayboluş, bir çöküş değildir. Daha sessiz, daha sinsidir. Hiçbir şeyin değişmediği, aynı kaldığı onlarca sabaha uyanırsın, ama bir yandan da her şey farklıdır. En azından hava durumu ve gittikçe sararan kitap sayfaları. Gözlerin odanın köşelerinde gezinirken bir şeylerin eksildiğini hissedersin. Varlığın, bir zamanlar sahip olduğu ağırlığı kaybetmiştir, nereden baksan 5 kilo daha azalmıştır ruhun. Sen azalıyorsundur ama kimse de fark etmez bunu.
Beni unuttular.
Bunu tam olarak ne zaman anladığımı bilmiyorum. Belki yine evden kaçıp meteliksiz bir şekilde sokakta yürürken, birileri omzuma çarpıp da hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam ettiğinde. Belki de yıllardır konuşmadığım bir arkadaşımın adımı unutup bana "şey" diye seslendiğinde. Belki de bir akşamüstü, aynaya bakıp gözlerimdeki ışığın çoktan sönmüş olduğunu fark ettiğimde. İnsan, yavaş yavaş siliniyor işte.
Yürürken kaldırımlara yapışmış bir sakız gibi hissediyorum bazen. Herkes üstüme basıp geçiyor ve bazıları memnun ayaklarının altında olmamdan.
Ne renk olduğum belirsiz. Belki bir zamanlar dikkat çekecek kadar canlıydım, belki biri beni o zamanlar fark ederdi. Ama şimdi, üzerimden o kadar çok ayakkabı geçti ki, kimse bana bakmaz oldu.
Bir zamanlar biri vardı. Adımı söyleyen bir ses, dünyada bir yerim olduğunu hatırlatan bir dokunuş. Sonra o da gitti. Giderken bir şey söylemedi. İnsanlar bazen böyle kaybolur işte. Bir gün yanınızdadırlar, ertesi gün sadece hatıralarda yaşarlar ve yaşlandıklarında ölürler. Ama anıların silinmesine ve fiziki yokluğa da alışıyorsun. Bir sabah uyanıyorsun ve artık onlara dair hiçbir şey hissetmediğini fark ediyorsun. İşte asıl kayboluş bu. Bir zamanlar seni tanıyan biri bile artık seni unutmuşsa, sen hâlâ var mısın?
Herşeye rağmen ara ara içimde yankılanan bir kahkaha var ama benim değil. Ödünç alınmış, gece birine iade edilecek.
Evimde masalar temizlendi, Eskiden, bir kahve fincanının kenarında parmak izlerimizi bıraktıklarımız vardı. Şimdi o izler silindi. fincanlar yıkandı. Herkes birşeyler bıraktı ama ben hiçbir şey bırakamadım.
Sistem, biz yakınları bile birbirimizden ayıran bir makine. Teker teker öğüten, yok eden, birbirimize temas etmemizi engelleyen bir şey.
Kalabalıklarda öyle binlerce insan yürüyor ama kimse kimseye dokunmuyor. Herkes yalnız ama yalnız olduklarını kabullenmemek için sürekli bir yerlere koşturuyorlar. Göz göze gelmemek için telefon ekranlarına bakıyorlar. Vitrinlerde kendi bedenlerine dokunmaya çalışıyorlar.
Bazen düşünüyorum, yere düşsem kaç kişi durup yardım eder? Kaç kişi gerçekten fark eder?
Ellerim titriyor. Önce hafif, sonra daha şiddetli. Ne yapacağımı bilmiyorum. Yıllardır her şeyi erteliyorum. Bir sabah farklı uyanmayı bekledim, olmadı. Bir mektup yazıp birine göndermeyi düşündüm, yazmadım. Bir şeyler yapmalıydım ama hiçbir şey yapmadım. Sadece zamanın üzerimden geçmesine izin verdim. İnsan kendini böyle kaybeder işte: Küçük, önemsiz ertelemelerle.
Geceleri daha yalnız. Yalnızlık, ışıklar söndüğünde daha gerçek oluyor. Uyumak istemiyorum ama uyanık kalmak da acı veriyor. Uyku, geçici bir unutuluş, sabah saatlerce yatağında dönüyorsun, hiçbir yere gitmiyorsun.
Rüyalarda üzerime çöküyor. Sanki bir enkazın altında kalmışım ama kimse kurtarmaya gelmiyor.
Bir ruh hali miydi bu yaşananlar yoksa organik bir hastalık mı?
Öyle bir şeydi ki, melankolik duyguların kokuları bile günlerce çıkmıyor burnumdan.
Duvarlarda duyduğum sesler, kavrulmuş kemiklerin gıcırtısı gibi konuşuyorlar.
Kendime herkesin tiksineceği hikayeler anlatıyorum. Çürümüş cesetleri severim, açılmış mezarlardan bahsediyorum, insanların gözbebeklerine yerleşen tanrıları gören bir karakter yazıyorum. Kimi zaman sabaha kadar duvarlara çizimler yapıyorum, kimi zaman ise sesim kısılana kadar sevişiyorum.
Dişlerimden yatağın köşesini ısırdığım için akan kanları ve vücuduma gardiyandan gizli jiletle çizdiğim kendimden kaçış labirentimi bir süredir herkesten gizliyorum.
“Perdenin arkasında.”
Diyorum kendime, rüyamda gördüğüm benime.
Halbuki orada bile kimse yok, paranoyak olmak isterdim ama olamam.
Zira hakikatte buna yer yok.
Hakikatte olan tek şey kendimden bir parça saklamak.
Bir gün birisi beni bulacak mı bilmiyorum. Belki birisi gelip ağzımdan ve midemden parçayı çıkarıp ismi hatırlayacak. Belki birisi, benim gerçekten var olduğumu fark edecek. Ama o gün gelene kadar, ben burada, çürüyen duvarların, kararmış ışıkların ve solmuş hayallerin içinde kaybolmaya devam edeceğim.
Bir başka gün, bir başka unutuluş…
Zihnimde yüzlerce soru var, ama cevap yok. Var mıyım, gerçekten var mıyım? Kendi varlığımı, içimdeki boşluğu, sabah uykusuz kalmış açlığımı, bakarken gördüğüm yansımalarda kaybolan “ben”i algılayamıyorum. Gözlerim, varlığımı anlayan tek şey ama o da yanıltıcı. Gözlerim, bir yansıma gibi, bir anlık bir boşluk. Ama ya her şeyin gerisindeysen, ya da her şey sadece bir yansıma mı? “Ben” dedikçe kayboluyorum, çünkü ben kimim? Kendi kimliğimi, kimseye ait olmadığımı, her şeye yabancı olduğumu, birine bile ait olamayacak kadar kaybolmuş olduğumu hissediyorum. Hissederek kayboluyorum.
Bazen var olmak bir bedel gibi geliyor. Bedenimle öylesine varım, öylesine bir hiçim. Bir parça et, bir kemik, ama derinlere inince hiçbir şey. İçim boş, düşüncelerim dağılmış, bir zamanlar anlık yaşadığım duygular şimdi uzun bir süre önce silinmiş. Her şey öylesine kayıp ki, zamanla bir yere gitmiş gibi hissediyorum. Anlar, düşünceler, insanlar; hepsi bu kaybolmuşlukla silindi. Düşünüyorum, içimde bir ışık vardı, ama ne zaman kayboldu? Uykusuz kaldım, belki de yıllardır. Zamanı izledim ama her şey birikerek öylesine büyüdü. Şimdi biriken duygular, sislere bulanan her şey beni tüketiyor. Ne zaman farklı hissettim?
Ve sonra, bir gün sabah gözlerimi açtığımda bir ses, “Uyan, gerçekten var mısın?” diye soracak,yol gösterecek. O an, o kadar uzun beklemiş olacağım ki, sanki bu soruya cevap vermek için yaratılmamış gibiyim. Beni ne zaman sorarsan sor, ben hep kaybolmuşum. Zaman sadece bir gölge, bir çöküş gibi üzerime çöküyor.
Şimdi düşündüm de, belki de sistemin dediği şey, sadece kaybolmak. Belki de varlık, bir zamanlar sahip olduğun her şeyin yokluğu. Sistemde herkes kaybolur, ama kimse fark etmez. Biz kaybolurken, başka birileri hep ilerler. Belki kaybolduğumda, insanlar hala “sistem”in bir parçası olarak var olacaklar. Ama ben o sistemde hiç var olmadım. Ben, kaybolmuş bir hata, bir yanlışlık, varlığı tükettikçe solan bir hayaletim.
Kaybolmanın tezatlığı da bunu bilmek ve kelimenin değer kazanması için tezatlığı gerçekleştirmek.
Ama birgün kendimi bulduğumda, bir ses ile boşlukta herkesin hissedeceği bir çığlık kalacak.
https://open.spotify.com/track/3FSLyEUXnmUKPJU93ACRdD?si=ttsREHegQDW6-KEj3nN4EA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder