27 Mart 2025 Perşembe

keşke ölseydim




Keşke ölseydim,  

sabahları haberleri açmazdım,  

adamların birbirini paramparça ettiği manşetleri görmezdim,  

çocukların cansız yattığı sokakları hafızama kazımazdım,  

birkaç ölüye üzülüp, sonra kahvaltıya oturmazdım.  


Keşke ölseydim,  

toprak sadece ölüleri değil, yalanları da örtseydi,  

bayrakları kanla yıkayıp, şereften bahsetmeselerdi,  

açlıktan ölen çocukların istatistik olmadığını bilselerdi,  

ve her şeye rağmen hâlâ alkış tutanlar,  

aynaya bakınca insan görmeselerdi.  


Keşke ölseydim,  

adamın biri çıkıp "şehitler ölmez" demeseydi,  

annesi kefeni koklarken, mikrofon uzatmasalardı,  

tabutuna bayrak serip, üstüne basanlarla aynı toprakta yatmasaydı,  

ve biri daha cebini doldururken,  

kuru bir duaya razı gelmeseydi.


Keşke ölseydim,  

zihnimde yankılanan siren sesleri olmazdı,  

ayakta kalmak için üç kuruşa ömrünü satanları görmez, 

ekmeğimi başkaları paylaşırdı. 


Keşke ölseydim,  

yok olanların da bir sesi olduğunu bilmezdim,  

sustukça daha çok duyulan,  

geceleri kafamda nostaljik bir fısıltıya dönüşen.


Kimseye küsmezdim,

Kimseden ayrılmazdım.

Babamın şahsına münhasır mutluluğunu anlamaya çalışmaz, 

Ölen ninemin yorganından sökülen ince ipler onun ince kefenini hatırlatıp üzmezdi beni. 


Keşke ölseydim,  

ölüm bir son olsaydı mesela,  

uyanıp her gün aynı kabusu görmeseydim,  

ölüler gömülseydi gerçekten,  

ve diriler, çukurları sadece ayakta durmak için kazmasaydı.  


Keşke ölseydim,  

bir ülke haritadan silinmezdi belki,  

ölüler, doğum oranından hızlı artmazdı,  

ve sokaklar, kan kokusunu unutmayı başarırdı.  


Keşke ölseydim,  

insanlık bir kelime oyunu olmasaydı,  

vicdan, dilin ucunda tükenen bir ses olmasaydı,  

birini susturmanın yolu, hep ölüm olmasaydı,  

ve bütün bunları ben de anlatmak zorunda kalmasaydım.


Keşke ölseydim,  

gözyaşı silmenin bir meslek olduğunu bilmezdim,  

yetimhaneler ve taziye evleri birbirine karışmazdı,  

insanlar birbirini unutmazdı,  

ev sahibi, araba sahibi olmayı bu kadar umursamaz,

unutmayı bir kaçış sanmazdım.  


Keşke ölseydim,  

paranın her şey olduğunu öğrenmezdim,  

birkaç kişi daha fazla kazansın diye bir mahallenin yok olmasını görmezdim,  

gazete sayfalarına sıkıştırılmış hayatlara rastlamazdım,  

kimsenin ismi, haberin dibindeki italik yazıda yer almazdı.  


Ama ben ölmedim.  

Ve sokakları izliyorum.  

Duvarlara yazılan "katil devlet" yazılarını,  

sabah silinen, akşam tekrar yazılan harfleri,  

biri ölüyor, biri yazıyor.  

Biri susuyor, biri bağırıyor.  

Ve sabah, biri yine siliyor.  


Keşke ölseydim,  

çocukların büyüyünce polis ya da mahkum olmak zorunda kaldığını bilmezdim,  

mümkün dünyaların en iyisi hayalini kurmazdım,  

insanların birbirine daha az benzediği bir yerde nefes alırdım,  

bir kafede oturup, kimse görmeden kahvemi içerdim.  


Keşke ölseydim,  

kitaplar yasaklanmasaydı,  

ölmeden önce okumam gereken kitaplar diye bir liste yapmazdım,  

çünkü ölümden önce yapılması gereken başka şeyler olurdu,  

ya da hiçbir şey olmazdı, sadece yaşardım.  


Keşke ölseydim,  

bu kirli sahnede, yalanların zehriyle boğuşan bir beden,  

sistem yalanının, parmak uçları kadar hassas adımlarında  

acı bir mizansen, öfkenin küfür dolu senfonisi olsun istedim.


Keşke ölseydim,  

çünkü bu dünya, lanetli bir tiyatro;  

yalan dolu liderlerin boğuk sitemleri,  

sokaklarda yankılanan ölümler ve küfürler arasında  

gerçeklik, bir hayal gibi savruluyor,  

ve biz, çürümüş umutların küllerinde

kendimizi ararken, bir damla bile olsa suskunlukla boğuluyoruz.


Keşke ölseydim,  

ama her ölüm, bir direniş ateşi;  

acı dolu küfürlerin, içimizde yankılanan isyanın  

sessiz bir çığlığına dönüşürken,  

ölüm, bazen yıkımın ötesinde,  

bir uyanışın habercisi,  

bir yanık şiirin en sert mısrası olur.


Keşke ölseydim,  

ama yokluğumda belki sesimi duymayacaktınız;  

gözlerinizde eriyen, mahkûm bir gerçeğin izinde  

her adım, bir sorgu, bir küfürle yeniden doğarken,  

devletin kirli yüzünü,  

sokakların çürük yanlarını,  

her bir yalanın ve küfürün altında  

kendinizi yeniden bulacaksınız.


Keşke ölseydim,  

ama her damla öfke, her kırık umut  

bu düzenin acımasız aynasında  

siz sorgulamayanların, sessiz kalanların  

en derin yaralarını açığa vurur;  

ve belki de, bu yıkımın ortasında  

gerçeklik,  

bir küfürün, bir ömrün,  

sonsuz bir direnişin adı olur.


Ama ben ölmedim.  

Ve gözlerimi kapatınca bile duyuyorum her şeyi.  

Bir annenin çığlığını,  ,  

Bir adamın son kahkahasını.  

Sanki bunların hiçbiri olmamış gibi.  


Keşke ölseydim,  

ama ölmek bir şeyleri değiştirmiyor.  

Ne kadar çok insan ölse de,  

birileri yaşamaya devam ediyor.  

Gülüyor, eğleniyor, unutuyor.  

Ölüm bir son değil, bir haber başlığı sadece.  

Ve yarın başka bir başlık var.  


Ama ben ölmedim.  

Gözümün önünde büyüyen ölümler var.  

Her gün biraz daha güneşi batıran bir gökyüzü.  

Ne yana baksam, suskunlukla örtülen cinayetler.  

Rakamlar konuşuyor, insanlar susuyor.  

Bu kadar çok rakam nasıl susar, bilmiyorum.  

Ölmedim.  

Bu yüzden unutamıyorum.  

Bu yüzden her şey üzerime geliyor.  

Bu yüzden sokakları izliyorum.  

belki de,  

bu yüzden yazıyor ve ağlıyorum çünkü ölmedim. 


Bakın şu 28 yaşındaki çocuğa, 

Nasıl da arzuluyor ölümü, 

Bir köpeği kovalar gibi kovalıyor. 

Ama köpek o kadar kaçmıyor, 

Biliyor ki onu ısıramaz, 

Ama çocukta vazgeçmiyor, 

Bilmiyor ki onu ne kadar istese de ısıramaz. 


https://open.spotify.com/track/1KsI8NEeAna8ZIdojI3FiT?si=rcOtED8cQJWSHyF4vt57TA


14 Mart 2025 Cuma

yokluğuma iman

Yerdeki taşları izlerken zamanın üzerimden nasıl aktığını düşündüm. Kayboluş, bir çöküş değildir. Daha sessiz, daha sinsidir. Hiçbir şeyin değişmediği, aynı kaldığı onlarca sabaha uyanırsın, ama bir yandan da her şey farklıdır. En azından hava durumu ve gittikçe sararan kitap sayfaları. Gözlerin odanın köşelerinde gezinirken bir şeylerin eksildiğini hissedersin. Varlığın, bir zamanlar sahip olduğu ağırlığı kaybetmiştir, nereden baksan 5 kilo daha azalmıştır ruhun. Sen azalıyorsundur ama kimse de fark etmez bunu. 


Beni unuttular.  


Bunu tam olarak ne zaman anladığımı bilmiyorum. Belki yine evden kaçıp meteliksiz bir şekilde sokakta yürürken, birileri omzuma çarpıp da hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam ettiğinde. Belki de yıllardır konuşmadığım bir arkadaşımın adımı unutup bana "şey" diye seslendiğinde. Belki de bir akşamüstü, aynaya bakıp gözlerimdeki ışığın çoktan sönmüş olduğunu fark ettiğimde. İnsan, yavaş yavaş siliniyor işte. 


Yürürken kaldırımlara yapışmış bir sakız gibi hissediyorum bazen. Herkes üstüme basıp geçiyor ve bazıları memnun ayaklarının altında olmamdan. 


Ne renk olduğum belirsiz. Belki bir zamanlar dikkat çekecek kadar canlıydım, belki biri beni o zamanlar fark ederdi. Ama şimdi, üzerimden o kadar çok ayakkabı geçti ki, kimse bana bakmaz oldu. 


Bir zamanlar biri vardı. Adımı söyleyen bir ses, dünyada bir yerim olduğunu hatırlatan bir dokunuş. Sonra o da gitti. Giderken bir şey söylemedi. İnsanlar bazen böyle kaybolur işte. Bir gün yanınızdadırlar, ertesi gün sadece hatıralarda yaşarlar ve yaşlandıklarında ölürler. Ama anıların silinmesine ve fiziki yokluğa da alışıyorsun. Bir sabah uyanıyorsun ve artık onlara dair hiçbir şey hissetmediğini fark ediyorsun. İşte asıl kayboluş bu. Bir zamanlar seni tanıyan biri bile artık seni unutmuşsa, sen hâlâ var mısın?  


Herşeye rağmen ara ara içimde yankılanan bir kahkaha var ama benim değil. Ödünç alınmış, gece birine iade edilecek. 

Evimde masalar temizlendi, Eskiden, bir kahve fincanının kenarında parmak izlerimizi  bıraktıklarımız vardı. Şimdi o izler silindi. fincanlar yıkandı. Herkes birşeyler bıraktı ama ben hiçbir şey bırakamadım.  


Sistem, biz yakınları bile birbirimizden ayıran bir makine. Teker teker öğüten, yok eden, birbirimize temas etmemizi engelleyen bir şey. 

Kalabalıklarda öyle binlerce insan yürüyor ama kimse kimseye dokunmuyor. Herkes yalnız ama yalnız olduklarını kabullenmemek için sürekli bir yerlere koşturuyorlar. Göz göze gelmemek için telefon ekranlarına bakıyorlar. Vitrinlerde kendi bedenlerine dokunmaya çalışıyorlar.

Bazen düşünüyorum, yere düşsem kaç kişi durup yardım eder? Kaç kişi gerçekten fark eder?  

Ellerim titriyor. Önce hafif, sonra daha şiddetli. Ne yapacağımı bilmiyorum. Yıllardır her şeyi erteliyorum. Bir sabah farklı uyanmayı bekledim, olmadı. Bir mektup yazıp birine göndermeyi düşündüm, yazmadım. Bir şeyler yapmalıydım ama hiçbir şey yapmadım. Sadece zamanın üzerimden geçmesine izin verdim. İnsan kendini böyle kaybeder işte: Küçük, önemsiz ertelemelerle.

Geceleri daha yalnız. Yalnızlık, ışıklar söndüğünde daha gerçek oluyor. Uyumak istemiyorum ama uyanık kalmak da acı veriyor. Uyku, geçici bir unutuluş, sabah saatlerce yatağında dönüyorsun, hiçbir yere gitmiyorsun.  

Rüyalarda üzerime çöküyor. Sanki bir enkazın altında kalmışım ama kimse kurtarmaya gelmiyor.  

Bir ruh hali miydi bu yaşananlar yoksa organik bir hastalık mı?  

Öyle bir şeydi ki, melankolik duyguların kokuları bile günlerce çıkmıyor burnumdan.

Duvarlarda duyduğum sesler, kavrulmuş kemiklerin gıcırtısı gibi konuşuyorlar. 

Kendime herkesin tiksineceği hikayeler anlatıyorum. Çürümüş cesetleri severim, açılmış mezarlardan bahsediyorum, insanların gözbebeklerine yerleşen tanrıları gören bir karakter yazıyorum. Kimi zaman sabaha kadar duvarlara çizimler yapıyorum, kimi zaman ise sesim kısılana kadar sevişiyorum. 

Dişlerimden yatağın köşesini ısırdığım için akan kanları ve vücuduma gardiyandan gizli jiletle çizdiğim kendimden kaçış labirentimi bir süredir herkesten gizliyorum. 


“Perdenin arkasında.”  


Diyorum kendime, rüyamda gördüğüm benime.

Halbuki orada bile kimse yok, paranoyak olmak isterdim ama olamam. 

Zira hakikatte buna yer yok. 

Hakikatte olan tek şey kendimden bir parça saklamak.

Bir gün birisi beni bulacak mı bilmiyorum. Belki birisi gelip ağzımdan ve midemden parçayı çıkarıp ismi hatırlayacak. Belki birisi, benim gerçekten var olduğumu fark edecek. Ama o gün gelene kadar, ben burada, çürüyen duvarların, kararmış ışıkların ve solmuş hayallerin içinde kaybolmaya devam edeceğim.  


Bir başka gün, bir başka unutuluş…  


Zihnimde yüzlerce soru var, ama cevap yok. Var mıyım, gerçekten var mıyım? Kendi varlığımı, içimdeki boşluğu, sabah uykusuz kalmış açlığımı, bakarken gördüğüm yansımalarda kaybolan “ben”i algılayamıyorum. Gözlerim, varlığımı anlayan tek şey ama o da yanıltıcı. Gözlerim, bir yansıma gibi, bir anlık bir boşluk. Ama ya her şeyin gerisindeysen, ya da her şey sadece bir yansıma mı? “Ben” dedikçe kayboluyorum, çünkü ben kimim? Kendi kimliğimi, kimseye ait olmadığımı, her şeye yabancı olduğumu, birine bile ait olamayacak kadar kaybolmuş olduğumu hissediyorum. Hissederek kayboluyorum.  

Bazen var olmak bir bedel gibi geliyor. Bedenimle öylesine varım, öylesine bir hiçim. Bir parça et, bir kemik, ama derinlere inince hiçbir şey. İçim boş, düşüncelerim dağılmış, bir zamanlar anlık yaşadığım duygular şimdi uzun bir süre önce silinmiş. Her şey öylesine kayıp ki, zamanla bir yere gitmiş gibi hissediyorum. Anlar, düşünceler, insanlar; hepsi bu kaybolmuşlukla silindi. Düşünüyorum, içimde bir ışık vardı, ama ne zaman kayboldu? Uykusuz kaldım, belki de yıllardır. Zamanı izledim ama her şey birikerek öylesine büyüdü. Şimdi biriken duygular, sislere bulanan her şey beni tüketiyor. Ne zaman farklı hissettim? 

Ve sonra, bir gün sabah gözlerimi açtığımda bir ses, “Uyan, gerçekten var mısın?” diye soracak,yol gösterecek. O an, o kadar uzun beklemiş olacağım ki, sanki bu soruya cevap vermek için yaratılmamış gibiyim. Beni ne zaman sorarsan sor, ben hep kaybolmuşum. Zaman sadece bir gölge, bir çöküş gibi üzerime çöküyor.

Şimdi düşündüm de, belki de sistemin dediği şey, sadece kaybolmak. Belki de varlık, bir zamanlar sahip olduğun her şeyin yokluğu. Sistemde herkes kaybolur, ama kimse fark etmez. Biz kaybolurken, başka birileri hep ilerler. Belki kaybolduğumda, insanlar hala “sistem”in bir parçası olarak var olacaklar. Ama ben o sistemde hiç var olmadım. Ben, kaybolmuş bir hata, bir yanlışlık, varlığı tükettikçe solan bir hayaletim.  


Kaybolmanın tezatlığı da bunu bilmek ve kelimenin değer kazanması için tezatlığı gerçekleştirmek. 


Ama birgün kendimi bulduğumda, bir ses ile boşlukta herkesin hissedeceği bir çığlık kalacak.


https://open.spotify.com/track/3FSLyEUXnmUKPJU93ACRdD?si=ttsREHegQDW6-KEj3nN4EA