insanların duygularını açık etmesi onları neredeyse her zaman bir felakete sürükler.
bu aile içinde de böyledir, ilişkiler içinde de böyledir.
duyguyu düz bir dil yerine abartılı bir şekilde anlatıp, nesneye teslimiyeti bildiren cümleler kişinin her zaman zararına olur.
herhalde bu ifadeleri sizin zararınıza kullanmayacak nadir kişiler, yukarıdaki sıfatların yanına 'dost' kavramını ekleyebildiğiniz kişilerdir.
tabi ki onlar da 'iyi' kalıbına uyuyorsa.
zira özellikle kadınların arkadaşlığında 'duyguları kötüye yönlendirme' haline defalarca çevremde şahit oldum.
bu iyilikler ve duygulardan dolayı kullanılmalar zaman zaman karşı tarafa batar bile.
buna 'değersizlik paradoksu' ismini verirler. (bir kişinin kendini değersiz hissetmesi yüzünden, ona değer verenin de değersiz olduğunu zannetmesi, veyahutta kendini yönlendirecek kişiler araması ve onlara iyi, gerçekten değer verenlere kötü olması)
bu sebeptendir ki geçmişimizde kalan (ayrıldığımız,ölen ya da farklı sebepler ile geride kalan) insanlara duygularımızı belli etmek en iyisidir.
onlar siz andayken boynunuza mı sarılmak ister yoksa boğazınıza mı anlayamazsınız. (bu aynı zamanda bir şahsiyet meselesidir. şahsiyet ise tecrübe ve gece ne düşündüğünüz ile alakalı bir olgudur. diğer insanlar ile kurduğunuz iletişim sizin şahsiyetinizi oluşturmaz, aksine zedeler)
fakat bunu bir farz haline getirip, geçmişe takılıp düşüp geleceği de topal yürümemek gerekir.
çünkü o kişiler ile belli hayalleriniz var ise o hayalleri zamanında yaşamalı, söylemelisiniz.
hayaller zamanında yaşanmalıdır, günü ve saati geçmiş ya da gelmeden yaşanmış olan hayal, kırıklıktır.
her güne acı ile başlatır.çatının üzerimize çökmesine ramak kalan evimizde,
yoksul bir sofrada yemek yeriz ümidi ile.
gittiğim şehirlerde, elbette karşıma çıkacaksınız diye içimden geçirirken.
banyoda sizden kalan son kanları ve spermleri vücudumdan çitilerken,
ya da italya'da belki sistinya şapelinde, veyahutta karşısındaki alışveriş merkezinde,
filistin'in özgür gökyüzünde buluşacağız sizlerle belki tekrardan.
bu ümit ile yaşıyorum,
bolu'da buluşuruz belki,
havaların soğuduğu zamanlarda.
belki izmit'te.
varoluşçu tribine girdiğim kafede,
kadıköy bekler bizi belki de,
denizdeki dalgalar bir anlığına durur,
hiç sallanmaz vapur,bende hiç korkmam bu sayede,
belki bir şarkıda, belki de bir intiharda tekrar buluşuruz sizlerle,
beni elinde Kur'an ile cennette karşılarsınız,
ya da bir elinde orak,bir elinde çekiç ile cehennemde.
yeryüzünde değil de gökyüzünde buluşuruz belki, yine sırtınıza yük olurum.
aylak bir martı gibi uçmak istemem,
beni de atın işte şu köşeye derim sizlere,
içtiğiniz sularda, ya da son kadehte,
sigara içmeyin aman aman,
ama içerseniz de son dumanını bana yollayın,
ben alır saklarım onu ciğerimde.
belki hissederim sizi,
yine kızarım kızmasına ama en azından bir anı daha saklarım sizden.
gutten-morgen adlı kafede buluşalım,
mayıslarda,haziranlarda.
0542'li telefonumda,
yeşil uygulamada buluşalım.
kelimelerde buluşmak beni yoruyor artık,
yazmakta zorlanıyorum,
dedikodularda buluşalım,
yalnızlığı ve aşkı anlattığım söyleşilerimde,
kırlarda değil,kentlerde buluşalım,
daha fazla ilham alayım sizden,
siz beni bir daha, bir daha terk ederken.
aşklarda,sarılmalarda,öpüşmelerde buluşalım,
seyyar bir satıcının yere serdiği beze oturalım,
geceleyin bizi de satsın,
'güzel insanlarım var, çokta pahalı değiller'
gelin bulun beni,
satıcının bezinde.
götürün beni de her neredeyseniz.
tutun elimi, çekin bir kez daha buradan.
görmeyin ayıplarımı,kusurlarımı.
yumruğumu unutun, tokatımı unutun, size verip tutmadığım sözleri unutun,
orospu çocukluğunu unutun,
sizden çaldığım paraları,
karnınıza vurduğum bıçakları,
küfürleri unutun.
ben unutuyorum sizi, buna izin vermeyin.
sesinizi unutuyorum,
saçınızı,
boyunuzu,
kokunuzu,
gözünüzün rengini,
hayallerimizi,
hayallerinizi,
unutuyorum.
sevdiğiniz yemeği,
içtiğiniz kahveyi,
son sıcağımızı,
son soğuğumuzu,
son gülüşmemizi,
ve
son ağlayışımızı,
unutuyorum.
izin vermeyin buna.
gitmeyin artık,
ne yanımdan,
ne kanımdan,
ne canımdan,
ne de hafızamdan.'
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder