25 Mayıs 2024 Cumartesi

obje

 sadece ampüte erkeklerle birlikte olabiliyordu. yanında sürekli bu erkeklerden biri olurdu. elleri olmayanlar protez bacaklılar, sadece ayakları olmayanlar ya da el parmakları olmayanlar onlarla gereğinden fazla ilgilenirdi ve sonunda hepsi bu ilgiden sıkılıp giderlerdi. onlara seçme ve terk etme şansı verdiğini söylemişti. onlara karşı acımasız bir merhamet besliyordu. yine de onun bu yok ediciliği dünyanın geri kalanını düşündüğümde çok masum kalıyordu sadece bu erkekler onu orgazmın zirvesine taşıyabiliyordu. 


erkekler eziliyor. erkekler zirveye çıkıyor. erkekler döllerini fışkırtıyorlar ve o anda kendilerini diğer zamanlardakı gibi eksik hissetmiyorlardı. karşılarında amcığını açmış kendilerini aşağılayan bu kızın altında ezilmek, organlarının koparılırcasına yalanması ve uzuvlarının olmadığı yerlerinde dolaşan saldırgan dil darbeleri zevkin şiddetini artırıyordu. bu şefkatlı cani kız, o erkekleri ezerken, o erkeklere küfür ederken, o erkekleri küçük delici aletleriyle yaralarken, o erkeklerin siklerini ve taşaklarını morartırken ve o erkeklerin üstünde saldırgan bir şehvetle zıplarken nasıl da gerçekten zevk aldığını dürüstçe anlatabiliyordu. olayının farkına varmıştı. yan çizmiyordu hiç kimseye olmadığı bir şey vermiyordu. Hiç kimsede onda olmayan bir şeyi almıyordu.


"Bunu keşfettiğimde doktora gitmeyi bile düşündüm. acaba tedavi edilmesi gereken vahşi bir şey mi, bu diye kendime defalarca sordum. şimdi böyle bir şey düşünmüş olmama gülüyorum. çok boktan bir düşünceymiş. başka türlü zevk alamıyorum ve bunu anlatma cesaretini gösterdiğim insanlar bana sapık orospu gibi davranmaya başlıyorlar.


onu normalleştirin. seks pozisyonlarınızın klişelerini koruyun.


"O adamlar kendilerini eksik görüyorlar. çoğu kendini dış dünyaya adapte edememişler ve benimle birlikte kendi içlerindedekiyle yüzleşiyorlar. Ters bir etki gibi, anladın mı? Onlara acı çektiriyorum, aşağılıyorum, siklerini kavrayıp meydan okuyorum,onlar için müthiş bir arınma oluyor. sanki zaten bir gün başlarına geleceğini düşündükleri bir olayı ayaklarına getiriyorum. çünkü insanlar berbat ve onlara berbat davranıyorlar. Her zaman başlarına bir şey geleceğini düşünerek yaşıyorlar


yakın zamanda kör erkekleri de tercih ettiğini söylüyor. en son seviştiği adamın tamamen kör olduğunu ve onu yatağa bağlayıp on-on beş dakika saksodan sonra orada terk edip gittiğini geri döndüğünde ise adamın tek istediği şeyin saksoya devam etmesini istediğini anlatıyor.


Kutsal bedenin içine et, çünkü o kutsal falan değil. Ona iyi bakmak öğretiliyor sana. Onu koruman ve kutsaman. Oysa dündekiyle yüzleşiyorlar. Ters bir etki gibi anladın mı? Onlara acı çektiriyorum, aşağılıyorum, siklerini kavrayıp meydan okuyorum Onlar için müthiş bir arınma oluyor. Sanki zaten bir gün başlarına geleceğini düşündükleri bir olayı ayaklarına getiriyorum. Çünkü Insanlar berbat ve onlara berbat davranıyorlar. Her zaman başlarına bir şey geleceğini düşünerek yaşıyorlar


"Erkekliklerini ayaklar altına alıyorum. Dışarıda hepsi ahkam kesiyor. kas güçleriyle, güzel suratlarıyla, vücutlarıyla övünüyorlar. erkeklerin neredeyse başka böbürlendikleri mevzular yok. Bazen yumruk yumruğa suratlarını bile dağıtıyorum. kan İçinde çaresiz kalıyorlar. bu görüntü beni daha çok azdırıyor. kendileri de daha fazla sertleşmiş oluyorlar. bir kızın onların ağzına sıçmasının utancıyla karışık şehvetleriyle hayvanlar gibi boşalıyorlar."


Onu anladığımı biliyor.

19 Mayıs 2024 Pazar

benim de bir sonum var

 geçmişim hakkında hatırladığım her kötü şey üzerime bir yük olur olmasına, ona sözüm yok. 


fakat hatırladığım iyi şeylerin de üzerime bu kadar yük olacağını hiç tahmin etmezdim. 


daha 2 gün önce yazdıysam ve tekrar yazıyorsam, çoğu şey ya yolunda gitmiyordur ya da söyleyeceklerim varken söylemekte zorluk çekiyorumdur.


ya da konuşmak istediklerim gitmiştir, ölmüştür. 


belki de delirdim, ya da delirmek üzereyim. 


ya da yıkılmak üzereyim. 


aklımın derinliklerindeki karanlıkları aydınlatmak için var olan lambayı açamıyorumdur ya da.


'ya/ya da'lar uzar gider. 


fakat geçmişin yükünü atmak artık imkansız hale geliyor. 


şuan içerisinde bulunduğum şehre, her ay birkaç kere geldiğimde yaşadığım buhranı kimselere anlatamam. 


odanın her yerinde hayal kırıklarından oluşan porselen bir bardağın parçaları, 


buruşmuş peçeteler, 


duvarın dibinden gelen sesler, 


burada en sevdiğim arkadaşımın boş odası, 


karanlık, 

sessizlik, 

kokuşmuşluk... 


görece başarısız sayılabilecek bir eğitim, 


başarısız sevgiler, 


günde kalp çarpıntısından ölmek için içilen 4.bardak kahve. 


düzlükte koşamayan atlar... 


dedeme, nineme, sevgiliye, dosta,ölmüş yazarlara duyulan hasretler.... 


anneye verilen sözlerin artık tutulamayacak olması, 


bu yaştan sonra yaşanılan tek coşkulu duygunun öfke olması ve koca çizilen hüzün üçgenleri... 


boğazımda haykırmak ya da ağlamak için biriken çok fazla kelime var. 


fakat ne eskisi kadar kusmak istiyorum ne de bağırmak. 


yüzmeyi çok bilmem ama okyanusun dibinde bağırarak köpükler oluşturmak istercesine birşeyler yaşıyorum içimde. 


her sabah başlayan anksiyete, her sabah başlayan 'bu benim son şansım' düşünceleri... 


hayatımın yavaşlığına rağmen hızlı atan kalbim, 


'dur artık, bu son kahve yoksa' diye azarlama biçimim. 


beni sevdiğini iddiaa eden diğer kadınlar, 

benim ise aklım halen o günlerde. 


beni metheden insanlar, 

benim aklım ise galiba artık methtte. 


bu kentten kovuldum, inanır mısınız? 


hem en yakınım 'git sende dön' dedi, 

hem de hiç tanımadığım birkaç kişi bana siktir çekti.


dünyadan ne zaman kovulurum?


kötü bir kahvaltı sonrası kovulur muyum? 


ya da iyi bir akşam yemeğinden sonra? 


ya da son kez unuttuğum bir sesi duyduğumda? 


bilmiyorum, bilemiyorum. 


potansiyel ziyanımı acı çekerek izliyorum. 


bu kadar yıl verilen emekler nereye gidecek diye sorabileceğim kimse yok. 


içinde olduğum bataklıkta eskiden birkaç çiçek biterdi. 


şimdi ise ya ihanet bitiyor, ya yalan ya da hayallerden arda kalan parçalar. 


bataklık kuruyor artık. 


yemyeşil bahçe, artık kuruyor. 


bende onunla beraber kök salıyorum, 


fakat büyümüyor, 


kayboluyorum.

18 Mayıs 2024 Cumartesi

dedeye,nineye,eski sevgiliye/ya ya da tüm gidenlere



insanların duygularını açık etmesi onları neredeyse her zaman bir felakete sürükler.

bu aile içinde de böyledir, ilişkiler içinde de böyledir.

duyguyu düz bir dil yerine abartılı bir şekilde anlatıp, nesneye teslimiyeti bildiren cümleler kişinin her zaman zararına olur.

herhalde bu ifadeleri sizin zararınıza kullanmayacak nadir kişiler, yukarıdaki sıfatların yanına 'dost' kavramını ekleyebildiğiniz kişilerdir.

tabi ki onlar da 'iyi' kalıbına uyuyorsa.

zira özellikle kadınların arkadaşlığında 'duyguları kötüye yönlendirme' haline defalarca çevremde şahit oldum.

bu iyilikler ve duygulardan dolayı kullanılmalar zaman zaman karşı tarafa batar bile.

buna 'değersizlik paradoksu' ismini verirler. (bir kişinin kendini değersiz hissetmesi yüzünden, ona değer verenin de değersiz olduğunu zannetmesi, veyahutta kendini yönlendirecek kişiler araması ve onlara iyi, gerçekten değer verenlere kötü olması)

bu sebeptendir ki geçmişimizde kalan (ayrıldığımız,ölen ya da farklı sebepler ile geride kalan) insanlara duygularımızı belli etmek en iyisidir.

onlar siz andayken boynunuza mı sarılmak ister yoksa boğazınıza mı anlayamazsınız. (bu aynı zamanda bir şahsiyet meselesidir. şahsiyet ise tecrübe ve gece ne düşündüğünüz ile alakalı bir olgudur. diğer insanlar ile kurduğunuz iletişim sizin şahsiyetinizi oluşturmaz, aksine zedeler)

fakat bunu bir farz haline getirip, geçmişe takılıp düşüp geleceği de topal yürümemek gerekir.

çünkü o kişiler ile belli hayalleriniz var ise o hayalleri zamanında yaşamalı, söylemelisiniz.

hayaller zamanında yaşanmalıdır, günü ve saati geçmiş ya da gelmeden yaşanmış olan hayal, kırıklıktır.

her güne acı ile başlatır.

değer verdiğim gidenler ile hayalleri tek başına kuruyorum şimdilerde.

'tekrar birgün buluşacağımızı bile bile,

çatının üzerimize çökmesine ramak kalan evimizde,

yoksul bir sofrada yemek yeriz ümidi ile.

gittiğim şehirlerde, elbette karşıma çıkacaksınız diye içimden geçirirken.

banyoda sizden kalan son kanları ve spermleri vücudumdan çitilerken,

ya da italya'da belki sistinya şapelinde, veyahutta karşısındaki alışveriş merkezinde,

filistin'in özgür gökyüzünde buluşacağız sizlerle belki tekrardan.

bu ümit ile yaşıyorum,

bolu'da buluşuruz belki,

havaların soğuduğu zamanlarda.

belki izmit'te.

varoluşçu tribine girdiğim kafede,

kadıköy bekler bizi belki de,

denizdeki dalgalar bir anlığına durur,

hiç sallanmaz vapur,bende hiç korkmam bu sayede,

belki bir şarkıda, belki de bir intiharda tekrar buluşuruz sizlerle,

beni elinde Kur'an ile cennette karşılarsınız,

ya da bir elinde orak,bir elinde çekiç ile cehennemde.

yeryüzünde değil de gökyüzünde buluşuruz belki, yine sırtınıza yük olurum.

aylak bir martı gibi uçmak istemem,

beni de atın işte şu köşeye derim sizlere,

içtiğiniz sularda, ya da son kadehte,

sigara içmeyin aman aman,

ama içerseniz de son dumanını bana yollayın,

ben alır saklarım onu ciğerimde.

belki hissederim sizi,

yine kızarım kızmasına ama en azından bir anı daha saklarım sizden.

gutten-morgen adlı kafede buluşalım,

mayıslarda,haziranlarda.

0542'li telefonumda,

yeşil uygulamada buluşalım.

kelimelerde buluşmak beni yoruyor artık,

yazmakta zorlanıyorum,

dedikodularda buluşalım,

yalnızlığı ve aşkı anlattığım söyleşilerimde,

kırlarda değil,kentlerde buluşalım,

daha fazla ilham alayım sizden,

siz beni bir daha, bir daha terk ederken.

aşklarda,sarılmalarda,öpüşmelerde buluşalım,

seyyar bir satıcının yere serdiği beze oturalım,

geceleyin bizi de satsın,

'güzel insanlarım var, çokta pahalı değiller'

gelin bulun beni,

satıcının bezinde.

götürün beni de her neredeyseniz.

tutun elimi, çekin bir kez daha buradan.

görmeyin ayıplarımı,kusurlarımı.

yumruğumu unutun, tokatımı unutun, size verip tutmadığım sözleri unutun,

orospu çocukluğunu unutun,

sizden çaldığım paraları,

karnınıza vurduğum bıçakları,

küfürleri unutun.

ben unutuyorum sizi, buna izin vermeyin.

sesinizi unutuyorum,

saçınızı,

boyunuzu,

kokunuzu,

gözünüzün rengini,

hayallerimizi,

hayallerinizi,

unutuyorum.

sevdiğiniz yemeği,

içtiğiniz kahveyi,

son sıcağımızı,

son soğuğumuzu,

son gülüşmemizi,

ve 

son ağlayışımızı,

unutuyorum.

izin vermeyin buna.

gitmeyin artık,

ne yanımdan,

ne kanımdan,

ne canımdan,

ne de hafızamdan.'