15 Eylül 2023 Cuma

dar sokak

Hırsızın, polisin beraber geçtiği bir dar sokak burası. 


İkisi de aynı sokaktan geçiyor ve ikisi de farkında. 


İçinde Springsteen'i taşıyanında, türkü çığıranın da geçtiği bir sokak burası ve ikisi de farkında. 


Dar bir sokak burası borçlar ile boğuşanın da paraya boğulanın da geçtiği dar bir sokak. 


Yola çıkabilenin de yolda kalanın da sıkıştığı dar bir sokak. 


Bazen nefes almak zorlaşır bu sokakta, bazen de öyle serinler ki hava nefes almak ayrı bir zevk olur. 


Katilin de maktülün de yanyana güldüğü bir dar sokak burası. 


Katil, katil olduğunu bilir de ya maktül maktül olduğunu bilir mi?


Dar bir sokak burası. 


Hem büyük hem de küçük iskender'in cenazesi buradan geçti gitti. 


Dedem ninemi ilk burada öptü, hemşire, ninemin cesedinin yüzünü burada kapattı. 


Kaç çocuk saklandı buraya? 

Kaç çocuk güldü, 

Kaç çocuk ağladı? 


En son ne zaman yıkandı bu sokak? 


Doğrusu mümkün mü yıkanması? 


Hangi sarhoş, hangi şarkıyı okudu burada? 


Hangi deli, deli olduğunu bilmeden sarstı geçen insanları? 


Hangi dilenci zengin çıktı buradan? 


Ve hangi filozof bağırdı 'evreka' diye? 


Dar bir sokak burası. 


Herkes buradan geçmek mecburiyetinde, başka bir yol yok. 


Kimileri için genişler bu sokak, kimileri için ise daha dardır. 


Bunun ölçüsü nasıl yapılır? 


Göğüs kafeslerin dar ise sokakta dardır belki, ya da bazen genişler ise daha geniştir sokak belki. 


Elemnaşrahleke...

Zengin bir parfümün kokusu ile varoşların kokusu burada. 


Mis gibi kokuyor... 


Bir öğrenci eylemden kaçarken gözlüğünü düşürmüş, bir travesti dilinin altındaki jileti düşürmüş, üstelik üzerinde kan var. 


Akşama çöpçü gelip ikisini de aynı yere atacak. 


İkisi de bu sokaktan, ikisi de aynı kişiden belki. 


Sabah sen-ben gibi olanlardan, akşam kafayı kıranlardan, gece kendini kaybedenlerden. 


En iyi oyuncuları bu sokaktan geçer, en güzel çiçekler burada satılır, en güzel kızı buradadır. 


Zaten mümkün dünyaların tek sokağı burasıdır. 


Herkes eşittir burada, saat akşam 6'dan sonra.


Bir memurda eşittir, bir torbacıda. 


İlla sınıf farkı yaratacaksak,gece 12den sonra beyaz yakalılar daha aşağıdadır burada. 


Sokağın sahipliği, ofis müdürlüğüne benzemez zira. 


Sokağın sahibi soldan geçen köpektir, kuştur,çocuktur belki, hayalleri çalınmış bir çocuk... 


Sokağı daha dar olan bir çocuk. 


Gece hayalini kurduğu şeyi sabah göremeyen çocuk. 


Ne kadar çocuk olursa... 


Hayallerini gerçekleştiremeyenler hep çocuk kalır belki de... 


Belki de onu demeye çalışıyorum. 


Kim iddia edebilir ki nejat uygur öldüğünde çocuk değildi diye? 


o da geçti bu dar sokaktan, kırmızı burnu ile. 


en yüksek sesli kavgalar hep bu sokakta olur, en klişe şakalar burada yapılır ve en güzel çığlıklar burada atılır. 


dar bir sokak burası, 

yaşayan herkes buradan geçer, 

soldan gider de sağa geçemez. 


sağı yok bu sokağın, en azından bana göre yok. 


o kadar dar ki sadece solu var. 


tüm insanlar soldan yürür burada, soldan yürümek mecburiyetindedir. 


'ben sağdan yürümek istiyorum' diyen de duymadım. 


ama 'ben soluna geçeyim' diyen sevgiliyi duyduğumdan beri hep sol olarak gördüm bu sokağı. 


o yüzden daha eşit geldi bana burası. 


nasıl olsa herkesin geçtiği yer burası,


benim dar sokağım, senin dar sokağın. 


hemen solunda yer almakta. 


vücudunun solunda, 

yolunun başında, 

ve elbette zamanı gelince çıkmazında...


23 Ağustos 2023 Çarşamba

erotika

 eski sevgilim,ben sevgilin.


bazen tam, bazen ise yarı çapım kadar sevişirdik.


petrolde götünü elleyen çocuk kadar cesur değildim bilirsin,

ama en az onun kadar vahşi orospularım da oldu,onları bilmezsin.


en çok güzel mekanlardaki aşk filmlerini severdin, ben sevmezdim.


paris bana göre dünyanın en boktan şehri iken sana çağrıştırdığı amelie romantizmiydi.


ben sana berlin'i oraya yolu düşen oruç aruoba gibi hissettirmeye çalıştım sen bana 'ama nietszche bile sevmişti' demiştin,


ben sana paris'i sartre ve beauvoir arasındaki sikiş ilişkisi ile anlatmıştım sen bana 'ama birbirlerini seviyorlarmış' demiştin,


ben sana new orleans'ı beat kuşağı ile anlatmak istedim, sen hiç oralı olmadın.


sevgili,eski sevgili.


prezervatiflerin bizi savaşlardan ve fakirlikten korumasını beklemediğim için seksten korumasını da hiç istemedim, daha eski sevgiline dönüşmek istemedim,sen bana kızdın ben ise güvenmeni istedim,


ilk defa dilin başka işlevlerini gösterdim sana böylece,


bir çocuk gibi öğrendin tekrar organların ne işe yaradığını.


ama bazen, düşünceler o kadar yoğunlaşırdı ki ya yarı çapım kadar sevişmeye devam ederdik, ya da saatlerce yorardık vücudumuzu sıvılarda.


sevgili, eski sevgili. 


petrolde ki çocuğu biliyorum, şiir okumazdı,yazmazdı o yüzden sana bu kadar sertti.


olmaz dediğinde zorladı seni,kavradı vücudunu.


bir kere öldün,ikincisine izin vermedin.


sevgili, eski sevgili at kafandaki tüm doğum kontrol yöntemlerini.


ruhunun temizliği, vücudunu kontrol eder.


el koyardık isteseydik tüm kurallara, ağzımızda ki ateş ile karnımızdaki ateşin hiç bir farkının olmadığı zamanlarda.


sevgili,eski sevgili,


vücudum yeterince nefes almıyor, hareket etmedikçe eylem de olmadıkça ne erekte işe yarar ne de kendi kendine isyan etmek.


bir ceviz bir de karton üzerine yazılmış protesto sözleri çözer her şeyi.


sevgili, eski sevgili. 


ben eski sevgilin, 


sana anlattığım şehirlerde hiç bulunmadım,


ama sana mısır'ı bile o kadar güzel anlatırım ki, şeritte araba sürerken hayal edebilirsin kendini.


yemekleri o kadar güzel anlatırım ki sana, dudağımın tadı 5 michelin yıldızlı restoran kadar güzel gelir sana.


sevgili, eski sevgili


ne güzel anlaşırdık şiir ile, ne güzel dönüşebilirdim istediğin kişiye, ne güzel benzeyebilirdik ucuz porno film karakterlerine...


eğer benim yalanlarıma inanmasaydın,


eğer bana petroldeki o geceyi anlatsaydın.


hayat dolu olduğumuz için soyunurduk, sevişmek için değil.

20 Ağustos 2023 Pazar

ortak yol/godotu beklemenin absürtlüğü

 benim hikayem,

senin hikayen,

nasıl başladı?

nasıl devam ediyor?

bu konu hakkında benden başka bilgim yok.

ben derken, benliğimin hikayesini ve temelimdeki korkuları, bunların nasıl oluştuğunu ve onlara rağmen nasıl yaşadığımı bilmiyorum.

bir dizi korkular bütünü mü?

bir dizi travmalar bütünü mü anlarım?

yoksa hayatıma aldığım her insandan birer damla korku mu?

yoksa sevinçler bütünü mü?

korkuların,travmaların,acıların ilk başlangıcı yaratılış galiba.

'ağlayarak başladığımız dünyada' diye devam etmeyeceğim.

fakat ilk adımımızı da unutmamak gerekir.

ilk adım...

ya dünyaya olarak anlayın, ya da bir insana, ya da bir fiile....

ilk adımdan sonra, özgürlüğünü kaybettiğin an ile, iradeni kaybettiğin an ile nasıl devam eder insan yaşamına bazen hayret ederim.

bütün düzenini verdiği kararlar ile nasıl teslim eder başkasına şaşar kalırım.

ilk fiilden sonra, ilk yaratılıştan sonra nasıl diğer travmaları da dahil ederiz hayatımıza ve nasıl abartırız acılarımızı, nasıl da var olmayan acıları yüceltir bazı insanlar hiç anlamam.

otobüste durağı kaçıracağı korkusu, 'pardon inebilir miyim?' sorusunun yarattığı anksiyete gibi bazı insanlar ilk adım ve ilk fiil acısından daha öte böyle basit acılar ile anlamlandırmaya çalışıyor hayatlarını.

basit derken acıları hafife aldığım sanılmasın.

zira dünyadaki herhangi bir acı hafife alınamayacak kadar kişilerde büyük olabilir.

eğer schopenhauer okumamış olsaydım, bende bu acılara direnemezdim ve yaşadığım her şey için kocaman çığlıklar atardım.

bende dramasını yapardım acıların.

bende üzülürdüm geleceksel problemlerime.

bende terk edip gidebilirdim oradan acılarımı yüceltip.

bende kendime toz kondurmazdım belki.

bende karakterimi değiştirebilirdim dünya için.

bende dünya ile, insanlar ile 'ortak nokta' bulmaktan kaçardım, isterdim ki 'ben sabit kalayım, karşımdaki değişsin'

oysa insan ile ortak nokta, dünya ile ortak noktadır.

zira birer kirpiyiz ve merhamete ihtiyacımız var.

ne yakın durmalıyız birbirimize ne de uzak durmalıyız.

ne egoya ne iyiliğe ihtiyacımız var, aslolan merhamet ve ortak yol.

"anlaşılmak istenmek/haklı bulunmak istenmek

dobra olmak/patavatsız olmak

eleştirmek/yermek

sevmek/hakaret etmek

uyarmak/otorite kurmaya çalışmak

kötülük/bilinmezlik

yarar/zarar"

bunların ortasını bulmadıkça insan, hazza bağımlıdır.

ve bir insan herhangi bir bağımlılığından vazgeçemiyorsa hayata ve insanlara da uyum sağlayamacak, onlar her zaman değersiz olacaktır.

bu herkesin bir travması olduğu iddia edilen ve narsizmin göbeğinde yaşanılan ortamda bu anlayışlara daha çok ihtiyaç var.

acıda anlam arayan insan ve tek bir acısı yüzünden insanı, dünyayı mahveden insana kendinizden taviz vermeden yardımcı olmaya çalışın.

bu acıların sonu gelmese bile (ki gelmeyecek) yine de el uzatın.

ortak yolu anlamayan insan, bedeninin ve sonu gelmeyen acılarının, 'istemenin' kölesidir.

hayatlarının anlamı 'mutlu olmaktır' bu da narsisizm belirtisidir.

onlara mutlu olmayı değil, gerçeği aramayı öğretin.

hissettiğimiz ve duyumsadığımız dünyanın ötesine geçin, beden ve aklı birleştirip kurtulun size dayatılan mutsuzluklardan.

ve konuşun insanlar ile, içinizde tutmadan, anlatın onlara dayatılan hayatın mantıksızlığını ve toplumun dayattığı kavramlar ile ilişkiler yaşanmaması gerektiğini.

şatonun dışında dolaşmayın, şatonun içine girin.

anlam ya da tatmin, beklenmekte olan godot'nun gelişindedir.

ancak unutmayın ki beckett ertelenen bu anlamı,yani bekleyişi olayın kendisine dönüştürür.

siz de bunu yapmalısınız.

godot'yu beklemenin lüzumu yok artık, olayın içinde olduğunuzu farkedin.

filmde değilsiniz hayattasınız.

vladimir ve estragon birer kitap karakteridir, siz ise 50-60 yıl sonra ölecek kişiler.

beklemek ya da acıda anlam oluşturup drama estirmek hayatınızı toplumsal manada anlamlı kılmayacak, ilişkilerinizi ve benliğinizi daha berbat edecektir.

vladimir ve estragon kutunun içinden ne çıkacağını beklerken hayatı biraz daha anlamlı kıldırırlar kendilerina ama sizin öyle bir şansınız yok.

hayat hiç olmadığı kadar hızlı, hiç olmadığı kadar değişken ve hiç olmadığı kadar acımasız.

vladimir ve estragon nihai bir sondan, anlamdan ve onun tatminsizliğinden korktukları için kendilerini hiç gelmeyeceğini bildikleri bir hedefe bağlamışlardır.

fakat arzu edilen şeye ulaşmakta onun ne kadar boş olduğunu zamanla gösteredebilir.

bu yüzden hayal kırıklığına uğrayan insanların yanında da olun.

ve ne olursa olsun, hayatınızdan ve ilkelerinizden kopmadan 'ortak yol'dan şaşmayın.

elinizden gelenin en iyisi ile, her şeyi yaptığınızı düşündükten sonra merhamet duygunuzun daha fazla sömürülmesine izin vermeyin. 

gece gündüz planlayıp yapmaya çalıştığınız iyilikler, bazıları tarafından kötülük olarak görülebilir. bu durum sizi üzmesin, dediklerim aklınızda olsun.

bu tür insanlar ile bir süre konuşmadıktan sonra, her zaman merhamet duygunuz ağır bassın. 

zira onlar mutsuzluk içinde, hazza ve zevke daha fazla nasıl ulaşabileceklerini düşünen insanlardır 

bazen ne yaparsanız yapın hiçbir işe yaramayacaktır. ne hediye ne de bir söz onları tatmin edecek, ne ortak yol teklifini dinleyeceklerdir ne de sizi değerli hissettireceklerdir.

zira onlar narsisizm ve dünyaya olan kızgınlıklarında, hırslarında da kaybolmuşlardır. 

sizde onlar ile beraber kaybolmayın ve kin beslemeyin. 

şunu unutmayın ki sizin de acılarınız, hayatınız size kutsaldır. 

ve amacımız dünya ile insanları kavramaktır...

deneyimleri reddetmemeniz dileği ile... 

3 Ağustos 2023 Perşembe

kızımın karanlık çağına manifesto

 hiç deniz görmedim.

çok fazla yolculuk yaptım ama bu  yolculuklar hep başkaları içindi.

ya bir arkadaşım için ya da işim için...

bu sebepten hiç fırsatım olmamıştı denizi görmeye.

iki şey istiyordum ölmeden önce, biri denizi görmek biri ise ise silik bir adam olmaktan çıkıp kızıma hayatı anlatabilmek.

yarın ikisini de yapacağım.

belki, uyanabilirsem...

belki ikisini aynı anda yaparım, geçerim bir denizin karşısına, ararım kızımı hem de görüntülü ararım bu kez.

30 saniyelik temel ihtiyaç konuşmaları  yerine bu sefer dakikalarca konuşuruz.

bak derim:

"güzel kızım, geriye dönüp baktığımda 42 yıllık hayatım ne kadar silik geçmiş. iyi arkadaş, iyi çocuk, iyi baba, iyi sevgili oldum ama "iyi" denilen şeyin özünde insanların istediği tip olduğunu anlamadım. 

kendisine çokta güveni olmayan bir adam olarak gelmişim bu yaşa.

kendi yolumu ben mi çizdim? ben mi yarattım inan bilmiyorum.

sen benim gibi olma diye anlatacağım sana bunları. 

kendi dışına çıkmaktan korkma, sınavda kötü not al.

ben sabaha kadar çalıştığım sınavdan kötü not alınca bile sorgulamadım eğitim sisteminin ne kadar boktan olduğunu. 

kurumsal eğitimi o kadar da ciddiye alma, okulu yerini bir çok şey alabilir.

sana vakit kaybettirecek olan, paraya ve siyasetin gücü ile istediğini söyleyen profesörlere aldanma.

matematiği, fiziği başarı sayıp kurumlarına adam toplamaya çalışan bu ezbercilere o kadar da önem verme.

sanat, psikoloji, felsefe bunlara göre boş iş.

sana dayatılan 'okul her şeydir' psikolojisini aş, 'öğretmenler kutsaldır' yalanına inanma.

benim tanıdıklarımın neredeyse tamamı aptaldı.

'mühendis ol' 'doktor ol' 'parayı böyle kazanırsın' yalanlarına da inanma.

zaten itaat etmiyorsan bunlarda zor.

istediklerini yapma, istediklerini yap, kimsenin seni 'kalifiye mi değil mi?' diye ölçmesine izin verme.

kişisel gelişim zırvalarına inanma.

zavallılara umut verenleri dinleme, çok aç kalırsan çek krediyi, gir borca sonra çek tetiği.

doktor olmak istediğini söylemişti bana annen, peki nasıl doktor olacaksın?

özel hastanelere ve polikliniklere, ilaç şirketlerine boyun eğen bir doktor mu?

en iyi notları alıp, o kadar çalışan biri bunlara karşı gelip hayatını riske etmek istemez biliyorum.

onların istediği gibi topluma kazandıracaksın hastaları, ya da kaybettireceksin...

anti depresanlar vereceksin, kendine bağımlı edeceksin.

gerekirse hastalık yaratacaksın, hastalıklar biterse ilaç şirketleri ne hale gelir? ya sen işsiz kalmaz mısın?

sigorta şirketleri ne yapar ya?

bu sevdadan vazgeç bence.

gel hukuk oku diyeceğim ama bu seferde bir katili belki de tecavüzcüyü savunmak zorunda kalacaksın.

neden bir işçinin ya da tecavüz kurbanının avukatı olasın ki?

parası olan yasayı da satın alır.

psikoloji okuma, sosyoloji okuma, felsefeye ise hiç bakma.

insanı anlamanın kime ne faydası var?

toplumun kırılma noktaları kimin umrunda?

seanslardan kazanırım diyorsan o da ayrı...

benden belki de dezavantajlı olduğun en önemli konu ise, senin çağın daha küçük bir karanlık çağa benziyor.

bu konuda dünyayı donduramam ama sana yine bir şeyler diyebilirim.

sosyal medyada her gün nasıl olması gerektiği ezberletilmiş tipler, herkes gibi olan bireyler, herkes gibi giyinenler, nerede yemek yemen gerektiğini söyleyenler ve seksiliğini öne çıkarman için yapılan baskılar...

eğer bunların aksine bir hayat yaşarsan, onlara özenmeden durursan, onlardan geri kalırsan sana insan eti yiyen bir yamyam muamelesi yaparlar.

insan doğasını kabul etmen, onlar için medeniyet dışı bir davranıştır.

ishal olmuş ağızlar karşısında diren, içki /sigara sana artık farz kılınmış gibi yapanlardan uzak dur, ne kadar durabiliyorsan...

hayattaki boşluğunu; ruj, rimel, pudra, fondöten, far, kapatıcı ile doldurmaya çalışanlardan kaç.

onlar hakkında hiç konuşmak bile istemezdim ama onların benim hakkımda konuştuğuna eminim, vasat orospular.

cinselliğin medeniyet ile eşdeğer tutulduğu çağ, karanlık çağ...

ailelerinden utananların, sevgililerini bir yarış haline sokmak için her yerde yazdıkları çağ.

sadakatin yok olduğu, güzel bir ilişkinin tuhaf karşılandığı, çorap değiştirir gibi flört değiştirilen karanlık çağ...

bu çağa teslim olma kızım diren!

kimsen ile övünme, gördüklerine aldanıp yakınlarını kimse ile kıyaslama.

gucci elbise giyen, prada ayakkabı giyen, michelin yıldızlı restorantlarda yemek için aylarca bekleyenlerin hayatlarını yaşadıklarını sanma.

hepsinin bir köle olduğunu bil, ortamı ile var olan ve ortamdan para kazanan bu mastürbatörler seni üzmesin.

uyuşturucu bağımlıların yaşadığı hayattan farksızdır onlar, ekseriyeti de uyuşturucuya meyillidir zaten. 

erken boşalmanın esirleri...

bizim arkanda olduğumuzu ve ne kadar paramız varsa çarçur edebileceğini, sana o hayatı da sunabileceğimizi bil.

'hepimiz bir aileyiz' diyenlerden uzak dur, onların en yakın akrabaları en çok hissesi olanlardır.

hele bir zengin sivil toplumdan, yardımlaşmadan bahsediyorsa 2 adım daha geri at.

bir çoğu lağım faresidir, ciyak ciyak bağırıp ilgi çekme derdindedirler.

sadece fotoğraflarda gülme, hatta mutsuz dur. belki de çağına bırakabileceğin en güzel miras budur.

bazen duymayı unut, bazen sifonun başında dur.

bu bokların nasıl gideceğini düşün ve vakti gelince sifona bas.

mastürbasyondan elleri ve zihinleri kazınmış tiplerden peçetelerini al.

sosyal etkileşimin bir orospuluk olduğunu gör.

hayatları boyunca aileleri tarafından merkeze konulan, paranın da etkisi ile kendisini dünyanın en önemli insanı gören ha bire uydurma hastalığı için hap yutan, zevksiz-akılsız-mantıksız bu insanların yanında zevklerine sahip çık.

entelektüel bakışını tiye alacak olanlar için sifonu çek, ağızlarına peçeteleri tıka.

onların beklentileri yok, paraları var bunu da unutma.

doğu/batı arasında kaybolmuş, beynini batıya hakaretlerini ise doğuya odaklamış insanlardan kaç.

takım elbise giyen, uyurken pijama takımını çeken insanlar hastadır.

içtikleri içkilerle, siktikleri kızlarla, verdikleri erkekler ile övünen tipler ile kuracağın her muhabbet hayatından koca bir kayıp olacaktır.

gençliğin sonucu ya da tecrübe sanılan bu şeyler aslında ruhun erken yozlaşmasıdır.

eğer karşına iyi biri çıkmazsa, bu ortamlarda sonun hiçbir zaman iyi olmaz.

ne olursa olsun kendini de kusursuz sanma, zira ne kadar öğrenirsen o kadar kusurunu da farkedeceksin.

iradeni sıkı tut, hastalıklarını ve noksanlıklarını her yerde anlatma.

planlarını aksatma, acılarının ve anın seni yönlendirmesine izin verme.

ahlaki ve fiziki cesaretini her zaman kontrol altında tut.

yaşın büyüdükçe kuşkuların da artacak o yüzden hayallerinin esiri olma.

utanma duygunu kaybetme, utanmak seni yozlaşmaktan kurtarır.

bir anlık şevk ile tek gecelik günahlara kaçma, bu seni her zaman rezil eder, anlayışlı biri karşısında ise utandırır.

her anlamda sona yaklaştığını farkettiğinde sana kötülük yapanlara iyilik yapayım diye uğraşma!

seni bir kaç kez üzenlere karşı kişisel gelişim zırvalarını uygulayacak değilsin.

sana bunları yakıştırmayanın da üstünü çiz.

kontrol manyağı olma, sana kızan ya da takan birisinin sebebinin haklı olduğun gerçeği olduğunu unutma.

sana bu yüzden, 'ahmaksın,bencilsin,ukalasın,sessizsin,sinirlisin' diyenleri de anlamaya çalışma.

ses tonu, mimikler ve jestler üzerine vakit harca.

bazen sessiz ve sinsi ortamlarda, bunlar çok önemlidir.

en acımasız gerçekler üzerine düşünmemezlik yapma.

hatta ölümünü bile tasarla, yalnızlığını ve dibe vurmuşluğunu hayal et.

ve unutma ki bunları sana anlatan beni bile zamanı gelince unut"


diyeceğim yarın ona ve muhakkak bir denizin karşısında olacağım...

6 Temmuz 2023 Perşembe

charles, kent ve hayal kırıklığı

 Bir kentin gri sokaklarında, beton blokların arasında, insanlar yaşar ve ölür. Bu kent, umutların ve hayal kırıklıklarının mezarıdır. İşte bu kentte, başarısızlıkla boğuşan bir adamın hikayesi başlar.


Adamın adı, Charles. Yaşamının pek çok döneminde başarısızlığı tatmış biri olarak, hayatı boyunca kendini bir yabancı gibi hissettiği bu kente sıkı sıkıya bağlıydı. Sokaklarda yürüdükçe, insanların gözlerindeki boş bakışları ve umutsuzluk dolu çığlıkları görebiliyordu. Kendisi gibi birçok kaybeden, bu beton ormanda yalnızca hayatta kalma mücadelesi veriyordu.


Charles, kentin karmaşasında, başarıya ulaşma umuduyla çabalayan insanların arasında kaybolmuş bir ruhtu. Gece gündüz, gökdelenlerin gölgesinde, arayışının peşinde koşuyordu. Ancak her adımında, başarısızlığın hınzır kahkahalarını duyuyor, umutlarının paramparça olduğunu hissediyordu. Kent, onun acılarının perdesiydi ve ölümü de onunla birlikte dans ediyordu.


Charles'ın hayatı, Jack Kerouac'ın yitik nesilleri, Arthur Schopenhauer'ın evrensel acı teorisi ve Charles Bukowski'nin içki dolu dünyasının bir sentezi gibiydi. Bu yazarların kaleminden çıkmış bir karakter gibi, Charles da kendi iç dünyasında kaybolmuş, varoluşsal bir bunalımın esiri olmuştu.


Kent, onun için bir hapishaneydi. Toplumun beklentileri ve kalıpları, onun özgürlüğünü sınırlıyordu. Kendini ifade etmek için içini dökmek, hayal gücünün derinliklerinde kaybolmak istiyordu. Ama kent onun umutlarını boğuyor, hayallerini sıradanlaştırıyordu. Özgür ruhunu zincirlere vurmuştu.


Charles, kentin beton labirentinde, her adımda kendi ölümünü düşünmeden edemiyordu. Hayatının başarısızlıklarına bir son vermenin yolu, karanlık düşünceleriyle ona yaklaşıyordu. Şiddet dolu arzuları, intihar düşünceleri, onu rahatlatan karanlık bir örtü gibiydi. Ölüm, onun hayatta kaçtığı, ama aynı zamanda en çok arzuladığı gerçeklikti.



Kentin kirli sokaklarında, Charles'ın umutsuzlukla dolu bir bakışla etrafına baktığı anlar olurdu. İnsanların birbirlerini ezmek için yarıştığı, umutların tükenmeye yüz tuttuğu bir ortamda, Charles'ın içindeki karanlık düşünceler daha da derin bir hale bürünürdü. 


Bir gece, Charles bir bara girdi. Barın köhne atmosferi, içki dolu kadehler ve hayal kırıklığına uğramış yüzler, onu bekliyordu. Barda otururken, karşısında oturan bir yabancı adam, Charles'ın ruh hâlini anlamış gibi görünüyordu.


Yabancı Adam: "Sende bu kentte kaybolmuş bir ruh gibi görünüyorsun. Ne işin var bu karanlık dünyada?"


Charles: "Hayatta kalma mücadelesi veriyorum. Başarısızlığın, umutsuzluğun ortasında sıkışıp kaldım. Kent, beni içine çekiyor, ölüm kollarında dans ediyor gibi hissediyorum."


Yabancı Adam: "Ölümün dansı... İlginç bir ifade. Belki de ölüm, kurtuluşun ta kendisidir. Bu kentte, hayatı mahvetmek yerine, ona meydan okumalıyız. Başarısızlıklarımızı birer ders olarak almalı ve umutsuzlukla savaşmalıyız."


Charles, yabancı adamın sözlerini dikkatle dinliyordu. Bu yabancı, ona umut ışığı gibi görünüyordu. Onunla aynı dertleri paylaşıyor olmanın bir teselli olduğunu hissediyordu.


Charles: "Peki, nasıl meydan okuyabilirim? Nasıl hayatımda değişiklik yapabilirim?"


Yabancı Adam: "Öncelikle, kendine dürüst olmalısın. Hayallerini ve arzularını keşfet. Başkalarının beklentilerinden ve kentin kalıplarından sıyrıl. Kendi hikayeni yazmak için cesur olmalısın. Kentin kendisi olmalısın"


Bu diyalog, Charles'ın düşüncelerini o anlık değiştirmeye başladı. Belki de hayatında yeni bir sayfa açma vakti gelmişti. Kendi başarısızlıklarıyla yüzleşmek ve kentin zincirlerinden kurtulmak için cesaret bulması gerekirdi. 


Charles: "Teşekkür ederim, dostum. " dedi. 


Aynı tavsiyeleri yabancı birinden duymak, tanıdık birinden duymaktan daha iyi geliyor insana bazen. Fakat Charles dışarı çıkınca bu tavsiyelere sadece güldü. 



Charles, karanlık sokakta kaybolmuş bir ruh olarak gezinmeye devam ederken, içindeki umutsuzluğun ve hayal kırıklığının giderek arttığını hissediyordu. Kendini yalnız hissettiği bir gece, şairane bir melankoli ile "Dharma Bums"un sayfalarını açtı. Jack Kerouac'ın satırları, içindeki asi ruhu uyandırdı ve hayatı boyunca yaptığı yolculuklarda özgürlük arayışıyla yandığı anları hatırlattı.


Bir park bankında otururken, çok sevdiği Schopenhauer'ın "Evrensel Acı Teorisi" aklına geldi. Charles, acının hayatın doğal bir parçası olduğunu ve onun da bu kentin acımasız gerçekliğine dahil olduğunu düşündü. Hayatın anlamsızlığı ve insanın içindeki derin çaresizlik duygusu, onu adeta yutmuştu.


Bu düşüncelerle sarsılmış halde, Charles biraz ileride, eski bir barda ağlayan dört beç kişiyi gördü. Onların gözlerindeki umutsuzluk, kendi hissettiklerine benziyordu. Onları izlemeye başladı ve içlerinden biriyle göz teması kurdu. 


Gruptan biri Charles'ı fark edip yanına geldi. Charles için yabancı değildi kadın, yanına yaklaşınca fark etti ki apartman komşularından biriydi bu. 


Kadın: "Sıkışıp kalmış, umutsuz ve başarısız hissetmek normaldir. Kendini suçlama."


Charles: "Evet, içimde kayboluyorum. Başarısızlık ve hayal kırıklığı beni mahvetmek üzere. Bunu nasıl fark ettin?"


Kadın: " O sokakta o apartmanda ve o dairede oturan hiç kimse mutlu olmaz. Herkesin bir acısı vardır ve herkes böyle hisseder. Belki de diğerlerinden farklı olarak içindeki acıya bir anlam vermelisin. Acının bilinciyle yaşamak, insana derinlik kazandırır. Yaşamın anlamsızlığına meydan okumalı. "


Bu diyalog, Charles'ın düşüncelerini daha da karmaşıklaştırdı. İçindeki acıyı kabullenmek, onu anlamlandırmak için yeni bir perspektif kazanması gerektiğini anladı anlamasına ama o kadar da hevesli değildi. 


Kadın ve Charles, kendi karanlık dünyalarının içinde birbirlerine destek olmaya başladılar. Kentin soğuk sokaklarında birlikte dolaştılar, içsel yolculuklarında birlikte ilerlediler. Charles, şiir yazmaya başladı ve içindeki sıkışmış duyguları kağıtlara döktü.


Bir gece, Charles ve Kadın, yıldızların altında parkta oturuyorlardı. Charles, Kadın'a dönerek dedi: "Karanlıkta kaybolmak yerine, şiir ile yolumu aydınlatmaya karar verdim. Belki de başarısızlık ve acı, bizi gerçek bir anlam arayışına itiyor. Kendimizi bulmak için karanlığı yenmeliyiz."



Bir süre Charles ve Kadın, içsel yolculuklarında birbirlerine destek olurken işler iyi gidiyordu. Fakat karanlığın pençesine takılıp kalmıştı bir kere bizim ki. Kentin ölüm ve umutsuzluk kokan sokaklarından uzaklaşmak için çabalasa da, içindeki kırılmışlık ve hayal kırıklığı asla tam olarak iyileşmiyordu.


Bir gece, Charles sessizce Kadın'a dönerek, "Belki de karanlık bizi tamamen ele geçirecek. Acıyla yaşamak yerine, belki de son bir çıkış yolu aramalıyız."


Kadın, gözlerinde yaşlarla, "Ama Charles, umutsuzluğa yenik düşmemeliyiz. İçimizdeki ışığı asla kaybetmemeliyiz."


Ancak Charles, kendi iç dünyasında bir son bulmanın zamanının geldiğini hissediyordu. Her başarısızlık, her hayal kırıklığı onun kalbini daha fazla paramparça ediyordu.


Bir sonbahar akşamında, Charles yalnız başına karanlık bir köprüye çıktı. İçindeki boşluk ve çaresizlik onu sarmıştı. Gözlerinden akan son damla yaşlarla, tüm acılarına son vermek için adımlarını atmaya karar verdi.


Kentin sessizliğinde, Charles'ın haykırışı duyulmadı. Sadece rüzgarın hüzünlü sesleri eşlik etti. O an, umut kentin sert esen rüzgarında sonsuza kadar kaybolmuştu.


Bu hikaye, Charles'ın sonunu anlatıyordu. Kentin ölüm ve umutsuzlukla beslenen kollarında kaybolan bir adamın hikayesiydi. Charles'ın içindeki acılar ve başarısızlıklar, onu sonsuz bir karanlığa sürüklemişti.


Ve belki de bu hikaye, insanın içindeki karanlıkla yüzleşmek zorunda olduğunu, umutsuzluğun pençesinde kaybolmanın kolay olduğunu anlatıyordu. Charles'ın hikayesi, bir uyarıydı: Kentin çarpık dünyasında kaybolmaktan kaçınmalı ve içimizdeki umudu asla kaybetmemeliydik.


Sonunda, Charles'ın bedeni sessizce kentin soğuk sularına karıştı. İçindeki umutsuzluk ve başarısızlık, sonsuz bir sessizliğe gömüldü. Kent, acımasızca devam etti ve Charles'ın adı, unutulup gitti.


Ve orada, o karanlık köprüde, Charles'ın hikayesi sona erdi.


Charles tüm kenti seferber edip cesedini buldurduktan sonra kadın da yine çıka geldi. Bir metin okudu Kadın, Charles'ın bulunan bedeninin gömülmeye karar verildiği gün:


Sevgili Charles,


Kelimelerin yetmediği anlarda, hissettiklerimizi dile getirmek için mektuplar en saf ve içten yol oluyor. Sana yazdığım bu mektup, içimdeki duyguları ve sana olan derin bağlılığımı ifade etmek için yazılmıştır.


Gözyaşları içinde seni terk ettiğin o karanlık köprüde bıraktığımı biliyorum. Acılarını, umutsuzluğunu anlamaya çalıştım, ama içindeki çaresizliği tam anlamıyla çözemeden seni kaybettim.


Charles, seninle yürüdüğüm bu karanlık yolda, ruhumun bir parçasını seninle paylaştım. Hayatındaki başarısızlıkları ve acıları anlamaya çalıştım, seni yargılamadan ve koşulsuzca destekleyerek yanında olduğumu hissettirmeye çalıştım.


Ama seninle birlikte kayboldum. İçimdeki umut ışığı, karanlıkta giderek solmaya başladı. Senin seçtiğin sonun ardından kalbimde bir boşluk kaldı. Acıyla dolu bir sessizlik içinde kaldım.


Bu mektubu yazarken, anladım ki sana ulaşamamış olmanın acısı beni yiyip bitiriyor. Belki de seninle paylaşabileceğimiz umutlu anları göremedik, ama hayatta her şeyin sona erdiği gibi, umut da sonsuz bir kaynak değildir.


Senin içinde kaybolmanın acısını derinden hissediyorum. Belki de karanlık köprüde özgürlüğü bulacağını düşündün, ama seninle birlikte bir parça bende özgürlüğümü kaybettim.


Charles, kalbimde taşıdığım acıları sana anlatmaya devam edeceğim. Senin hikayeni başarısızlıkla, ölümle ve umutsuzlukla anlatan o yazarlar gibi, ben de seninle yaşadığımız acı dolu anları kaleme alacağım.


Seni hiçbir zaman unutmayacağım, Charles. İçindeki umut ışığı sönse de, seninle geçirdiğim zamanlar, ruhumda derin izler bıraktı. Ruhumun bir parçası olarak her zaman yanımda olacaksın.


İçimdeki karanlıkla yüzleşmeye ve senin için yaşamaya karar verdim. Belki de senin hikayenin sonunu değiştiremem, ama belki başka birinin hikayesine umut olabilirim. Bu karanlık dünyada, belki bir başkasının hayatına dokunabilirim.


İyi ki tanıştık.


diye sonlandırdı mektubunu. 


Aynı apartmanda olduklarını hatırladı kadın. 


Charles'ın dairesine girdi ve bir anı aradı dört köşede. Ondan bir şeyler koparmak ve ruhuna ortak olmak için her tarafı kaldırdı. 


Kadın, Charles'ın evine geldiğinde, gizlice içeri girmiş gibi hissediyordu. Evin kapısını açtığında, içeride sessizlik hüküm sürüyordu. Charles'ın ruh halini yansıtan ev, kendini gösteriyordu.


Evin tasarımı, Charles'ın iç dünyasının yansıması gibiydi. Duvarlar gri bir renge boyanmıştı, boş ve cansız bir atmosfer oluşturuyordu. Evin içindeki mobilyalar da yıpranmış, solgun ve umutsuz bir görüntü sergiliyordu. Kitaplar, şiirler ve yazılar, her yerde dağınık bir şekilde duruyordu.


Kadın, evin içinde dolanırken, bir masanın üzerinde bir mektup buldu. Charles'ın, kendi el yazısıyla kaleme aldığı bu mektup, neden böyle bir yolculuğa çıktığının izahını taşıyordu. Kadın, mektubu dikkatle okudu:


"Sevgili Kadın,


Eğer bu mektubu okuyorsan, ben artık bu dünyada değilim. Kendi içimdeki karanlıkla savaşmaya çalıştım, umutsuzlukla dans ettim, ama sonunda yorgun düştüm. Kalbimdeki acı, beni mahvetmeye yetti.


Evimdeki her detay, ruhumun kırık parçalarını yansıtıyor. Gri duvarlar, solgun mobilyalar, dağınık kitaplar... Hepsi, içimdeki umutsuzluğun ve hayal kırıklığının dışavurumu. Evin bu kasvetli atmosferinde kendimi buldum ve burada son bulmak istedim.


Sana yazdığım bu mektup, seninle paylaştığım anıları, hissettiklerimi ve içsel yolculuğumu anlatıyor. Seni derinden sevdiğimi bilmeni istiyorum. Seninle geçirdiğim zamanlar, içimde bir umut ışığı yaktı.


Kendini suçlama, Kadın. Bu seçimim benimdir ve kendime olan son hediye olacak. İçimdeki acıyla yaşamak yerine, özgür olmak istiyorum. Belki de bu şekilde karanlık köprüde aradığım huzura kavuşabilirim.


Unutma, seninle geçirdiğim her anın değerini biliyorum. Kalbimde her zaman seninle birlikte olacağım.


Charles"


Kadın, mektubu bitirdiğinde gözleri dolu doluydu. Charles'ın neden böyle bir yolculuğa çıktığını anlamak zor olsa da, onun içindeki acının ve umutsuzluğun ağır bastığını hissetti.


Mektup, Kadın'ı derinden etkiledi. 


Kadın, gözlerini odanın etrafına daldırdı. Masanın üzerinde, Charles'ın yazıları ve şiirleri arasında dolaştı. Birçok el yazması, hayal kırıklığı ve umutsuzlukla doluydu. 


Kadın, evden ayrılmadan önce gözleri Charles'ın fotoğrafına takıldı. O, hayatta olmayan dostunun yüzüne hüzün dolu bir gülümsemeyle bakıyordu.


Charles'ın dünyası, onu mahvetmişti.


Kadın, Charles'ın hayatında bir iz bırakmıştı ve onu sonsuza kadar unutmayacaktı. Bu anıları, acıyı ve hayal kırıklığını taşıyacaktı. Charles'ın ruhunda var olan umutsuzluğun yanı sıra, onunla yaşadığı anların derin bir izi de kalacaktı.


Ve böylece Kadın, Charles'ın evinden sessizce ayrıldı. Onun yolculuğu, içindeki karanlıkla savaşan bir ruhun sonunu getirmişti. Charles'ın özgürlüğü, Kadın'ın kalbinde bir boşluk bırakmıştı. Ama umut, Kadın'ın içinde hâlâ parlıyordu.

18 Mayıs 2023 Perşembe

osamu dazai ve biraz da tiksinti

Gece uykuya dalarken istediğim kişi olabiliyorum. 

Kurmaya cesaret edemeyeceğim cümleleri kuruyorum, en kral retorikçiden daha iyi konuşuyorum. 

Daha ayığım sanki kendime ve tiksinti duyduğum her şeye. 

Uyuyakalırken düşüncelerimi, uyurken nefesimi kontrol edemiyorum. 

Başka kentlerde olduğu gibi yabancıyım kendime. 

Karanlık bir dizinin son sahnesinde kötü karaktere zoomlanan kamera gibi oluyorum, tanınmadığım yerlerde. 

Gözlerinin ve götlerinin içine girmek istiyorum böyle zamanlarda insanların. 

Ne hissedip, ne göttüklerini görmek için. 

Tüm tanımadık maddeleri denemek istiyorum, (insan dahil) bir döner bıçağının dilimi, dudaklarımı nasıl parçalayabileceğini, o kanın genzimi nasıl doldurabileceğini düşlüyorum. 

Bahsettiğim her şeyin tadını canlandırabiliyorum.

Bunlara da cevap arıyorum kendimce. Nasıl bilebilirim ki her şeyin tadını? Ya da acısını yaşamadığım karakterleri nasıl yazabilirim? Nasıl bu kadar sezgisel hissederim? Neden bütün insanların acısını içselleştiririm? Neden otobüs bileti satan, gözlüklü, etekli, ince çorap giyen +30 yaşındaki kadının seks hayatının bu kadar kötü olduğuna emin olabilirim? 

Artık soru sormaktan ve ve sorgulamaktan sıkıldığım için mi her haltı bildiğimi zannediyorum? Onu da bilmiyorum. 

İnsan olmak yerine, Ahmet Erhan'ın herhangi bir şiirinde harf olsaydım belki düşünmezdim bunca şeyi, hem insanları hem maddeleri. 

O şiirlerde ben bir harf olsaydım, sizleri bu satırlara harf olarak yazmazdım belki. 

Her kent, her insan ve her taş bir harf bana.

Zenon'un ayağı takılıp intihar etmeye karar verdiği taş benim en güzel harflerimden biridir. 

Dazai gibi hissetmeme sebep veriyor bazılarınız. O kadar farklı uğraşlar, o kadar siyasi koşuşturmalar ve iyi bir aşk...

Bunlara rağmen intihar eden Dazai gibi. 

Şimdilerde popüler olmuş kendisi. İnsanlığını ise çoktan yitirmiş. 

Bu yitik ve tiksinti halinde kimse yoktu yanında. 

Denize atlarken pantolonundan düşen harfleri toplamak için gideceğim bir gün bende onun yanına. 

Belki o zaman anlayacağım gerçekten yitenleri, o zaman anlayacağım insanlığı yitirmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu. 

'İyi ki' diyeceğim 'iyi ki kullanmışım hepinizi birer harf gibi' ve 'iyi tiksinmişim benimle beraber yeryüzünde yaşamı cüreti gösterenlerden!'


31 Mart 2023 Cuma

aslında korkak biriyim

 okuyamıyorum, 

yazamıyorum. 


yazdığım şeyler bir gölge iken artık vücut bulmaya başlıyor gibi hissediyorum. 


yazdığım şeylerin sizin vücutlarınızda birer irin olarak yer almasını isterken irinler ile kaplanan yine benim vücudum oluyor. 


aslında korkak biriyim. 


yazdığım gölgelerden korkuyormuşum meğer, gerçekliğimi yazdığımı zannederken yazdığım şey aslında kaçtıklarım ya da kabullendiklerimmiş.


meğer patlayan bir sivilceymiş çoğu. 


bunlardan korkmak beni korkak biri yapar mı? 


ya da bu gerçekliklerden vazgeçememek, yüzleşememek.


gerçeklerden, gerçekliklerimden,inandığım konfordan vazgeçememek peki? bu beni korkak biri yapar mı?


mesela allahın olmadığına dair çok güçlü bir kanıt bulsam ona inanmaktan vazgeçer miyim? 


okuma yeteneğimi kaybetmekten, yazamamayı kabullenmekten bahsediyorum mesela. 


bunları kabul etsem kendimi öldürür müydüm? 


benim başka bir kimliğim olduğunu, karanlık bir yüzümün olduğunu kabul etmek beni benden vazgeçirir mı? 


bundan korkmalı mıyım? 


sevmediğim insanları, ilişkilerimi, yapmam gerekenleri bırakmak, vazgeçmek cesareti var mı bu bedende? 


tamamen aykırı davranabilme cesareti toplumsallaşmaya,ona benzemeye başlamaya yönlendirebilir mi insanı? 


yoksa sadece gölge olarak mı kalır bu söylediklerim? 


vücut bulmak bir yana dururken hayatın bir yerinde ikinci gölgemi bulup gece de takip edebilir miyim onu? 


ya da hepsinden vazgeçip gerçek benliğimi, maskesiz bir şekilde gösterebilir miyim insanlara? 


korkusuzca.

18 Şubat 2023 Cumartesi

kimsenin duymak istemeyeceği gerçekler

 kimse gerçekleri duymak istemez, gerçek zannedilenleri kendine uydurmak ister. 


bir siyasetçi hırsız olduğunu bilir bilmesine, bu onu rahatsız etmez. 


asıl rahatsız olduğu şey sizin onun hırsız olduğunu bilmenizdir. 


bir tarikat üyesi tarikatta yapılan yanlışların farkındadır. 


fakat siz ona bunların yanlış olduğunu söylerseniz size bir savunma mekanizması oluşturacaktır. 


aşk ilişkilerindeki tartışmalarda doğru bile söyleseniz karşıdaki kişinin duymak istediğini söylemekten çekinmeyin. 


eğer seviyorsanız bazen yalan söylemek zorunda kalır ve olayı onun istediği gibi kurguda anlatmak görevi üstlenirsiniz. 


bir esnaf ürünleri pahalı sattığının farkındadır. 


ama siz bunu ona söylerseniz reddedip vicdanı için diğer esnafları kötülemeye başlayacaktır. 


bir patron işçiye hakettiği parayı vermediğiniz farkındadır. 


ama siz bunu ona söyler ve protesto ederseniz sizi kapının önüne koyup yeni aldığı işçiye sizin bahsettiğiniz miktarı ya da yakınını verip vicdan mastürbasyonu yapacaktır. 


siyaset yalakaları yalaka olduğunun farkındadır. 


ama bunu gidip onlara siz söylerseniz 'vatan, millet, sakarya' nidaları ile yeni bir maske ile karşınıza çıkacaklardır. 


herhangi bir alanda bilgisi eksik olanlar bunun farkındadır. 


ama burası türkiye ve bunu farkettirmemek için size veriler dahi uydurup sadece anı kurtarma çabasına gireceklerdir. 


bir bağımlı neye bağımlı ise onun farkındadır. 


fakat siz ona bu bağımlılığından bahsedince kendisini bağımlı olan şeyden daha yüksekte zannedip size kızgın bir ses tonu ile onu terk edebileceğini söyleyip arkasını döndüğünde onu yapmaya/kullanmaya devam edecektir. 


ırkçılar ırkçı olduklarının farkındadır. 


ama bu iğrenç duygusunu dışarıya tam yansıtmaktan utandığı için 'ırkçı değilim ama' gibi cümleler kuracaktır. 


bir kapitalist sevici halk üyesi bunun yanlış olduğunun farkındadır.


ama sırf bir umut o sömürücü sınıfın dairesinde yer bulma heyecanı ile bu kirli sevdasını saklar. 


bir cami imamı, bir yoga hocası, bir papaz, bir haham bu işlerin para ile yapılmaması gerektiğini bilir. 


ama günahlarını saklamak için türlü bahaneler uydurarak para almaya kalbi sızlasa da (belki sızlamıyordur) devam eder.


bir aşık gerçekten aşık olduğunu zanneder. 


ama onun için ilişki bir rekabet hali almıştır ve onur, gurur meselesi yüzünden yaptığı yanlış bataklığından çıkamaz. 


bir feminist aslında ona dayatılan özgürlüğün özgürlük olmadığının ve erkeklerin hayatını yaşamak istediğinin farkındadır. 


ama bunu dile getirmek istemez, sadece bireysel yaşamında ne isterse onu yapabileceğini kendine bir dezavantaj kimliği uydurarak yaşar. 


bir erkek aslında toplumsal mücadele içinde beceriksiz, uyuşuk olduğunun farkındadır. 


ama bunu çevresini kötüleyerek, dalga geçerek gizlemeye çalışır. geceleri ise bu duruma hüzünlenir. 


bir hırsız, hırsızlığın utanç verici olduğunun farkındadır. 


ama devletlerin, zenginlerin yaptığı soygunları örnek gösterip bunu aklamaya çalışırken kendisini ileride orada  bulma umudu taşır. 

bir ortamcı ona bulunduğu ortamın zarar verdiğinin farkındadır, kimliğinin değiştiğini kendi de görür. 

ama kendine yarattığı kimliği artık gerçek gibi benimsemeye başlar, kendisini uyaranlara içinden geldiği için öyle davrandığını söyler fakat içten içe o da farkındadır işin öyle olmadığının. 

bedenini satanlar, onu birilerini elde etmek için kullananlar bunun özsaygısını kaybettiren birşey olduğunun farkındadır. 

ama özgürlük bahanesi sunarlar kendilerine ya da isteseler yapabilecekleri başka işten bahsederler. geceleri ise yeni savunmalar yeni avuntular, yalanlar hazırlarlar kendilerine. 

bir kumarbaz kazandığı paranın hayırlı olmadığının, zarar ettiğinin de farkındadır. 


ama bunu gizlemeye çalışır, zira karşısındaki tarafından kınanmak istemez, kaybını gizler. 


bir yazar yazı bittiğinde onun artık murada erdiğine inanır. 


ama aslında yazı bitmemiştir, bizden gizlediği yazamadığı daha bir çok şey olduğunu bilir.

2 Şubat 2023 Perşembe

martin, eden bulur

 Martin, eden bulur


Ne o ölüm yakışırdı sana, 

Ne de o kız. 


Sen içine sindirmişken kenar mahallenin haklılığını, 

Garsonla mutlu olurdun. 


Kitap, deniz ve ablan yeterliydi özünde sana. 

Gettodan çıkıp ne diye vardın oraya? 


Hayatı geri almak ister miydin acaba? 

Denizin üstünde güvenliğin hırpaladığı çocuğu kurtarmamak ister miydin? 


Yakışır mıydı sana, onu orada bırakmak? 

Eğer öngörseydin böyle bir sonu, belki de vazgeçerdin yapmaktan. 

Ya da alırdın, yardımcı olma görevini yerine getirir çıkarırdın hayatından. 

Uzaktan izlemeye devam ederdin, yardımını isteyen insanları. 


Her erkeğin kaderi böyle midir Martin? 


İş, kadın ve benliği arasında mı döner hayatı? 

İlla biri pişman mı eder onu? 


Kendi özüne nasıl dönebilir bir erkek Martin? 

Mahallede bıraktığın ruhuna dönmene az kalmamış mıydı? 


Ne diye vazgeçtin.


Hangisinin aydınlık, hangisinin karanlık olduğu hakkında yol göstericimiz olurdun şimdi, eğer aşık olmasaydın kültüre, yazmaya ve kadına. 


Belki de yazıların kabul görmeseydi, daha silik bir tip olsaydın, az da çirkin olsaydın daha iyi yüzer ve kurtulurdun bu hayattan. 


Amcanın yanında çalışsaydın ya Martin. 


Kafanı kaldırsaydın ya kitaplardan. 


O kızın seni değil diğerini düşündüğünü görürdün belki. 

Niye bu kadar şey vermek için uğraştın ona? 

Onun her şeyi var iken üstelik. 


Görürdün daha iyi baksaydın belki seni meteliksiz bir çömezken bile seven işçi kızı. 


Sözlüklerde kaybettin kendini, harfleri değil kendini karaladın. 


Sana göre değildi Martin o hayat, sende farkındaydın bunun. 


O hayat yarı cahil insanlara göreydi, savaşı arzulayanlara göreydi. 


Kendinden koptun Martin, hırslarını kaybettin.

Tembelleştin. 

Bir satır cevabı nefretle bekledin, inancını unuttun, sevgin nefrete, nefretin sevgine galip gelemedi. 

Kusamadın. 


Martin, İntiharın fiziksel olmamalıydı.


Mahallende kitapların ile kalmalıydın, diğerini seveni değil seni seveni korumalıydın. 

Son bir şiir daha yazmalıydın seni kendine getirecek. 


O muma hiç elini uzatmamalıydın Martin. 


O mumun alevi ile yakmalıydın vücudunu.


Zira vücudun yerine yolunu aydınlatmasına sebep oldun. 


O mum senin için söndü Martin. 


O mum senin o son kulacın ile söndü. 


O mum şimdi bizim için yanıyor Martin. 


İşi, kadını ve benliği arasında kalan tüm erkekler için...