11 Kasım 2021 Perşembe

Kadir Mısıroğlu mu? İlber Ortaylı mı?

 Sevgili blog.


Bir süredir hayatın zorlaşması üzerine düşünüyorum.


Hayatımızı kim zorlaştırır? Kendimiz mi? Dış etkenler mi? Yoksa hayatın kendisi mi olgu olarak zor olmak zorundadır?


2 temel problem var aslında. Bunların birincisi sanırsam iletişim.


İnsanlar ile özgürce iletişim kuramamak bizi bizden uzaklaştırıyor.


Özgür iletişim ise insanları bizden uzaklaştırıyor.


Örneğin hayatım boyunca istediğim kişiye istediğim şeyleri söyledim. X kişinin çok saygı duyulan bir kişi olması pekte umrumda olmadı.


Ya da ona bunu söyledikten sonra başıma gelebilecek olan şeyler.


Tarih okurken ikinci sınıfta bölüm başkanımız ile tartışmıştık ve daha sonrasında sosyoloji okumaya başlamıştım. Bu hayatımın en doğru kararıydı.


Hayat çerçevemi böyle çizdim. Beni tanıyan herkes bu huylarımı bilir ve 'Emirhan' denilince kafalarında bir karakter oturur.


Fakat bazı arkadaşlarım bırakın hocaya karşı çıkmayı kendi isteklerini bile söyleyemiyorlardı. Şimdilerde bir çoğu mutsuz mezunlar olarak hayatlarına devam etmekte ve yaşadıkları tramvaları hâlâ atlatamamaktadırlar. 


Sadece bu değil. İletişimde kendimizi ifade edemediğimiz sürece büyük bir özgüven kaybı da yaşıyoruz. 


Bu özgüven kaybı ise karşımızdaki vasıfsızların bizim üstümüzde yer almalarına dahi sebep oluyor ve böylece hayatı zorlaştırıyoruz.


İletişim kopukluklarını en iyi gözlemlediğimiz alan ise muhakkak ki içinden geçtiğimiz covid dönemi ve siyaset meseleleri.


Siyasetin en yoğun olarak hissedildiği şu dönemde ki olumsuzluklara ses çıkarmayan herhangi birini görünce ciddi manada midem bulanıyor. 


'Ben apolitiğim' 'ben devlet ne derse onu yaparım' arasındaki ayrımı anlayamıyorum.


Örneğin İlber Ortaylı gayet iyi bir akademisyen. İyi bir tarihçi ve iyi bir bilmem ne.


Fakat 'Bir Ömür Nasıl Yaşanır?' kitabındaki görüşleri tam bir delilik.


'25 yaşına kadar x kadar dil öğrenin. Şurayı şurayı görün edin' gibi tavsiyeler şu dönemde bizim gibi gençler için inanılmaz derece de imkansız görünüyor.


Bu abimiz bu görüşlerini söylerken kendi artılarını da bir yana bırakıp insanların hayatlarını kendi hayatı ile benzer görüyor herhalde.


Yine şu dönemde bunları söylerken hiçbir siyasi kurumu da eleştirmemesi cabası.


Yahu madem bu kadar sözün dinleniyor neden birşeyler söylemekten cekiniyorsun be hocam?


İstanbul'un canına okudular diyorsun ama gidip Binali ile hem de seçim döneminde ponçik ponçik İstanbul gezi videoları çekiyorsun :')


Tabi ki bu durumu 'Ya o adam da siyaset yapmasın' diye yorumlayanlar var.


Böyle bol keseden tavsiyeler veren bir adam kusura bakmayın da biraz siyasete müdahil olmak zorunda.


Hayatımızı zorlaştıran temel unsurlardan biri de işte Ortaylı örneğinde olduğu gibi insanlara dayatılan 'ben böyleyim herkes başarabilir' algısı.


Üstelik zorluklar hakkında konuşmadan.


Kadir Mısıroğlu ise Ortaylı'ya zıt olarak görüşleri yüzünden hapis yatmış ve (ideolojik bakmayın) görüşlerini son nefesine kadar savunmuş, hayata müdahil olmuş bir adamdır.


Bilgisi ise Ortaylı ile kıyaslayınca uçlar kadar farklıdır.


Biri kendi ve kendi gibilerin gerçekleri için konuşup uğruna ceza dahi alırken biri ise üst perdeden bilgisi ile kendi hayat görüşlerini onu dinleyen milyonlara motivasyonsuzluk aşılayacak şekilde aktarmıştır.


Peki hangisinin yaptığı daha mantıklıdır? Bunu siz okuyuculara bırakıyorum.


Fakat bu iki iletişim şeklide doğrudur diyemem.


Her ideoloji taban düşünülmedikçe savunulduğunda her zaman problemli bir hâl alır.


İster lgbt,ister akp, ister bilmem ne...


Hepsi savunucularının elinde birer zehre dönüşmekte ve bizim ilgimiz olmasa bile bize bir şekilde dönmekte. 


İletişim dışında diğer bir problem ise zengin olmak ve hayatı kolaylaştırmak muhabbeti.


Zengin olmanın hayatı kolaylaştırabileceğini sanmıyorum.


Coin muhabbeti bizim gibi fakirler için gayet zengin olma fırsatıydı. Fakat ne oldu? Bunu da kaçırdık :)


Üstelik ilk zamanlar bu kadar değerlenecegini bile bile...


İşte burada iletişimden ve toplumsallıktan farklı olarak zengin ol(a)mamanın bireysel problemler ile de ilgisini görebiliyoruz.


Zengin olunca ise iletişim problemimiz belki bazen daha çok artıyor.


Bu seferde buradan eksi yiyoruz.


Geçmişte ki yazılarıma baktığımda şuanki halimden daha depresif olduğumu fark ediyorum. Bunun sebebinin ise o dönemdeki bazı varoluşsal problemler ve iletişimdeki eksiklik olduğunu fark ediyorum.


Şimdi de aynı şekilde varoluşsal bir takım sorunlarım olsa da kendi hayatımın nasıl ilerlemesi gerektiği kararını verdikten sonra bu sorunları biraz da olsa azalttım.


Çizgimden sapmadan,istediğimi yiyerek,istediğimi giyerek ve istediğimi okuyarak güzel bir hayatın içinde buldum kendimi.


İletişimim güçlendi, biraz kitaplar iş yaptı ve şimdi kendi çizgimde bazen yalpalayarakta olsa ilerliyorum.


Özgürlüğün tadına varamamakta hayatımızı zorlaştıran diğer bir problem.


Bu konu hakkında uzun uzun yazmıştım. Özgürlük nedir,irade nedir,insanların bize karışması,elalem psikolojisi vs. 


O yüzden burada ondan bahsetmeyip aleni günlüğümu sonlandıracağım.


Görüşmeler üzereee efendimmm!

4 Kasım 2021 Perşembe

Otopsi(m)

 Ölüler konuşur.

Mecazi değil. 

Sadece tercümanlara ihtiyaçları vardır.

Artık bu dünyanın dilini konuşmazlar sadece.

Onlara bir tercüman gerekir, neden öldüklerini sevdikleri ile paylaşmak isterler belki.

Bu görevi artık ismine ne deniyorsa otopsiyi yapacak kişi üstlenir.

Peki ya paylaşmak istemeyenler? Utanç dolu bir hayat yaşayanlar? Ya da istediklerini elde edemeden ölenler?

Sanırsam ben ikinci gruba dahildim.

Öldükten sonra aklımda sadece gerçekleştiremediğim bir takım şeyler kalmıştı. 

Biri görmese daha iyi olurdu ama yapacak birşeyim yok, müdahale edemiyorum.

Ölümüm şüpheli, mecburen otopsi yapılacak.

Her zaman köpekleşmek istemiştim yaşarken. Herhalde en yakın olduğum an yakınlarımın beni bir beze sarıp soğutucuya morgtaki adam ile beraber sokmalarıdır.

İçerisi epey soğuktu, sıcak ve kokan cesedimi iyi idare etti.

Keşke yaşayanlar da bu deneyimi görse.

İkinci gün çıkardılar beni. Zaten epey üşümüştüm.

Başka bir masanın üstüne koydular. İki kişi elinde kesici aletler ile içeri girdi.

Beni kesip biçip her şeyi görmeye hazırlandılar.

Ne ben onları tanıyorum ne de onlar beni.

Aileleri ile nasıl ilişkileri var, buraya nasıl geldiler, cesedimi nasıl buldular, cinsel hayatları nasıl, ya götümü ellemek isterlerse...

Benden haberdar olmalarını isterdim aslında.

Yazdığım şeyleri okumalarını, ölüm hakkında düşüncelerimi ve tüm hayatımı.

Muhabbetimi bilselerdi belki onlar da üzülür ve yardıkları karnıma iki gözyaşı dökerlerdi.

Okey başlıyoruz...

Aşk duygusu ile yer yer coşan göğüs kafesimi kesmeye başladılar bile.

Kalbimi görebilecekler mi bilmiyorum. Hiç okumadım yaşarken otopsi hakkında bir şeyler.

Eğer görürlerse onun içindeki iyiliği ve kötülüğü de görebilecekler mi?

Samimi olarak sevdiğim tüm insanlar orada.

'Hey isimlerini not alıp onları ne kadar sevdiğimi tekrar söyler misiniz?' diyebilsem keşke.

Kötülüklerimi ise saklayın...

Yalanlar,küfürler ve kalbime gömdüğüm bazı sırlar.

Kimsenin haberi olsun istemem,saygı gösterin lütfen...

Ciğerlerimi ve bağırsaklarımı da görecek misiniz?

İğrenç değiller mi?

Daha iğrençlerini görmüş olduğunuza dair bahse girerim.

Zira alkol ve sigara içmedim o yüzden sağlamdırlar. Birine bağışlarsanız sevinirim.

Ayaklarımı bile bağışlayabilirsiniz, hiç seyahat etmemiş birine.

Bulabildiniz mi ölüm sebebi mi?

Kalkabilir miyim?

Ah evet gözlerim.

Açık kalmışlar evet.

Hayır öyle bir sebep yok, bir şeyim eksik kalmadı.

Sadece son kez dünyama bakmak istedim, son bir kez evimin balkonunda ki denizi görmek istedim ve açık bıraktım gözlerimi.

Bir iki damla olmasının sebebi sevdiklerine kavuşacağım mutluluğu.

Sende dostum bu masaya yatabilirsin bir gün. Bugün sen deşiyorsun ama yarın deşilen sen olabilirsin...

Ellerin çok yumuşak, benim de vücudum yumuşaktı. 

Zaten yaşarken 50 küsur kilo bir adamdım, şimdi artık 30 kiloya düşmüşümdür zor bir iş olmamıştır senin adına.

Toprağa girip kefenlenmeden önce gözlerimle gördüğüm son kişi sensin.

Daha önce kaç kişiyi gördüm hiç düşünüyor musun? 

Yüzlerce,binlerce,milyonlarca,milyarlarca...

Hepsi de beni gördü.

Hepsiyle o kadar konuştum ki artık konuşmama kararı aldım.

Böyle daha iyi, ne güzel hem konuşmadığım için olacak herhalde beni iki gündür oradan oraya ellerle taşıyorsunuz.

Belki hiç konuşmasaydım bu masada olmadan ölüm sebebimi daha rahat öğrenebilecektiniz.

Konuştuk işte. 

O kadar konuştuk ki bazen hayallerimi gerçek olarak anlattım, bazen ise gerçeklerimi hayal olarak.

Şimdi ise her şey gerçek.

İnsanların hoşuna gerçeklik gidiyor.

Bir ölü konuşmadığı zaman gerçek olabiliyor.

Ya konuşan bir ölü olsaydım? 

O zaman da otopsimi yaparmıydın?

En derin hayallerimi, arzularımı tatmak ve gerçek beni tanımak için deşermiydin kalbimi?

Anlatırmıydın yakınlarıma?

Sanmıyorum, sanmıyorum...

Şimdi sessiz bir ölüyüm ve anlatabileceğin hiçbir şey yok...


16 Eylül 2021 Perşembe

Yarım Kalmışlık

Umutsuzluk hastalığını ölüme denk görmüş Kierkagaard.

Umutsuzluğu bir hastalık olarak görmek mi gerekir ki?

Bazen umutsuzluk bize yaşamın özünü gösteriyor olamaz mı? Bazen ise gerçekten öldürüyor olabilir mi?

Umutsuzluğu ben yarım kalmışlık ile eşleştiriyorum kafamda.

Yarım kalan aşklarımız,biten dostluklarımız ve hepsinin ardında kalan 'ya şimdi sona ermeseydi her şey yoluna girermiydi?' duygusu.

Ben bu yarım kalmaları en çok sevdiğim mekanların kapanmasında görüyorum bu aralar.

Çok sevdiğim kahveci,en sevdiğim hamburgerci, kıyafetlerini sevdiğim mağaza,pastasını sevdiğim pastacı...

Bir çoğu şu son 2-3 yıl içinde kapandı.

Ama bu yarım kalmışlıklar bana ilk dönemlerde üzüntü verseler de bir yandan da beni yeni arayışlara yönlendirdiler.

Daha iyisini buldum,daha ortasını buldum veya bire bir aynısını buldum. Ne olursa olsun sonuçta buldum.

Umutsuzluk ya da yarım kalmışlık sizi bazen içinizde bulunduğunuz girdaptan çıkarıp yeni dünyalara yeni insanlara götürecek olan tek hislerdir.

Umutsuzluk size 'şu yaşıma geldim hâlâ birşeyler yapamadım' cümlesini kurduruyor ve düşündürtüp cevap arıyorsa iyi bir dosttur.

Her zaman umut dolu insan sadece umudu ile yaşamaya devam eder.

Gabriel Garcia'nın 'Albaya Mektup Yok' öyküsünde bu anlattıklarıma özet öyle güzel sözcükler var ki bütün söylediklerim tek bir cümleye bile sığabilir.

Albayın karısına söylediği gibi 'Umut karın doyurmaz ama ayakta tutar' cümlesi bunlardan sadece bir tanesidir.

Albay öyküde umutsuz olması gerektiğinin farkındadır aslında ama yapması gereken şey toplumun ona 'umut' kelimesini nasıl anlattıysa öyle kabul etmesi ve çevresine bu umutsuzluğu çaktırmadan mücadele etmesidir.

Kısaca umutsuzluğu ölüme götüren bir hastalık olarak değil tedavisi basit olan bir hastalık olarak görmeliyiz 'bence'.

Günümüzce söylemek gerekirse umutsuzluk ölümcül bir virüs değil. Herkesin bildiği gibi basit bir grip.

31 Temmuz 2021 Cumartesi

Tahammül

 dış etkenlere karşı koyabilme gücü,dayanç dayanma=tahammül.

ninemin hastalığı ilerledikçe,bende de bazı şeyler gerilemeye başladı. aslına bakarsanız daha önce başladı; bozuk insan iletişimi,kendini ifade edememe durumu,özgüven kaybı vs. ama bu olumsuz durum da daha fazla tetikledi.

insanları bir şeylere inandırmaya çalışmak,onlara bir şeyler anlatmak bir süre sonra gerçekten yorucu olmaya başlıyormuş.

eskiden oturup saatlerce tartışabileceğim konuları şimdi karşımdakine bakıp 'senin fikrin ya,anlıyorum' deyip geçistirebiliyorum.

bazen de kızmıyor değilim kendi kendime. karşımdaki andaval hiç bir sik bilmemesine rağmen konuşabiliyor,kesin yargıya varabiliyor ama ben konuya hakim olmama rağmen 'olabilir' 'böyleydi galiba' 'yapıyor olabilir' 'yanılmıyorsam ....' diye konuşup hep bir açık kapı bırakıyorum.

zira tahammülüm kalmadı.

hayatta en çok değer verdiğim kişinin ölüme yaklaştığını görmek beni benden farklı biri yapmaya götürüyor,son kitabımda ninem için bir şeyler yazmıştım.

daha iyiydi o zamanlar,belki okusam dinlerdi.

ama okumadım,pişman da değilim. şimdi o yazıda bahsettiğim çocukları vicdan rahatlatmak için çabalıyorlar,tahammülüm kalmadı ki konuşayım.

boş bakışlara kurban gidiyorum,öyle bakıyor ki seslendiğimde içim gidiyor ne anlıyor ne anlamıyor.

bi süre hastanede kalınca iyice anlıyorsun bazı şeylerin sonlu olduğunu ve kabul ediyorsun bu durumu.

mr sesleri,hemşirelerin koşuşturmaları,arkadaki hastaların inlemeleri,umursamaz doktorlar ve ölenler...

ne olacak ya? herkes ölecek işte.

öyle umursamıyorum ki artık, geçen gün ayakkabı almaya gittiğimde bir çalışan gelip samimi bir şekilde 'ya sen konya'da okuyordun değil mi kardeşim bir yerden tanıyorum seni?' diye sordu.

bende 'evet sonra bolu'ya geçtim' dedim.

halbuki konya'dan geçmedim bile ama mutlu oldu,konya hakkında konuştuk mevlana ve etli ekmek falan bir de aykut kocaman.

berberde de biri tanıdı,ben traş ediyordum seni dedi aynen dedim geçtim.

bu aralar çok rastlıyorum beni tanıyanlara (?) he deyip geçiyorum tanımasam bile.

zira tahammülüm kalmadı,bir şeyler anlatmaya.

o yüzden aylar sonra yazdım buraya.

sadece insanlara değil,kendime de kalmadı.

sınavlar,ne olacak ne edeceğiz düşüncesi zorunluluklardan kaçma çabası vs vs pekte bir şey olacağı da yok ya hayırlısı hakkımda.













8 Nisan 2021 Perşembe

Çingene

Güneşin göz kapaklarını ısıtmasıyla beraber uyandı.

Kahverengi gözleri, o bütün vücudu yakan çadırdan dışarı çıkmasıyla beraber doğayı içine hapsetti.

Sabahları hep bu saatlerde kalkar, şehirden evine ekmek götürebilmek için hurda,kağıt,bakır tel gibi şeyler toplardı.

Yürümek onun için zor değildi, arkasında koca bir çuval taşımakta.

Zaten Hindistan'dan başlayan göç yolculuğu, burada bizim topraklarımızda son bulmuştu.

Oradan buraya gelen biri için şehre yolculuk etmek zor olmasa gerek.

Yolculuğu severdi, sevmek zorundaydı. 

Onun kaderi yoldu ve o neredeyse yol orada başlardı.

Esmer bir teni, arabayı çekmekten güç,kuvvet kazanan bir kolu vardı. 

İnsanların duyduğu önyargı sebebi ile her zaman mahcup bir bakışla etrafı seyreder,ona karşı duyulan korkunun aksine çok iyi bir kalp taşırdı.

Yolda diğer insanlardan farkını, insanların neden ona böyle bir gözle baktığını düşünsede cevabını bulamaz bir süre bunu düşünüp işini yapardı.

Tam olarak Ahmet Telli'nin Çingene şiirinin ikinci kıtasına uygundu hayatı.

Dinlerdi ve sorular sorardı kendine,doğayı insanı ve geceyi düşünürdü.

İnsanlar onun hayatını hep dans ve eğlenceden ibaret sanardı.

Evet ait olduğu topluluğun barındırdığı özelliklerden bazıları bunlardı.

Belki de öyle olmak zorundaydı?

Dışlanma,yokluk,işsizlik,uzak kalan atalar,evsizlik...

Bu kadar dert ile başa çıkmak nasıl mümkün olsun, içinde Allah vergisi bir mutluluk olmasa?

Bunları umursamamaya çalışıp, hayat ona bu işten ne verirse arabasına atıyor, hem yükünü hem kalbini büyütüp tekrar çadırına doğru yola çıkıyordu.



21 Şubat 2021 Pazar

Tarikatlar ve Gerçekler

Arkadaşlar merhaba size neler yaptığım hakkında kısa bir yazı ve yazının sonunda bir video ile geldim iyi okumalar ve seyirler yorumlarınızı eksik etmeyin :)


2020 yılı herkes ve dünya için koca bir boktu.

Benim için nasıldı?

Gelin size kısa bir özet geçeyim...

Yıl başladığında her yıl hedeflediğim gibi aklımda 'her gün bir film izleyeyim' 'sporuma devam edeyim' tarzında şeyler vardı.

Her zaman ki tembelligim ile hiç birini yapmadım tabi. (2021 için de aynı hedefler vardı)

Kışın başlarında ABD-İran savaşı ile heyecan doruğa çıkmış,Avustralya'da ki yangınlar için ne yapabilirim diye düşünmüş ve uyduruk corona ile korkmuştuk. (Başından beri inanmasam da ister istemez bir korku hali bürüyordu)

Okulların,kursların kapanması ile koca bir boşluğa düşmüştüm.

Ne yapayım,ne yapayım derken bir kitap bir de Youtube kanalı sahibi oldum. (Şimdi yine üşenmişlik ile ne ikinci kitabı yazıyorum, ne de kanala video çekiyorum)

2020'de insan ilişkilerinde hiç olmadığı kadar zorlandığım için kendime vakit ayırabildim.

Özel hayatımda yaşanan problemler,üzerine çevreden gelen iftiralar tartışmalar falan,kitap üzerine eleştiriler vs derken bir süre sonra herşeyi,insanlara anlatmayı bırakıp onları düşünceleri ile baş başa bırakmaya karar verdim (zira bu akışta kişisel hatalara düşüyordum) ve içsel yolculuğuma tekrar dönme kararı aldım.

Tabi bu problemler 2021'de de devam etti...

2020'yi iki kelime ile özetlemek gerekirse 'Proje Yılı' diyebilirim.

Bu güzel fotoğraflar o projelerden birine ait. (Fotoğrafları instagram sayfamdan görebilirsiniz: emirxix)

Yıllardır 'Cemaatler' hakkında yazıp durdum fakat bir süre bu konuya ara vermiştim.

Taaaa ki insanların bu konuda tekrar bilgi sahibi olmak istediklerini anladığım ana kadar.

Güzel bir dosttan gelen telefon ile bu konuya tekrar yöneldim ve ortaya gayet,güzel bir video çıktı.

Tam istediğim gibi bir ekip olan bu arkadaşlar benim de yıllardır karşısında durduğum 'ötekileştirilmeye' karşı duran arkadaşlar.

Onlar ile imza attığımız bu proje 2020'nin en güzel içsel yolculuklarından ve 'Hadi Emirhan toparlanmalısın' dedirten anlarından biriydi!

Emeği olan,destekleyen herkese sonsuz teşekkürler!!!

 https://youtu.be/JCZM_1p69u8