Sağına,soluna bakma ihtiyacı duymadan aya bakarak yürüdü...
Zaten sağına veya soluna bakmasına gerekte yoktu içine bakması yeterliydi.
Çevresinden gelebilecek olan tehlikelerden korkar bir yanı da yoktu,yani en azından öyle gözüküyordu.
Kulağında Mavi Sakal'dan 'İki Yol' çalıyordu.
Fakat o iki yoldan birini tercih etmeden orta yoldan yürümeye devam etti.
Hepte böyle yapmıştı,Aristo'nun 'Orta Yol'u, İslam'ın 'Orta Ümmet'i onun için aslolan yoldu.
Diğer insanlardan öte onun hayatını Tolstoy gibi yazarlar onun gibi söyleyen şarkıcılar oluşturuyordu.
Ha bir de Kehf'te ki gençler.
'O kadar yıl mağarada nasıl kalabilmişler? Nasıl soyutlamışlar kendilerini? Keşke bende soyutlayabilsem manevi aleme kendimi'
Böyle birinin dalgın bir şekilde yürümesi ve kendi içine bakması da çok normaldi.
Ay'ın ne kadar güzel ve parlak olduğunu farketti,bunu düşünürken yan taraftan gelen denizin kokusu ile mest oldu.
Uzun bir süredir denizin kokusunu alamıyordu,yosunlara bile hasret kalmış gibiydi.
İlerlerken bir çiftin tartışmasını duydu kadın adama hayatı hakkında birşeyler anlatıyordu adam da kadına bunların herkesin problemi olduğunu ve artık kafasını şişirmemesini istediğini söylüyordu.
Sessizce yanlarından gülüp geçti ve içinden 'Ah' dedi 'Şu geleceksel problemler.'
Kendisini kadının yerine koyunca adamın dediği gibi gercekten kendisinin de bu dertlere sahip olduğunu farketti.
Fakat kadından farklı olarak kendi derdinin diğer insanlardan daha ayrı olduğunu düşünüyordu.
Birşeyler yazmak ve anlatmak istiyordu,hayatını buna vermek insanların hatalarını anlatmak...
'İnsanlar hatalarını gerçekten hata olarak görüyormuydu ki?'
Bu sırada kulağındaki şarkı değisti 'Eğitilmis köpekler,doymak bilmez maymunlar' sözlerinde tebessüm etti.
Yürürken düşünmeyi seviyordu.
Bugün ise artık maddi dünyayı düşünmenin vakti geldiğini seziyordu kendince.
Para mı istiyordu? Ün mü istiyordu? Yoksa sadece yazmak mı? Ya da hiç yaşamamış gibi şimdi kendini denize atmak mı?
Parayı kazanmanın bir yandan kolay olduğunu düşünse de bir yandan da bunun için şaklabanlık yapması gerektiğini biliyordu ve oralarda hiç tarağı yoktu.
Zengin olmak istemiyorum demişti geçen gün bir arkadaşına ama şimdi düşünüyor da zengin olamayacağını sistem ona öğretti de mi zengin olmak istemiyor (öyle davranıyor) ya da gerçekten öyle mi istiyordu.
Bu düşünce bile azap veriyordu.
İnsanların geleceksel şeyleri dert etmesi hep ona komik gelirken şimdi bunları düşünmek üzere bir banka oturdu.
İş,güç,evlenmek,aile bunlar ona çok yavan geliyordu.
İnsanların yalanları,sözlerinden caymaları,iki yüzlülükleri,işlediği cinayetler,savaşlar,ölen çocuklar,açlık hepsi kendi içinde çığ gibi büyürken bir yandan normal hayatını nasıl yürütebilirdi?
İş bulmak,evlenmek nasıl mümkün olabilirdi?
Birde topluma uyamayıp yok olması,kendini denize atma düşüncesi onu daha çok ürkütüyordu.
Ezilenlerin bir gün ezen olmasına şahit olması onun var olan inançlarını bile sarsmıştı...
Zihnini kullandırtmayan onun bir 'Özel mülk' olduğunu anlamayan insan sayısı da çevresinde epey azaldığından artık bu durum ve düşünceler ona daha da çok acı veriyordu.
Gerçeğin 'Allah' ve 'Sevgi' olduğunu bilmesi onu rahatlatan tek şeylerdi.
Bunları düşünürken yanına bir köpek geldi 'Bir şeyim yok' dedi köpeğe 'Düşüncelerimden başka'
Onları da ona veremezdi...
15 dakika sonra bir çocuk geldi yanına 'Abi paran var mı?' diye sordu ve çocuğa 1 lira verip yürümeye devam etti.
O çocuğun yıllar sonra ne hale geleceğini de icine sindirmişti.
Demin tartışırken gördüğü çifti tekrar gördü bu sefer ellerinde birşeylere bakıp gülüyorlardı,araları düzeldi galiba dedi.
'İşte dedi dertlerim gerçekten farklı'
Ay'a bakmak için kafasını kaldırdığında önünü kara bir bulut kapladığını farketti.
Ay'ın ışığını engelleyen bulutları,kendi hayatına benzetmişti.
Işığı var ama bulutlar parıldamasını engelliyordu.
Bu düşünceler ile durmadan yürüdü,yürüdü ve yürüdü...
Yazılarımda Edebi kaygı gütmem,sonuçta Ahmet Mithat Efendi değilim. O yüzden bunlara çok takılmayın.
Bu kadar sık yazarmıydım? Belki de ilk heveslerimden bunlar.
İçim çok dolu aslında bu dönemlerde. Birilerine birşeyler anlatmaktansa yazmak daha iyi geliyor,sizde biliyorsunuz bunu.
Birine bir şey sormak,ondan fikir almak veya bir şeyin iyiliğini/kötülüğünü/güzelliğini/çirkinliğini danışmak her zaman hayattaki en büyük pişmanlığım olmuştur.
Bunu bazen hâla yapıyorum ve yine pisman oluyorum.
Neden mi?
Sizin sorduğunuz şeylerin önemini kavrayamamaları,3 kuruş akılları ile bazen sizi aşağılamaları,bazen ise 'Saçmalama' tepkisi vermeleri ve sizin o danıştığınız,düşündüğünüz şeyin aslında küçük bir şey olduğunu sanmaları...
'Hayırdır birsey mi yaşadın ne oldu?' dediğinizi duyar gibiyim. Yani güncel bir şey yok klasik her zaman olan şeyler.
İnsanların neredeyse hepsi 'Beni anlamıyorsunuz' düşüncesi ile yaşar.
Bunun sebebi içlerindeki egodur,bende öyle yaşıyorum böyle yaşamasam yukarıdaki yazıyı yazmazdım herhalde?
Peki bu egonun kaynağı nedir? Bunun üzerine kafa yormak lazım...
Çok fazla insan tanıdım ama 'Beni anlıyorlar' diyen herhangi birini tanımadım,tanıyacağımı da düşünmüyorum.
Anlaşılmadığını düşünmek,en büyük dert bende var,zorlu süreçlerden geçiyorum vs demek hayatı daha da çekilmez bir hale getirmek aslında.
Hayatın hangi süreci zor değil ki?
Sizin derdinizi anlattığınız birey sistemden dolayı artık kendini üstün görme,daha dertli görme gibi meziyetlere sahiptir. Birey hayatının merkezine kendisini koyar ve kendisini size karşı yüceltmiş,derdinizi önemsememeye sizi sıradan görmeye ve çokta takmamaya başlamıştır.
Tıpkı bizim gençler olarak camideki ihtiyarları takmamamız gibi.
Oysa Murat Menteş'in de dediği gibi gerçekten onlarında kalbi,beyinleri boş değil..
Derdi rabbe arz etmek dünyada yapılacak en erdemli iş belki de.
Ben rabbime değil ama kağıdıma arz ediyorum. En azından bu da bir erdem olmalı....
Aşktan bahsedecektim aslında ama konu nerelere geldi ey ahali!
Aşktan bahsetmekte ne haddimeyse bilmiyorum.
Fakat önceki yazımda 'Aşk,para,insan' gibi kavramlara da artık inancımı yavaş yavaş kaybettigimi söylemistim.
Hem bunu açma gayesi hem bugun yaşadığım bir kac olay hemde su gorseldeki tweet;
Beni biraz bu konuda düşünmeye sevk etti.
Tweetin ciddiyetlikle,ciddiyetsizlikle ya da gündeme gelip gelmeme kaygısı ile atılıp atılmadığı zerre sikimde değil.
Ama bahse konu olan cümleyi neredeyse her kadından duymak mümkün.
Veya bir çok kadına aynısını diyen hemcinslerimden.
Neyi bildiklerini çok merak ediyorum lan? Hepiniz ipnesiniz,aldatırsınız,alayınız orospu çocuğusunuz sizin ben amınıza koyim,kadınları oynatıyorsunuz falan mı diyecek? Bunları zaten duyuyoruz.
Bugün herhangi bir cafede kız gruplarını dinleyin %95i bunları konuşuyor zaten,tecrübe ile sabit.
Bir çok defa denedim hepsinde bu muhabbeti duydum...
Tweetin altındaki yorumlar ise facia.
Bugün ne yaşadığıma gelirsek eğer...
Klasik dostlar ile cafede otururken,hunharca yapılan erkek-kız muhabbetleri,yakışıklı-güzel dedikoduları ve türevleri beni karantinada ki hayatıma özendirdi.
Ülkede ciddi anlamda bir 'Californication' durumu görüyorum.
Dizi veya şarkı olan değil ha 'Yozlaşma' anlamında olan 'Californication'
Bu yozlaşma sadece 'aşk' alanında değil bir çok alanda böyle.
Bugün bunu sokak çocukları ile konuştuğumda daha çok hissettim.
'Herkes özgür isteyen istediğini yapsın' cumlesi ne yazık ki en büyük yozlaşmamış oldu 'O da öyle istiyor,seviyor' vs. de aynı şekilde bizi yozlaştırdı.
Günümüzde mantık evliliğinin dışında sırf 'Aşk' duygusu için yapılan herhangi bir evlilik olduğuna inanmıyorum pek artık.
Eğer senden daha yakışıklı,daha zengin,daha popüler veya daha düzenli bir hayat sunan birini bulursa yaşı gelmiş olan ablamız ya çeker gider,ya aklı takılır vs. çünkü erkeği güçlü olmalıdır.(Düzenli hayatı herkes ister ama benim bahsettiğim konu farklı)
Yazarların,düşünürlerin bir çoğunun evlenmemesini de buna bağlıyor ve onları daha iyi anlıyorum.
Aranızda Bukowski ile evlenecek olan var mı?
Karizmatik,iyi yazan ama evli olmadığı sürece kadınlar ile sevişmeyi seven fakat kalbinin tek kişiye ait olduğu bilinen bir adam...
Bir çok erkek gibi onunda adı 'Aldatıyor ne olursa olsun aldatıyor'a çıkmış.
'Erkekler mi daha çok aldatır kadınlar mı?' sorusunda erkeklerin kadınını aldattığı kadınların rolü görmezden geliyor.
Şimdi küçük bir ara verin ve 8 yıl birlikte yaşadığı bir süre de evli kaldığı eşinin Hank'i (Bukowski'nin bir lakabı) hakkında söylediklerini okuyun ya da yeni sekmede açın ve bu bittikten sonra okuyun;
Bugün Mecnun yaşasa ve tekrar biri için dağ delse muhtemelen alay konusu olurdu.
'Ne yapayım dağ deldiysen?' cümlesi ile şok olurdu.
Fakat işin garibi düzenli hayat sunan biriyle evlenmek yerine,kadınların bir çoğu gençlik döneminde tuhaf tipleri de sevebiliyor.
Sen Anlat Karadeniz'de ki şiddetçi abi,You dizisinde ki katil adam aklıma ilk gelenler.
Bir dönem 'Kötü Çocuk' kitabının bu kadar çok satması bile buna güzel bir kanıt.
Bazen adamları dönüştürme çabasına girer kadınlar ve bu en boktan evredir.
En yıkık adamları seven kadınlar bile onun bir gün değişeceğini umar.
Kadınların kendi aralarında ki ilişkide böyledir 'Sana başlarda çok gıcık olmuştum'
Sana o şekilde aşık (?) olan biri neden seni çevirmeye çalışsın?
Çünkü dostum çevresinde ki adamları da sende görmek istiyor...
Bunu tabi ki her şey için demiyorum,seni daha iyi yapabileceğini düşündüğü şeyi söyleyebilir.
Bir çoğu aşkı değil,ömür boyu rahatlığı,parayı veya ego tatminini arıyor.
İlgi budalalığı,övülmeyi beklemek,kendi hatalarının görülmemesinin istenmesi vs vs vs
Zaten mümkünse hataları da söylemeyin,siktir edin.
Konu bir şekilde size dönecektir.
İlgi budalalığı ise apayrı bir konu,siz ne kadar yettiğinizi düşünseniz de bu budalalığa sahip birine yetemeyecekseniz hâl hatır da sormayacak sizi ne kadar sevdiğini de söylemeyecek. Siktir edin paçayı kurtarmaya bakın.
Erkeklerin bir çogu kadınların çocuksu tavırlarını kaldırabilirken,kadınlar erkeklerin çocuksu tavırlarını kaldıramaz. Çünkü böyle alışılmamış 'Cocuk gibi' tabiri sık sık kullanılılır.
Yoksa kitap sevgisi yüzünden terk edilen adam gibi olursunuz...
Bir süre sonra fark edeceksiniz ki sadece ona o ilgiyi vermeye çalışıyor ama kendiniz ilgisiz kalıyorsunuz.
Bunları ne kadar anlatırsanız anlatın gelen tek şey takım bahaneler ve mutsuzluk...
Mesela çevremdeki ilişkilere bakıyorum bir çoğu ya mantık uğruna ya da eğlence uğruna devam ediyor.
İki tarafta başka birilerini kollamaya devam ediyor.
Hatta birbirlerine yeteri kadar ilgi göstermedikleri için bir çoğu mutsuz.
Bunu da gidip etraflarına anlatıyorlar ve her şey yine geldiği noktaya dönüyor.
Hayatta tanıdığım en zeki adamlar kızın zekasına inip konuşuyorlar,hatta kavga falan yapıyorlar.
Keşke o an kendilerini görseler.
Tanıdığım kadınlar ise gün boyunca sevgilisi ile konuşmayı,onu hemcinslerinden korumayı kendi kafasına göre uydurduğu şeyleri 'erkeğine' yıkmayı ve kavga çıkarmayı düşlüyor.
Keşke onlarda kendilerini görseler.
Bu sohbetler bir daha beni o mistiklerce anlatılan 'Aşk' teriminin ne kadar osuruktan olduğuna inandırdı...
Güvensizlik mesela en temel sorun günümüzde.
Kimse kimseye inanmıyor.
'İlla yalan söylemiştir' 'Yok ya çok saçma abi inanmıyorum' düşüncesi vs bile sizi yalan söylemeseniz bile bu 'Yalancı' kalıbına sokmak için yeterli...
Yukarıda ki tweet'te İrem ve aşağıda ki ablalarımıza sorsak 'Erkekler yalancıdır en masumuna bile inanmayın' diyeceklerdir.
Zavallı kadınlar da sırf bu sebepten zavallı erkekleri aşağılık yalancılar ilan edicek ve buna 'Kadın içgüdüsü diyeceklerdir'
Tanrı öldü diyen Nietszche'ye karşı 'Aşkta öldü' diyen biri var mıydı acaba?
Kadın düşmanı olarak bilinen Nietszche'nin o son anlarında durumunu hep merak etmişimdir...
-Aşk, insan türünü sürdürmek için bireye kurulmuş tuzaktan başka bir şey değildir. (Schopenhauer)
eğer bir sevgili istersen
benden istediğin herşeyi yapacağım
ve eğer başka çeşit bir aşk istersen
senin için bir maske takarım
eğer bir arkadaş istersen
elimi al
veya beni kızgınlıkla yere düşürmek istiyosan
burada ayaktayım
erkeğinim
eğer boksör istersen
ringe senin için adım atabilirim
eğer bir doktor istersen
senin her santimini muayene edebilirim
eğer bir şoför istersen
içlere tırmanabilirim
veya benim seni gezdirmemi istersen
biliyorsun yapabilirsin
erkeğinim
ah,ay çok parlak
zincirler çok sıkı
canavar uyumaya gitmeyecek
ben sana verdiğim sözler için çalışıyorum
verdiğim ve tutamadığım
ama bir adam asla bir kadını geri alamaz
dizleri üstünde çökerek
veya sana doğru sürünmeliydim bebeğim
veya ayaklarının dibine atmalıydım kendimi
veya güzelliğine seslenmeliydim
bir köpek gibi
veya kalbini tırmalamalıydım
ve lütfen demeliydim
erkeğinim
ve eğer uyuyorsan
bir an yolda
senin için direksiyonu kullanırdım
ve eğer yalnız çalışmak istiyorsan
senin için kaybolabilirim
eğer çocuğun için bir baba istiyorsan
veya benimle bir süre yürümek istiyorsan
kumsal boyunca
erkeğinim
eğer bir sevgili istersen
benden istediğin herşeyi yapacağım
ve eğer başka çeşit bir aşk istersen
senin için bir maske takarım
Neyse dostlar daha çok yazacak var ama hem saat geç oldu hem de çok yazmak istemiyorum.
Bazı kadınlar için biyolojik bir döngü,bazı adamlar için ödenmesi gereken borçlar,bazı insanlar için ölüme daha çok yaklaşılan herhangi bir vakit dilimi.
Benim için ise üniversitedeyken yeni açıklanacak yemekhane programıydı.
Bu Haziran başlangıcında,gecesinde ise koca bir 'Hiç'
Daha önceki bir yazımda emin olmamakla birlikte 'Hiçlik cehennemden daha kötüdür.' diye yazmıştım.
O hiçlik beni yaz gelince daha da kapıyor içine.
Şu dönemlerde ise iyice anlam kaybettiğim vakitlerdeyim.
Yazdığım kelimelerin bile bazen bir anlamı yok gibi geliyor,kendi kendime konusuyor konusuyor kendi kendimde boğuluyor gibiyim.
Mutluluk,Mutsuzluk,Özgürlük,Marjinallik gibi kelimeler, haznemden çoktan silindi.
Aşk,para,ırk,insan,acı,eğlenmek ise silinmek üzere.
Bunlar silindiğinde ise daha da işe yaramaz hissedeceğim kendimi muhtemelen.
Geçen günlerde 2017'de yazdığım bir yazıma denk geldim,doğrusu hiç unutmamıştım.
Kendime küfürler ediyor ve çeki düzen veremememden dolayı isyan ediyordum.
Bugün ise değişen pek bir şey yok.
Serkeş bir hayat,kafada kurulan hayaller fakat koca bir hiçlik.
İşin kötüsü ise bir şey yapıyormuş gibi görünmek.
Hayatta ne becermeyi bekliyorum mesela?
Shakespeare gibi,Victor Hugo gibi ünlü olmayı mı?
Yoksa ileride (eğer mümkünse) ailem ile mutlu yaşamayı mı?
Yoksa Pink Floyd'un Dogs'ta dediği gibi 'Güneye uçup orada kanser olarak ölmeyi' mi?
Muhtemel hayatımda üçüncüsü daha büyük bir ihtimal.
Çünkü ne o yazarlar gibi iyi yazabiliyorum ne de hayalini kurduğum baba figürüne dönüşebileceğim.
İyi yazmaktan öte aslında tembellik var biraz.
O da nasıl bir şey ise işte.
Dünyanın iyice hallendiği bu dönemde bende iyiden iyiye halleniyorum.
Bu kadar kısa yazmama alışkın bile değilim ama yeter şimdilik.
Kafamın,zihnimin yorgunluğu atmak için yazdım bunu.
Eğer iyice yoğunlaşır ve düşünürseniz, size bu yazı 10 sayfa gibi gelecektir.
Eğer düşünmez, sadece keyif almak için okursanız bir zahmet dökün kelimeleri aşağıya.
Bu yıl şansım ve moralim iyi giderse güzel bir toplum eleştirisi kitabı da sizi bekliyor...