Mail; emirhan.559@hotmail.com Youtube ve Spotify:İbrahim'in Baltasi İnstagram:emirxix
8 Ağustos 2017 Salı
Osmanlı'da Marjinal Sufiler,İslam-Hristiyanlık tartışmaları
Tekrar merhaba gençler, geçen yazımda Osmanlı'nın İslam anlayışını ve şeriatı nasıl kontrol ettiklerinden bahsetmiş,serinin ikinci yazısının tarikatlar ve Hristiyanlık tartışmalarının üzerine olacağını söylemiştim.
Osmanlı'da tarikatlar ciddi anlamda önem arz ediyordu. Padişah tüm tarikatların piri sayılırdı,bu ünvana 'Sultan-ül Meşaih' adı verilirdi.
Örneğin orduda önem arz eden yeniçeriler genel olarak Bektaşi dergahına bağlı idi. Bu tekkelerin bir süre sonra siyasi hallere büründüklerini de biliyoruz fakat bu duruma girdiklerinde devlet tarafından engellenmişlerdir.
Şah İsmail,Şeyh Bedrettin,Otman Baba,Said-i Nursi (Abdülhamit döneminde sürgün edilmiştir) buna örnektir.
Bu yazıda değinmek istediğim ilk cemaat ise 'Kalenderiler'dir. Konu hakkında en teferruatlı bilgiyi Ahmet Yaşar Ocak hocamız ciddi anlamda emek sarf ederek kitap haline getirmiştir.
Kalendiriler gezgin dervişler olarak bilinirler,sosyal geleneklere veya kurallara aldırış etmeden;
saç,sakal,bıyık,kaş kesik dolaşırlar bunun yanında tuhaf kıyafetler giyerler ve cinsel organlarına da zarar verirler.
Bir süre sonra devlete başkaldıran bu tipler,Haydari ve Hurufiler gibi farklı tarikatlara girmişlerdir.
Şeyhleri Otman Baba'nın hayatını dervişlerinden olan Küçük Abdal'ın yazdığı 'Menakıbname'den öğreniyoruz.
Otman Baba, İsa-Musa-Muhammed peygamberlerin kendi nefsinde olduğunu iddaa eder, bütün dünyanın işlerinin ona bırakıldığını,yağmurun onun izniyle yağdığını söyleyen kutup inancını kendinde görürdü. (Kutbun diğer adıda Gavs'tır ehehe)
Bir süre sonra özellikle Fatih devrine denk gelen döneminde, Bektaşi ve Vefai dervişleri gibi itaatkar din adamları ayrıca Fatih'in benimsediği bürokratik yapı sebebiyle halk tarafından dışlanmaya başlarlar.
Fakir halk tarafından sevilse de 'kutup' sıfatının doğurduğu tehlikeler yüzünden (Padişahların da onun sayesinde tahta çıkıp indiğini düşünen bir bölümü de vardı) idamına karar verilmişse de,halkın tepkisinden korkan padişah, Otman baba ve abdalları Silivri'ye sürgün etmiştir.
Kutup lakabı ise ileride II.Yıldırım Beyazıd tarafından kullanılmıştır.
Benim görüşüme en yakın olan grup ise kesinlikle 'Kadızadeliler'dir. Bu grup IV.Murat zamanında popüler olmuştur. Kendilerine görüş olarak Birgivi ve İbni Teymiyye gibi din alimlerini örnek almışlardır. Hatta 'Koçi Bey Risalesi'ne benzer bir risale padişaha sunmuşlardır fakat bu risalenin İbni Teymiyye'nin 'Siyasetüs Şerriye'sinden hiçbir farkı yoktur.
Bir çok bidate karşı çıkmışlardır. Kadızadeliler'in başındaki Kadızade Mehmet'in hutbeleri zamanla çok sevilmiştir ve IV.Murad döneminde,Mehmet Ayasofya Camii'nde hutbe vermeye başlamıştır.
Anlatılan odur ki halk bu hutbeleri dinlemek için camiye 2 gün önceden akın ederlermiş.
Bidatların terk edilmesinin yanı sıra bu cemaatin 'halkçı' bir yanıda vardı,zulme uğrayan halkın yanında dururlar,saraydaki zenginliği kötülerlerdi, hatta döneminde çıkan 'Esnaf ayaklanmasın'da parmakları yok desek yalan söylemiş oluruz.
Kadızadeliler temel olarak 21 bidata karşı çıkıyorlardı ben burada 10 tane temel redlerini vereceğim;
1-Ezan ve Kuran'ın makamla okunması (Şahsen reddetikleri şeyde saçma bulduğum tek şarttır)
2-Sema ve davran
3-Tütün,Kahve ve keyif verici maddelerin haram olmaması (Burada IV.Murad'a destek çıkmışlardır)
4-Muhyiddin El Arabi'nin kafirliği
5-Yezide Lanet Olunması
6-Peygamberin vefatından sonra ortaya çıkan örf ve adetler
7-Türbe anlayışı
8-Büyüklerin el eteğinin öpülmesi ve selam verirken eğilme
9-İyiliği emredip,kötülükten sakınma emrinin uygulanmaması
10-Rüşvet
Kadızadeli'ye göre bunlar gibi dine sonradan eklenen herşey haramdır.
Sivasiler (Halvetiye'nin bir kolu) bunlara karşı çıkmışlar,hatta tartışmalar müridlerin birbirini ölümle tehdit etmelerine kadar gelmiştir.
Kösem Sultan'ın ölümünden sonraya rastlayan zamanda Üstüvani saraya girmiş,Birgivi'nin eserleri tekrar yorumlanmış olsada,tartışmaların artması sonucu Köprülü döneminde sürgün edilmişlerdir.
Osmanlı'da diğer bir tartışma konusu ise 'Zındık'lardır. Zındık TDV'ye göre ''Âlemin kadîm olduğunu ileri süren, Allah’ı yahut Allah’ın birliğini ve âhireti inkâr ettiği halde inanmış gibi görünen kimseleri ifade eden bir terim.' anlamına gelir.
Dini tartışmalar genelde kadıların sonuç çıkmazsa Şeyhül-İslam'ın önünde yapılırdı.
Fatih'in, Gazali'nin eseri olan 'Tehafatül Felsefe' eserini tartışmak için, Muslihiddin Mustafa ve Mevlana Zeyreği sarayına çağırttığını biliyoruz.
Önemli tartışmalardan biri ise İnalcık hocanın 'Osmanlı Tarihinde İslamiyet ve Devlet' kitabında anlattığı 'Molla Kabız' olayıdır.
Kanuni döneminde Molla Kabız 'İsa'nın Muhammed peygamberden daha üstün olduğunu' çevresinde anlatıyordur. Büyük ulemalar sayesinde bir gün Divan-u Hümayun'a kadar çıkmıştır.
Fakat kadılara Kuran ve Hadisler'den cevaplar vererek tartışmayı kazanmıştır. O gün tesadüftür tartışmayı Sultan Süleyman bir pencereden dinlemiştir. Kadılara kızıp 'Bir mülhid divanımıza gelip bınları söyler ve kimse karşı çıkamaz" deyip vezirleri azarlamıştır. "Yarın İstanbul kadısını çağırın ve şeriata göre tartışın" emrini vermiştir.
Bu emir üzerine İbn Kemal ve Kadı Saadeddin divana çağırıldılar,Molla Kabız'da teşrif etti. Molla iddalarını saydı saymasına fakat karşısındaki iki büyük alim, Kabız'ın saydığı hadis ve ayetleri açıklayınca,Kabız dut yemiş bülbüle döndü.
Sonra Şeyhülislam "Hakk ne idüği zahir olup malum oldu" diye kendisinin haklı olduğunu beyan etti. Molla Kabız ise ısrarından dönmedi, iddasının devleti de karıştıracak bir iddaa olduğu da göz önünde bulundurularak idam edildi.
Orhan zamanında ise daha farklı olarak İslam-Hristiyanlık tartışmaları daha ön plandaydı. Palamasın esir edilmesi,Riccolo'nun Kuranı tercüme etmesi bu tartışmaların artmasının sebeplerindendir.
İlerleyen zamanlarda Fatih'in Papa ile mektuplaşması,II.Beyazıd dönemi tartışmaları ve Kanuni'nin Protestanların lideri olan Martin Luther ile olan ilişkisini de araştırmanızı tavsiye ederim. Çünkü burada hepsine değinemeyeceğim :) Ama bilin ki İslam-Hristiyanlık tartışmaları her zaman saygı içerisinde olmuştur.
Neyse Orhan dönemine geri dönelim. Palamas'ın topraklarımızda esir edilip,yazdığı hatırat değerindeki mektup bize o günler için güzel bir kaynak oluşturmaktadır.
Burada ulema ile olan tartışmalarından da bahseder,ne kadar ibadet özgürlüğünden bahsetse de Türkler'e 'Barbar' demekten de geri kalmaz bu abimiz.
İlk tartışmalarına Orhan Gazi'nin oğlu İsmail ile yaylakta denk gelmesiyle başlar. Cuma günleri Orhan'ın sadaka dağıttığını bunun Rumlar'da da olup olmadığını sorar İsmail,Palamas'a. Palamas cevap olarak 'Tanrı sevgisini gösteren bir nişanedir sadaka' cevabını verir İsmail'e.
İsmail daha sonra 'Hz.Muhammed'i seviyormusunuz?' sorusunu sormuştur,cevap olarak 'Hayır eğer bir kimse biz öğreticinin sözlerine inanıyorsa kendisinin o öğreticiyi bir öğretici olarak savunması imkansızdır' cevabını almıştır. Daha sonra ise Meryem'in bakireliği,İsa'nın çarmıha gerilmesi gibi konularda tartışılmıştır.
Orhan Gazi hasta olduğu bir gün doktoru Taromitos'u çağırmış ve ona Palamas'ı sormuştur,doktor tartışma tavsiyesi olarak 'Hioves'i önermiş onun yanında Palapanas'da gelmiştir.
Palamas 3'leme inancından başlayıp,İlahi plan ve Meryem'in bakireliğinden bahsetmiştir.
Bu açıklamalardan sonra sırasıyla Palamas'a 2 soru daha sorulmuştur. Birincisi 'İsa'nın sünnet olduğu kendilerinin neden uymadığı' sorusudur.
Palamas bu soruya 'Sizde Musa'nın Şabat'ına,Hamursuz bayramına uymuyorsunuz' cevabını vermiştir.
Diğer bir soru ise 'Aziz ve azizelerin resimlerine neden tapınıyorsunuz,ibadet ediyorsunuz?' sorusuydu.
Palamas'ta buna 'Dostlar birbirini sever,ama tapmazlar. Biz tanrının yarattıkları yoluyla tanrıyı kutlarız' cevabını vermiştir.
Ulema bu cevapları aldıktan sonra kalkacakken salağın biri Palamas'a yumruk atmış fakat bu boş herif cezalandırılmıştır.
Palamas ise daha sonra İznik'te gördüğü bir cenaze töreninden övgü ile bahseder,hatta imamın yanına gidip 'Hangi duaları okudunuz?' diye soru sorar imam ise 'Allah'ın affetmesi için dua ettik' cevabını verir.
Palamas buna cevap olarak 'İsa'da dünyaya inince insanların affı için dua edecek' cevabını verir. İmam İsa'nın bir kul olduğunu hatırlatır,Palamas ise İsa'nın mucizelerinden bahsetmeye başlar.
İmam, daha önce Palamas'a sorulan bir soru olan 'Biz her peygambere inanıyoruz siz niye Muhammed peygambere inanmıyorsunuz?' sorusunu sorar.
Palamas cevap olarak 'Muhammedin bir mucizesi yoktur' der. İmam durur mu yapıştırmış cevabı 'Muhammedin mucizesi doğudan batıya İslam'ı yayışıdır,ayrıca İncil'in de değiştiğini biliyoruz' der.
Ehh Palamas'ta kolay lokma değildir tabi 'Hristiyanlar kitabını sorgulamaz,onda ne eksik ne fazla vardır. Ayrıca İskender'de batıdan doğuya yayıldı fakat bunların temelinde savaş,esaret,kırgınlık vardı.
Ama İsa'nın mesajı savaşsız olarak,hatta düşmanlarınca bile benimsendi,bütün dünyaya yayıldı' cevabını vermiştir.
Bu tartışmalar ortak bir fikre bağlanmamış,Palamas kim ile tartıştıysa hem dua almış,hem de dua etmiştir.
İslam-Hristiyanlık tartışmaları Kanuni-Luther dönemi,Fatih-Papa dönemlerinde de devam etmiştir.
Hatta Fatih ve Papa'nın mektuplaşmasını herhalde internetten de bulabilirsiniz diye tahmin ediyorum :)
Benden bu kadar gençler haydi A.E.O,umarım işinize yaramıştır :)
5 Ağustos 2017 Cumartesi
Osmanlı ve İslam I
Merhaba gençler uzun süredir yazmıyorum,bunlar 'hep motivasyon eksikliği' falan diyemicem çünkü üşengeçlik.
Motivasyon eksikliği yaşadığım günleri geride bıraktım sayılır,ama şimdi de üşengeçlik başladı.
Oysa Allah 'İnfak edin' derken sadece maddi anlamamamız gerekir. Mesela zeki isen zekanı,zengin ise zenginliğini,sevgi doluysan sevgini,mutluysan mutluluğunu paylaşacaksın infak edeceksin.
Neyse böyle bi giriş yapayım dedikten sonra azıcık yazı ile ilgili bilgi vereyim. Bu yazı 2 seriden oluşacak ilkinde genel hatlarıyla 'Osmanlı'da İslam ne durumdaydı? Gerçekten bi şeriat var mıydı?'
gibi sorulara cevap vermeye çalışacağız. İtiraf edeyim bu yazı birazcık sıkıcı olacak ama araya güzel şeyler katacağım.
Serinin ikinci bölümü ise daha da ilgi çekici olacak onunda konusu 'Marjinal Sufiler-Tarikatlar ve Osmanlı'da İslami konuların tartışmaları,İslam mı Hristiyanlık mı?' gibi başlıklar olacak.
Öyle amatör bir yazı olmayacak, 'Osmanlı'ya sövecek,Osmanlı'yı övecek' beklentisine girmeyin,neyse o.
O yüzden 'Cariyelik,Kardeş Katli,Saltanat,Allah'ın yeryüzündeki gölgesi,İşgaller,Atalarla övünme' gibi konulara girmeyeceğim,zaten bunların bir çoğunun İslama aykırı olduğunu biliyoruz niye hala deşelim? Ben biraz daha sistematikten bahsedeceğim.
Haydi başlayalım....
Osmanlı devlet olarak İslam ve Sünni-Hanefi mezhebi seçmiştir.
Padişah'ta-Kadı'da kesinlikle hanefi olmakla beraber, kadı diğer 3 büyük mezhebin de kurallarını bilmek zorundaydı. Çünkü Osmanlı büyük bir imparatorluk olduğundan içerisin de Şafii,Maliki ve Hanbeli'ler de vardı,kadı kişileri yargılarken, kişi bu mezheplerin hükmüne göre de yargılanmak isteyebilirdi ama bu durum çok fazla meydana gelmemiştir sebebi ise hanefi mezhebinin en liberal mezhep olmasıdır.
Mezhep ayrımından öte Osmanlı'da Sünniler dışında;
Yemen'de,Irak'ta,Cezayir'de,Suriye'de, Şii'lerden tutun,Dürzi'lere kadar farklı bir çok mezhep vardı.
Bunlara her alanda özgürlük sağlanmıştır. Medrese eğitimlerinde,mahkemelerinde,fıkıh anlayışlarında tamamen özgürdüler fakat Sünni olmamaları sebebi ile devlette üst makamlara getirilmezlerdi.
O çağda dünyanın genel tavrı buydu,örnek vermek gerekirse XIX.yy'a kadar İngiltere'de Katoliklere,XX.asra kadar ise İspanya'da da Protestanlara görev verilmemiştir.
Osmanlı diğer dinlere ise tamamen hoşgörü ile yaklaşmıştır,vergi farkı dışında ki onunda gayet makul sebepleri var,hiç bir fark yoktur.
Ortaçağ'da Yahudiler her yerden kovulurken 1.Beyazıd kucak açtı la bunlara.
Fatih kalktı Ortodoks lideri ile görüştü,kiliselerine zarar vermedi,ibadetlerine karışmadı.
Birde değinmek istediğim multazam bi vakıf sistemi var,adamlar herşeyin vakfını oluşturmuşlar.
Mesela;
Sakat leylekleri tedavi vakfı,kaldırımları tamir vakfı,hapisten borca düşenlerin borçlarını ödeme vakfı,kedi-köpek besleme vakıfları vs.
Olm hani nerede var leylek tedavi vakıfları ya? Hayvan sever arkadaşlar teşkilat görsünler lütfen....
Neyse hadi birazda bu hamurun nasıl yoğrulmaya başladığına ve şeriat-örf ayrımına bakalım.
Bu imparatorluk din sayesinde kurulmuştur desek boş konuşmamız oluruz,daha kuruluşun başlangıcında Şeyh Edebali,Davudi Kayseri ve benzer ulemanın desteğini görmezsek nankörlük yapmış oluruz.
Fakat Osmanlı'da her zaman öyle Şeyh-ül İslam'ın dediği olmazdı,özellikle Fatih döneminde, Moğollar gibi örf ağırlıklı kanunlar koyulmaya başlanmıştır.
Osmanlı'da El Maverdi'nin de yorumu gibi 'İstislah' kavramı vardır. Peki nedir bu istislah kavramı?
'Halkın dinde olmasa bile iyiliğini düşünmek'tir.
Örnek vermek gerekirse, Ebu Suud döneminde para vakıflarının kapanması gündeme gelmişti, Ebu Suud buna ciddi anlamda karşı çıkmış,halkın bundan faydalandığını söylemiştir.
Ama Birgivi gibi Hanbeli mezhebine mensup kişiler ise bu vakıfların kesinlikle kapanması gerektiğini çünkü işin içine riba (faiz) karıştığını,halkın da bu haram parayı yediği fikrini savunmuştur.
Şer ve kanun Osmanlı'da her zaman birbirinden ayrılmıştır. Bu anlayışa 'Din ü devlet' anlayışı denmiştir.
Kutadgu Bilig gibi Türk tarihinin önemli eserlerinde ki tavsiyeler dinlenmiş,Fatih'in döneminde yaşamış olan Tursun Beg'in "İslamı koruma şartıyla,dünya işlerine de her çağda ilgi gösterilmesi için bir otoritenin olması' görüşü kuruluştan,yıkılışa kadar uygulanmıştır.
Osmanlı'nın kuruluşunda Edebali gibi önemli din adamlarının paylarının olduğunu yukarıda söylemiştik,hatta Edebali'nin kızını Osman Gazi'ye verme sebebi genelde Osman Gazi'nin Kuran'a olan saygısı olarak anlatılmıştır.
Böyle uyumlu dervişler olduğu gibi, Şeyh Bedrettin (Ah sözde aydınların şu adamı yüceltmesi yokmuuuuuu çıldırıyorum),Otman Baba (Ki sonraki yazıda Kalenderiler kısmında değineceğim çok ilginç bi tipleme) gibi uyumsuz din adamlarıda var olmuştur.
Osmanlı'da taa en baştan,sona kadar 'Gazi' sıfatı kullanılmıştır.
Gazi'nin niyeti samimi olmalı,riya olmamalı,ganimet için savaşa gitmemeli,vefalı olmalı,atılgan ve cesur olmalı,bu saydığımız sıfatları ne yazık ki son dönem padişahlarında göremedik...
Yapılan savaşlara ise 'Gaza' ismi verilir. Bu terim genelde farz-ı kifaye olarak görülmüştür,fakat bazı durumlarda farz-ayn'da olabilir. Örneğin 1444'te Varna savaşında padişah bütün herkesi askere davet etmiş,gelemeyecek durumda olanlardan maddi destek istemiştir.
İlk fethedilen yerlere fakılar yerleştirilmiştir. Bunlar dini yaymakla,insanlara yardım etmekle görevli insanlardır. Başlarında Ahi denilen din adamları vardır. İbni Batuta seyahatnamesinde bu kişilerden övgüyle bahsetmiştir.
Misafirperverliklerini muazzam olarak nitelendirmiştir,misafirlere karşılıksız yemek,konut gibi şeyler vermişlerdir.
Vakıflarında teşbihte hata olmaz bir nevi Sümerler'de olduğu gibi 'Tapınak Sosyalizmi' uygulamışlardır. Herkes kazandığından bu vakfa getirir,vakıfta yemek verilir,fakirlerin ihtiyaçları karşılanır, hem yerleşimler artar hem kişiler Osmanlı'ya alışır hem de dini görevler yerine getirilirdi.
Ayrıca Fütüvet anlayışıyla bekar gençler bu vakıflarda büyür,ilim öğrenir ve ileride önemli yerlere gelirlerdi.
Az çok canlandı mı kafanızda örf nedir şeriat nedir diye?
Şimdi tam anlamıyla canlanacak çünkü.
Zeki Velidi Togan'a göre taa Orhan Gazi gibi padişahlar hiç bir şekilde şeriattan faydalanmamıştır.
Bu görüşü Halil İnalcık gibi tarihçiler abartı olarak bulur,sebebi ise o dönem padişah yardımcılarının genel olarak din adamı olmasıdır.
Neyse İbni Haldun gibi ilim adamları örfi kanunları tamamen eleştirmiştir,bu yolun 4 mezhep imamından sonra kapandığını söylemiş,kesin bir dille reddetmiştir. Bazı Tursun Beg gibi ulemalar ise tam tersini söylemiş, Kuran,Sünnet,İcma gibi kuralların yanına bu fikirlerin de konulabileceğini söylemişlerdir.
1.Beyazıd döneminde ise bu konularda tartışmalar daha çok artmış Molla Fenari,Şeyh Bedrettin gibi fikir adamları çoğalmıştır,fakat Beyazıd yer yer bazı vakıfları askeri kuvvetlere vermiştir.
(Camilerimizi kışla yaptılar,ahır yaptılar gibi şeyleri buna da söyleyebilir miyiz şimdi?)
Yukarıda bahsettiğimiz gibi Fatih ise bu sistemi daha çok geliştirmiştir,Çandarlı gibileri öldürtmüş
kanunda tam hakimiyet sağlamıştır.
Yayınladığı reaya,teşkilat,ceza gibi kanunlarda şeriattan pek iz görülmez.
Sakal kesmek,burun yarmak gibi cezalarıda bu kanunda görebilirsiniz,az çok konuya hakim olan bir kişi Kuran'ın şeriatında böyle şeyler olmadığını zaten görür.
Nitekim siyasi suçlarda yine padişahın mutlak emri ve tasarrufundadır.
Fakat bu dönemde 'Dürerül Hükkam' gibi eserlerin verildiğini söylemeden geçmeyelim.
Bu dönemde 'Vacibul Vücud', 'Allahın gölgesi' kavramı daha da benimsenmeye başlanmıştır.
Bu kavramların açıkça şirk olduğu her ne anlamda kullanılırsa kullansın açıkça görebiliriz,padişahın kişiyi yüceltip,alçatabildiği bir anlayıştan bahsediyoruz gençler.
Mesela Fatih'in İstanbul'u fethettikten sonra askerlerine 3 gün yağma yaptırma izni verdiğini,Halil İnalcık hoca maalesef ki İslam'a bağlar. Yahu İslam'da işgal mi var?
İstanbul'un alınmasına sevinip,Filistin'e üzülen Müslüman'lar şahsen bana samimi gelmiyor gençler...
Diğer yazıda 'Halifelik' kavramına ve başta söylediğim konulara da değineceğiz,şimdilik yarım bırakıyorum ve sizi daha fazla sıkmadan Allah'a emanet ediyorum,umarım yazı amacına ulaşmış ve örf-şeriat farkını anlamanızda yardımcı olmuştur.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)