Ben bir sabah uyanmadım; kendimi çarşaflara kusmuş buldum. Dilim damağıma yapışmış, boğazımda gece boyu biriken hayallerin pıhtıları vardı. Midem, sanki içimdeki çocukluğumu sindirmeye çalışıyordu. Olmamış, olmaması gereken bir şeyin posasını çıkartmaya çalışır gibi kasılıyordu. Yatakta kıvrılmıştım, insan değil, bir atığın sabahı gibiydim. Ve dünyadaki tüm inançların tanrıları terlerimden birer damlaya dönüşmüş, sırtımdan akıyorlardı.
Tenim yapış yapış, ruhum kokmuştu. Bu bir metafor değil. Gerçekten kokuyorum. Koltukaltı değil, ayak değil, hayır… Ruhum kokuyor. İçimden dışarı çıkan bir çürümüşlük var. Kendi varlığıma duyduğum tiksinti.
Yastığımda her sabah kendime ait bir mezar suyu buluyorum. Uyandıkça bir kürek daha toprak atılıyor bedenime.
Kendimi bir trenin altında düşünmüyorum artık. Düşünmek fazla romantik. Artık sadece parçalanmak istiyorum. Etimin raylara bulaşıp sabah yolcularının ayakkabısına sinmesini, birinin kahvesine damlamasını, bir çocuğun o kan lekesini anlamadan seyre dalmasını istiyorum. Ben ölmüyorum ben dağılmak istiyorum. Hücrelerim birbirine küsmüş; her biri kendi intiharını planlıyor.
Sevilmek mi? Dokunulmak mı? Sıcak bir kucağın içinde güven bulmak mı? Bu dilde bu kelimeler çoktan paslandı. Çünkü o bıçakla daha önce birçok yalan soyuldu. Sevgiyle değil, tiksintiyle beslenen o tiplere dönüşmeye ramak kaldı. Eller bana sadece itme hissini hatırlatıyor; çekmek için değil, fırlatmak için yaratıldılar.
Ben ne bir beynin mimarı olabildim, ne de bir cesedin kasığını yaran bir doktor. Ben sadece seyrettim; beyinler kendi kendine erirken, kalpler atmayı keserken, insanlar birbirini öperken içlerinden nefret ederken… Seyrettim. Şair de olamadım. Ben kelimeleri sevişmek için değil, tükürmek için kullandım. Dilimden çıkan her şey, içimde bir ceninin ölüşünü anlattı.
Bir gün aynaya baktım. Suratım yoktu. Sadece bir çukur. Gözlerim erimişti, burun bir çarpıklığa dönüşmüş, dudaklarım kelime taşıyamayacak kadar şişmişti. Etin bile anlamı kalmamıştı. Eskiden et bir arzuydu; şimdi ise sadece ağırlık. Taşıdığım bir leş gibi. Kendi cesedimi her sabah omzuma atıp, kahve içmeye gidiyorum.
İnsanlar bana baktığında "yorgun musun" diyor. Onlara yorgunluk nedir anlatamıyorum. Çünkü bu bir yorgunluk değil; bu bir terk edilmişlik. Annenin son kez sana sarılmadan ölmesi gibi. Babanın adını hatırlamaman gibi. Sevgilin seni öperken başka birinin adını düşünmesi gibi. Bu, kokuşmuş bir yalnızlık. İçinde kurtlanan bir aidiyetsizlik.
Kadınları sevmedim. Erkekleri de. İnsanları sevmedim. Sadece izledim. Sevişen bedenleri, birbirinin üzerine boşalan çığlıkları, sonra boş gözlerle tavana bakan suratları… Hiçbirinde bir anlam görmedim. Her ilişki bir yalanın içine boşalıyor. Halbuki iç çamaşırında kalan spermin, sakso sonrası bulunan saçın bile bir amacı var.
Bir kadını soyunurken izledim bir gece.
Ama içim kıpırdamadı.
Ne arzu, ne istek.
Sadece şu düşünce:
“Tenin, ne kadar güzel gizliyor altındaki lağımı.”
Ben arzu değilim. Ben sadece içsel bir çığlığım. Bastırılmış bir kedi ölüsü gibi. Mastürbasyonlarımda zevk değil, kendime nefret kusuyorum. Bittiğim yerde başlamak isteyen bir karanlık var. Ve her gece ona biraz daha yaklaşıyorum.
Sokakta bir çocuğun ağlamasını duydum geçen gün. Bir anne susturmaya çalışıyordu. Kadına baktım. İçimden geçeni söylesem beni linç ederlerdi. Ama ben kadını susturmak istedim. Çocuğu değil. Çünkü o çığlık benim duyamadığım çığlığımdı. O bebek ben olmalıydım. Ve o kadının göğsü değil, benim dişlerimle söktüğüm suçluluk doyurmalıydı beni.
Benim karnım tok ama içim aç. Açım. Etle değil, çamurla beslenmek istiyorum. Güzel bir kadının kolunu ısırmak istiyorum. Damarını dişimle patlatmak. Dudaklarımda kanın sıcaklığıyla ağlamak. Bunu şehvetle değil, lanetle istiyorum. Çünkü güzel şeyleri yok etmeden duramıyorum. Güzel olan bana karşı işlenmiş bir suç gibi.
İnsanlar ne zaman başlarını yastığa koyar, ben beynimi duvara vururum. Onlar dua eder, ben küfrederim. Onlar umut eder, ben umutsuzluğu överim. Onlar yaşar gibi yapar, ben yaşayamamaktan haz alırım. Çünkü gerçeklik bana göre değil. Ben kurguyum, pislikten yapılmış bir öyküyüm. Sayfalarım yırtık, kelimelerim tırtıklı. Ve kimse beni baştan sona okumaya cesaret edemez.
Ben kendimden sıkıldım. Ama çıkış yok. Her sabah gözlerimi açıyorum. Aynı kabusun devam filmi gibi. Her bölümde biraz daha az insan kalıyorum. Dişlerim eksiliyor, tırnaklarım geriye çekiliyor, tenimin altında başka bir şey kıpırdıyor. Ve bu "başka şey", asıl ben. Ve onun özgür kalması, dünyanın sonu olur.
Ciğerlerim sigara değil, pişmanlıkla dolu. Her nefes, birinin yankısı.
Benim tenimle temas eden herkes kanar.
En derin yerinden.
Ayakta durduğuma bakma çünkü omurgamda isyan var.
Her adım, topuğumda patlayan bir isyan.
https://open.spotify.com/track/11u8c6LbxMGj5JmwYCJoo0?si=OfK7XODTS5Or2FVcpq0AtQ