16 Eylül 2021 Perşembe

Yarım Kalmışlık

Umutsuzluk hastalığını ölüme denk görmüş Kierkagaard.

Umutsuzluğu bir hastalık olarak görmek mi gerekir ki?

Bazen umutsuzluk bize yaşamın özünü gösteriyor olamaz mı? Bazen ise gerçekten öldürüyor olabilir mi?

Umutsuzluğu ben yarım kalmışlık ile eşleştiriyorum kafamda.

Yarım kalan aşklarımız,biten dostluklarımız ve hepsinin ardında kalan 'ya şimdi sona ermeseydi her şey yoluna girermiydi?' duygusu.

Ben bu yarım kalmaları en çok sevdiğim mekanların kapanmasında görüyorum bu aralar.

Çok sevdiğim kahveci,en sevdiğim hamburgerci, kıyafetlerini sevdiğim mağaza,pastasını sevdiğim pastacı...

Bir çoğu şu son 2-3 yıl içinde kapandı.

Ama bu yarım kalmışlıklar bana ilk dönemlerde üzüntü verseler de bir yandan da beni yeni arayışlara yönlendirdiler.

Daha iyisini buldum,daha ortasını buldum veya bire bir aynısını buldum. Ne olursa olsun sonuçta buldum.

Umutsuzluk ya da yarım kalmışlık sizi bazen içinizde bulunduğunuz girdaptan çıkarıp yeni dünyalara yeni insanlara götürecek olan tek hislerdir.

Umutsuzluk size 'şu yaşıma geldim hâlâ birşeyler yapamadım' cümlesini kurduruyor ve düşündürtüp cevap arıyorsa iyi bir dosttur.

Her zaman umut dolu insan sadece umudu ile yaşamaya devam eder.

Gabriel Garcia'nın 'Albaya Mektup Yok' öyküsünde bu anlattıklarıma özet öyle güzel sözcükler var ki bütün söylediklerim tek bir cümleye bile sığabilir.

Albayın karısına söylediği gibi 'Umut karın doyurmaz ama ayakta tutar' cümlesi bunlardan sadece bir tanesidir.

Albay öyküde umutsuz olması gerektiğinin farkındadır aslında ama yapması gereken şey toplumun ona 'umut' kelimesini nasıl anlattıysa öyle kabul etmesi ve çevresine bu umutsuzluğu çaktırmadan mücadele etmesidir.

Kısaca umutsuzluğu ölüme götüren bir hastalık olarak değil tedavisi basit olan bir hastalık olarak görmeliyiz 'bence'.

Günümüzce söylemek gerekirse umutsuzluk ölümcül bir virüs değil. Herkesin bildiği gibi basit bir grip.