"Her nerede olursanız olun,ölüm sizi bulacaktır. Hatta çok sağlam kalelerde olsanız bile" (Nisa 78)
İnsanların bir çoğu neden 'Ölüm'ün farkında olup o yokmuş gibi davranırlar?
Neden etrafındaki insanlar öldükten sonra onları kutsarlar? (Örneğin;Ölü'nün arkasından konuşmayın düşüncesi)
Aslında bu tarz soruların özellikle 'Ölüm'ün farkında olup o yokmuş gibi davranmanın sebebi bana göre gayet açıktır.
O da şudur: 'Bilinçaltında ölümsüz olduğu hissini kabullenmek'
Ölümsüz gibi yaşar insan,o yokmuş gibi ezer diğerlerini,o yokmuş gibi dünyayı mahveder ve o yokmuş gibi iktidar kavgasına girişir,biriktirir...
Asıl mesele ölümü dost gibi görmektir aslında.
Ölümsüz olduğumuz dünyada anlam arayışı mümkün müdür?
Sokrates'e göre 'Ölüm' olduğu için felsefe yapıyoruz çünkü kısıtlı bir hayatımız var ve bu hayata anlam yüklemeye çalışıyoruz.
Ona göre bu kavramı anlamak diğer dünya için de faydalı olacaktır.
"Hiçliğe gidiyorsak güzel bir uyku,eğer farklı bir dünyaya geçiyorsak yeni görevler" diyerek mutlu bir şekilde ölmüştür Sokrat.
Platon ise 'Ruh'un Ölümsüzlüğü' üzerinden fikirler üretmiştir.
Epikürcüler ise pek oralı olmamıştır desek yeridir :)
Ölüm'ün olmadığı bir dünyada haliyle herhangi bir uğraşında pek anlamı kalmazdı işte o yüzden dost gibi görmeliyiz ölümü,bizi asla terk etmeyecek ve hayatımıza anlam katacak olan bir dost.
Yaşadığımız hayat,insanlarla geçirdiğimiz vakitlerin kısıtlı olması onları asıl anlamlı kılan şeylerdir.
Sonu olmayan bir şey insanlar için ne kadar önemli olabilir ki?
Örneğin sınırlı derecede çikolatanız olsa ona özellikle özen gösterirsiniz ve tadını çıkartarak yersiniz ama tam tersi olsa önünüze sınırsız çikolata konsa onun hiç bir zaman bitmeyeceğini bildiğiniz için aklınıza geldikçe yersiniz,tadarsınız.
Çoğu yazımda 'Çilecilik'ten bahsetmeden geçemiyorum,'Ölüm' dediğimiz kavram da bu felsefenin olmazsa olmazlarından biridir.
'Ölümün olduğu yerde yaşam sevinci olabilir mi?' eğer ölüm fikrini aklımızın bir ucunda her zaman tutarsak insanların bize yaptığı kötülüklerin de hiç bir anlamının olmadığını görürüz.
Ölüm bize hoşgörü katar,umursamama katar fakat bu anlayışın bizi tembelliğe götürmesine asla izin vermemeliyiz.
Onu kendimiz için anlamlı bir hale getirmeye çabalamalıyız,eğer o olmasaydı dünyada yaşadığımız zevkin ve acılarında pek anlamı olmayacaktı.
Ölümden sonrasını çok merak etmekte pek mantıklı bir olay değildir.
Günümüzde bu yüzden intihar eden insanların olması açıkçası komiktir.
Çünkü öldükten sonra bunu merak eden bilincimizde yok olacağı için merakımızda yok olacaktır.
Eğer hayatımızı ölüm düşüncesi ile anlamlı kılarsak o bize güzel yüzünü gösterecektir,yakın dostlar çoğu kez hayal kırıklığına uğratmaz.
İnsan öleceğini bile bile yaşayan tek varlıktır,bunun ne kadar acı bir durum olabileceğinin veyahut tam tersi ne kadar güzel bir durum olacağının farkında olan tek canlıdır.
Bu güzel bir durum mudur,yoksa kötü bir durum mudur? Tartışılır.
Hayvanlar temel ihtiyaçlarını karşılarken günümüzde insanlar hayvanlar kadar bile şanslı değillerdir.
Fakat 'Ölüm' dediğimiz kavramın bilincine bütün insanlık varabilirse işte o zaman bizde hayvanlar gibi kendimizi sınırlamadan temel ihtiyaçlarımızı karşılayacak duruma geliriz.
İşte o zaman ne bir yarış olur,ne fakir-zengin ayrımı yapılır ne de iktidar yarışları olur.
Sizinle Tolstoy'un 'İnsan Ne ile Yaşar?' kitabındaki konuyla ilgili olduğu için bir hikayeyi paylaşmak istiyorum;
"Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır. Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talepte bulunur. Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir. Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar kat ettiğin bütün yerler senin fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım. Yoksa bütün hakkını kaybedersin.” der.
Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez. Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Koşar, koşar, ama kesilir takâti. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir an yığılır yere ve bir daha kalkamaz.
Reis, atı üzerinde olanları yeis ile izlemektedir. Daha evvel kaç defa şahit olduğu hadise yeniden vuku bulmuştur. Adamlarına bir mezar kazdırır. Pahom’u defnederler. Reis Pahom’un mezarının başında durur ve hüzünle mırıldanır: “Bir insana işte bu kadar toprak yetiyor!”
Ve bazıları öyle bağlanır ki hayata, bu diyardan göçüp gideceği fikri zamanla yitip gider aklından…"
Pahom servetine servet katıp daha güzel bir hayat sürmek için böyle bir işe giriyor ve hiç aklında yokken ölüyor.
Eğer Pahom bunun farkında olsaydı aslında gerçekten de kendisinin gömüleceği kadar toprağın ona yetebileceğini görürdü.
Ama ne yazık ki farkında değildi Pahom ve öldü gitti.
Ölmekten daha kötü olan ise Heidegger'in dediği gibi 'Yaşarken ölü gibi olmak'tır.
Hayata karşı herhangi bir isyanı olmayan adamın yaşarken ölü olmaktan pek farkı yoktur aslında.
Düşünmemek,düşündükten sonra harekete geçmemek ölüler ile bizi ayıran en baş fark değil midir?
İnsanların bir çoğu ölümden sonra bile anılmak,unutulmamak isterler,yaşlanmaktan korkarlar fakat bu ikisi için de hazırlık yapmayıp ölü gibi yaşarlar.
Kubler Ross meşhur kitabı 'Ölüm ve Ölüş'te insanların ölüm hakkında 5 evresini çok güzel özetlemiştir,bu evreler şöyledir.
1-Reddetme: Kişi burada ölümü reddeder. Başta de dediğim gibi bilinçaltında ölümsüzlüğü taşır.
2-Öfke: Kişi burada ölüme karşı bir öfke duymaya başlar. 'Neden ölüyoruz?'
'Neden sevdiklerimden ayrılmak zorundayım?' gibi düşünceler ile kendi kendine karşı saldırganlaşır.
3-Pazarlık: Yine aynı kişi ölümü kabullenmenin başka bir aşamasına geçer ve 'En azından şu x olayı olana kadar yaşayayım' diye dua etmeye başlar.
4-Depresyon: Kişinin 'Ölüm var' deyip sevdiklerinden,hoşlandığı her şeyden kaçma ve kabuğuna çekilme orada düşünmeye başlamasını kapsayan süreçtir.
5-Kabullenme: Artık ölümün kabul edildiği,hazırlıkların yapıldığı,kaçışın olmadığının farkedildiği dönemdir.
Herkes hayatta bu süreçlerden geçer,kabullenme aşaması ise olgunluğun zirvesi ve yukarıda bahsettiğim savaşların anlamsız olduğunu görme sürecidir.
Bu düşüncenin aklınızdan çıkmaması fakat onu anlamlı kılmak için güzel bir hayat yaşamanız dileği ile.