28 Mart 2018 Çarşamba

Önsöz

En sevdiği yazar Schopenhauer, en sevdiği grup ise Pink Floyd olan birine göre çok fazla pozitif olduğumu düşünüyorum bazen.

Hatta arkadaşlarıma mutsuz olmamayı öğütlerim,anlatır anlatır dururum.

Hatta bu yazıya 'Önsöz' ismini vermemin nedeni ileride çıkarmayı düşündüğüm bir kitabın önsözünü şimdiden sizinle paylaşmak :)

Fakat sürekli mutlu olabilmek mümkünmüdür? Bu mutluluğu neye borçlu oluruz?

Dünyada bazıları kötülükleri görmemek için 'İlluzyon' der,bazıları 'Yapacağımız bir şey yok' der ve geçiştirir.

En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim 'Hep mutlu olmak mümkün değil'

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

                                                                         ÖNSÖZ

Hayatın her ne olursa olsun baktığımız da pekte sevilecek bir yanı yoktur.

Doğarken ağlayarak geldiğimiz dünya da 'Mutlu olmak' kaçıncı hayat amacımız olmalı?

Her insanın şahsi sıkıntıları vardır ve bunu nasıl aşacaklarını pek bilmezler.

Bazıları hayvanları insanlara tercih edip bu sıkıntıyı atlatmaya çalışır,bazıları içindeki büyük sorunları biriktirip bir başkasına kusarlar kinlerini.

Bu sebepten dolayı 1 mutsuzluk 2 mutsuzluğa çıkar.

Eğer 2'nci mutsuz da bilinçli değil ise mutsuzluklarını daha fazla kişiye yansıtmaya başlarlar.

Eskiden insanlar günahlarından kaçarlardı, böylece kendilerini mutsuz eden sebepleri de anlarlardı dolayısıyla emin olun bizden daha mutlu yaşamlar sürerlerdi.

Peygamberlerin bir çok defa yıkıntıya uğrayıp pes etmemelerinin asıl sebebi de buydu.

Allah'a tam güven duygusu ve günahlardan kaçınmak.

Şimdi ise insanlar mutsuzluklarını diğer insanların mutsuzlukları ile kıyaslayıp 'Daha neler var,bizimkidert mi?' deyip geçiştirmeye çalışır ama kendi derdinin de dert olduğunu unutur.

Bu dertler birikir,birikir başka insanlara gülerek,eğlenerek unutmaya çalışır insan sıkıntılarını, karşısındaki insanın ruhunu düşünmeden.

"Sana yapılmasını istemediğini,başkasına yapma" sözü de aranan çözüm değildir.

Bu söz mutluluğun formüllerinden biri asla olamaz,şöyle düşünelim:

Bir öğretmenin,öğrencisini sınıfta bırakması öğrencisinin isteyeceği bir durum mudur? Tabi ki de hayır.

Karma inancını da benimseyerek yaşamalıyız belki.

Fakat bunu inanç haline getirmemeliyiz 'Empati'nin en üst seviyesi olarak düşünmeliyiz.
                                         
                                        ***************************************

Günümüzde sosyal medyanın artmasıyla insanlar artık günahlarından değil,insanların ne kadar güzel yaşadığını görüp 'Benim niye böyle bir hayatım yok?' demelerinden dolayı sıkıntılara giriyorlar.

Çılgınca tüketiyoruz,insanlara 'Bak benim hayatım ne kadar eğlenceli gör gör' demek için,sadece bir fotoğraf çekmek adına oradan oraya koşuyoruz,tabiki böyle bir hayatın çekilir olması mümkün değildir.

Günah yükü sıkıntılarından,borç yükü sıkıntılarına geldiğimiz günleri yaşıyoruz.

Aristo'nun "Altın orta" yolunu kafalara kazımalıyız.

Kuran'ın da bize 'Orta yollu ümmet' deme sebeplerinden biri de budur.

Ne yoksul kalmalıyız ne de lüks içinde yaşamalıyız.

İkisinde de mutluluk yoktur.

                                        ***************************************

Acı çekmek bir gerçektir,bunun sebebini aramalıyız,acının sonu da gelebilir fakat bunun yolu nedir?

Ben bu yola 'Kuran' ismini verdim. 'Kuran iptir' ayeti sadece bir söz olarak indirilmedi.

Sıkıntılı anlarımızda Musa'nın,Yusuf'un,Muhammed'in çektiklerini görmeliyiz,görmeliyiz ki tekrar dirilelim.

Schopenhauer'ın çok güzel bir cümlesi vardır: "Bir insanın yaşama başlarken, kendini içinde bulacağı maskeli balo hakkında erkenden uyarılması son derece gereklidir."

Eğer biz bu maskeli balo içinde kendimize uygun bir maske ararsak ve maskeyi takarsak hiç bir zaman 5 dakikadan fazla mutlu olamayacağız.

                                       ***************************************
Belki takılacak en uygun maske 'Ölüm' maskesidir.

Ölüm'ün varlığını bilinçli olarak bilen tek varlık 'İnsan'dır.

Ölüm olmasaydı,hayat daha da çekilmez bir hal alırdı.

Belki de insana Allah'ın verdiği en büyük lutuflardan biri ölümdür.

Hayvanlar'da ölür fakat, gün ne gerektiriyorsa onu yaparlar.

Bizde onlar gibi mi davranmalıyız?

Doğmadan önce ne olduğunu bilmiyorsak,nerede olduğumuzu bilmiyorsak,ölüm sonrasına da öyle mi bakmalıyız?

Nereye gideceğimizi,ne olacağımızı bilmeden mi yaşamalıyız?

Bazıları için bu böyle olsa da,eğer bu kitabı sen alıyorsan;

'Ölüme' neden hazırlık yapmamız gerektiğini,ölümden sonra ne olduğunu biliyorsundur.


26 Mart 2018 Pazartesi

Ey İman Edenler İman Edin (İbadetlere Anlam Yüklemek)

Merhaba!

Bu ay ikinciye yazıyorum çok şaşırtıcı evet baya aralıklı yazdığımın farkındayım neyse cumburlop konuya gireceğim.

Nisa Suresi 136.ayet 'Ey İman Edenler İman Edin' diye başlar.

Peki nedir bu kast edilen?

Ankebut 2 ise 'İman ettik deyip kurtulacaklarını mı sandılar?' diye devam eder.

Yeryüzünde ki Müslümanlara baktığımız zaman gerçekten de bu ayetlerin ne demek istediklerini anlıyoruz artık.

Sözde Müslüman ülkeler yolsuzluk,tecavüz,hırsızlık gibi listelerde baş sıralarda yer alıyorlar.

Bunun yanında aklını kullanmayıp,emperyal ülkelere yaklaşan arap ülkelerinin hali ise ortada.

Oysa bilmem kaç yıl önce Allah bizleri şöyle uyarmıştı:

"Pisliği akıllarını kullanmayanların üzerlerine yağdırırız" (Yunus 100)

Bugünkü konumuz da tam olarak bu.

Namazda yat kalk,oruçta aç kal,hacda 7 tur at yorul,zekatı 1/40 ver,sonuç 0 maneviyat :)

Gelin sizle ayetleri birleştirerek ibadetlerin asıl anlamlarına inelim.

'Kıl bizi ey namaz' diye bir söz var ya ha işte oradan başlayalım. Nedir bu namaz? ("Çabuk namaz kaç vakit,kaç rekat gardaşım?"cılar gelmeden.)

Öncelikle Kuran'da namazın asıl amacının ne olduğuna bakalım:

"Namaz kötülüklerden alıkoyar" (Ankebut 45)

Ayrıca Bakara 43,83,110 gibi ayetlerde 'Mülk' kavramı ile beraber geçmesi bize ipucu olmuştur.

Günümüzde kılınan namazın maalesef Maun suresinde bahsedilen namazdan pek farkı yoktur.

Kuran'da müşriklerin kıldığı namazın 'El çırpmak ve ıslık çalmak'tan başka bir şey olduğu söylenirken bunun kastı o namazın içeriğinin boş olmasıdır.

Namaz anlık olarak bizi kötülükten alıkoymamalı.

Sürekli olarak namaz halinde bulunmalıyız,her kıldığımız namazdan sonra Allah'a tam bağlılıkla o andaki gibi kalıp yaşantımıza devam etmeliyiz.

Ayrıca namazın Kur'an da 'SALAT' kelimesi ile verilmesi asla tesadüf değildir.

Allah eğer isteseydi namazı daha farklı bir kelime ile anlatabilir 'Destekleşme' kalıbından kurtarabilirdi.

Ancak öyle yapmadı 'Salat' diyerek namazın ardındaki destekleşmeyi kafamıza dank ettirmek istedi.

Bugün camilerin Budist tapınağından farkının olmamasının ana sebebi budur.

'SALAT'ın içi boşaltılmıştır,müşrikler gibi namaz kılıp,cemaat olarak başımızda imam ile toplanıp sohbet etmiyoruz,etrafımızdaki fakir,yoksul,yetim insanlar ile 'Salat'laşmıyoruz.

Sadece el çırpıp,ıslık öttürüyoruz.

Muhammedi Namaz'ı tekrar diriltmeliyiz eğer bu namazı tekrar diriltirsek mescidlerde ki kişi sayısının ne kadar arttığını gözlerimizle göreceğiz.

En çok tahribata uğramış,sadece para verip turistik gezi yapıyormuş havasına bürünülen diğer bir ibadet ise maalesef Hac ibadeti.

Şuan 'Hac' yapmanın caiz olup olmadığını bile tartışırım.

En başta şu soru sorulmalı 'Ben niye Allah'ın evini görmeye ekstra para vererek geliyorum?'

Daha sonra 'Bu paralar nereye gidiyor?' diye sorulmalı.

Görüyoruz ki Suud'lar ABD'den milyonlarca dolara silahlar alıyor,Kral'ın akrabaları lüks yerlerde inanılmaz paralar harcıyorlar.

Milyonlarca Müslüman'ın olduğu yerde biri de durup

'Ya kardeşim dönüyoruz falan ama doğru mu yapıyoruz? Hazır toplanmışız gelin bir konferans yapalım,yetimleri konuşalım,İslam aleminin durumunu konuşalım' demiyor.

Maalesef Suud yönetiminin bu tavrına karşı çıkanların sonunu ise görüyoruz.

Bknz; https://www.youtube.com/watch?v=5vZFE0r9TvU

Oysa ne güzel anlatmıştı merhum Ali Şeriati;

'Sen şimdi Minadasın İbrahimsin. İsmaili getirdin. Senin İsmail'in kimdir veya nedir? Senin makamın mı, adın mı, işin mi, güzelliğinmi...'

Bu algıyı yakalamadan sadece zemzem suyu ve hurma ile gider geliriz...

Zekat kavramı ise bütün bu ibadetlerin içinde olan asıl mesajdır.

Bunu daha önce 'Lehül Mülk' adlı yazımda yazmıştım.

Oruç ise bizi sadece aç bırakmamalı.

Her şeyimiz oruçlu olmalı;

Dilimiz,elimiz,gözümüz,bacaklarımız.

Sadece 'Cebimiz' oruçlu olmamalı...


5 Mart 2018 Pazartesi

Allah Geleceği Biliyor mu?

Uzun bir süre oldu maalesef buraya uğramayalı.

Aslında sebebini daha önceki yazımda (Kendime Küfürler) yazmıştım.

Bu süreçte mail atan,Twitter'dan ulaşan,yorum yapan herkese teşekkür ederim.

Artık elimden geldiğince ve herhangi bir konu aklıma geldiğince yazmaya çalışacağım.

Çoğu arkadaşımızın idol aldığı Hz.Musa hakkında da bir şeyler karalamayı düşünüyorum.

Yazmayı düşündüğüm 'Kıssaların Psikolojik Tefsiri' konulu kitabıma da bir giriş yapmaya hazırlanıyorum bu sıralar.

Şimdi gelelim başlıktaki konuya 'Allah Geleceği Biliyor mu?' aslında bu sorudan ziyade yazının içeriği 'Allah neyi bilir? 'Geleceğimiz kaderimizde yazılı mıdır?' 'Kader nedir?' temalı bir şey olacak.

Gelip yoruma 'Yauvv Allah geleceği bilir ama müdahale etmez gardaşım' yazacak olanlar için şu konuya baştan açıklık getireyim;

Arkadaşlar Allah geleceğe mahkum değildir,bu öne sürdüğünüz iddaa maalesef işin içinden çıkmaz bir hale sürükler şöyle ki;

Eğer Allah kast ettiğiniz şekilde geleceği biliyorsa biz o geleceğe hapis olmuşuzdur,yani bir müdahale söz konusudur. Allah yanılmaz olduğu için 'Kulum şimdi bunu bunu yapacak' demesi bizi o harekete tutsak etmesidir.

Bu durumda insan iradesi hiçe sayılmış olur,eğer yok 'Onun dışına da çıkabiliriz' dersen bu sefer de Allah yanılmış olur,her iki uçta boklu değnek.

Fakat benim görüşlerime aleyhte bir ayet atan olursa tartışabiliriz.

Peki Allah neyi bilir? Selefi'nin ve Peygamberin kader anlayışı neydi? Kuran'da bu anlayış nasıl anlatılır? Bu kör kader inancı nasıl dinimize girdi? Yavaş yavaş konulara girelim.

Bu yazıda tavsiye edeceğim iki kitap var biri Kuran biri de Hasan El Basri'nin 'Kader Risale'sidir.'

'Allah bizim rollerimizi dağıtmıştır,cennete-cehenneme kimin gideceğini de bilir.' kafasına güzel güzel cevaplar veren bir risaledir.

Bu görüşü kabul edenler maalesef bilmeden Allah'ı acımasız bir zalim haline getirirler,neden mi?

Yine bu görüşe göre karşımıza çıkan sonuç Allah, Ebu Leheb'i de,Nemrut'u da,Firavun'ları da kafir olarak yaratmıştır,cehenneme direkt olarak odun olarak yazmıştır,bu da onların cennete gitme hakkını tamamen ortadan kaldırmıştır.

O halde adalet bunun neresinde? Sorusunu bu 3'lü gayet tabii Allah'a sorabilir.

İlk önce Kuran'ın 'Kader' hakkında ki ayetlerine göz atalım;

Allah bize şu 7 ayette kader hakkında açıklamalarda bulunmuştur.

1-Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık (İsra 13)

Yani Allah bu ayetinde hepimizin Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinde bile öğrendiğimiz 'Cüzzi İrade'den bahsetmiş,fakat gelenek o cüzzi iradeyi bile ortadan kaldırmış,iradesiz bir kader çizmiştir.

Bunun kökeni ise dinin her bölümünün tahrife uğradığı 'Emevi'ler dönemidir.

Bu dönem kaderi hakkında bilgi edinmek için o dönemde yaşayan ve yukarıda da tavsiye ettiğim 'Kader Risalesi'nin kitabının yazarı olan Hasan El Basri'nin eserlerine göz atmanızı isterim.

2-İnsan için ancak kendi çalışması vardır ve onun çalışması da yakında görülecektir. (Necm 39-40)

Yine bu ayette insan iradesini görüyoruz. İnsanın çalışmasını-çabalamasını tavsiye eden bu ayet Emevi kaderciliğinin karşısında duran ayetlerdendir.

3-Her kişi kendi günahı ile mahkum olur. (Müddesir 38)

2.madde de yazdığım ayet ile ilişkili olarak bu ayeti kabul edebiliriz.

Ayrıca yukarıda saydığım 3 kişi (Nemrut,Firavun,Ebu Leheb) bu ayetin sonucunda mahkum olacaktır.

Yoksa Allah 3'ünü de yaratır yaratmaz 'Ya bu kullarım böyle olacak,cehenneme atacağım bende' dememiştir.

Olayın böyle yaşanması Allah'ı bu şarta sabitlemek ve onu adaletsiz göstermekten başka bir şey değildir.

4-Ortak koşanlar, 'ALLAH dilemeseydi, ne biz, ne atalarımız ortak koşmaz ve hiç bir şeyi de haram etmezdik,' diyeceklerdir. Onlardan öncekiler de azabımızı tadıncaya kadar aynı şekilde yalanlamışlardı. De ki: 'Yanınızda bize göstereceğiniz her hangi bir bilgi var mı? Siz ancak zanna uyuyorsunuz ve siz sadece tahminde bulunuyorsunuz.' (Enam 148)

5-Andolsun, biz sizden mücahid olanlarla sabredenleri bilinceye kadar, deneyeceğiz ve haberlerinizi sınayacağız. (Muhammed 31)

Zurnanın 'ZIRT' dediği yerlerden biri de bu ayettir.

İşte tam olarak burada 'Kadercilik' yapanların kökeninin nereden geldiğini görüyoruz.

Evet bildiniz 'Cahiliye Araplığı' Cahiliye'de kader inancı ile Emevi'lerin kader inancı ve bugün Müslüman'ların inandığı kader inancı bire bir kafirlerin ki ile aynıdır.

Allah bu ayetinde açıkça bu mantıkla giden insanlara 'Kanıt gösterin' gibi bir meydan okumada bulunuyor.

Allah hiç kimseyi kendi bilgisi dahilinde,geleceğini öyle göre göre yaratmaz.

Yukarıda ki ayette bunun en büyük kanıtıdır.

5-Ona yolu gösterdik,ya şükredendir,ya nankördür. (İnsan 3)

1,2 ve 3.maddelerde yazdığım ayetleri destekleyen başka bir ayet ise bu ayettir.

Allah burada yine seçimi insana bıraktığını,kendi tercihini kendi yapacağını fakat ilerleyen ayetlerde sonuçlarına da katlanacağının mesajını verir.

Bu ayetten de anlıyoruz ki kesin yazılı bir kader yoktur.

Şimdi bu yukarı yazdığım ayetlerden yola çıkarak 'Allah gelecekteki tüm hareketlerimizi biliyor' sorunsalına şu cevapları verebiliriz.

1-Kendi bilgimiz ile Allah'ın bilgisini karıştırmamalıyız

2-Allah belli bir bilgiye sahip değildir. 'Geleceğimizi biliyor' deyip zan ile yaklaşmamalıyız.

3-Allah her an yaratıcı ve varlığa müdahil olduğu için önceden belirlenmiş davranışlara da mecbur değildir.
Bu yüzden insani bir varlık olarak bizim için 'Gelecek' sorusu olsa da bu soru Allah için geçerli değildir.

Peki bu konuda Hz.Muhammed'in ve Selefin fikirleri nelerdi?

Kaynaklardan yararlanarak kader hakkında görüşlerine bakalım.


1-Hz.Muhammed: Peygamberimiz kesinlikle kaderin mecburiyetine değil,kulun sorumluluğuna inanmıştır.
Bu sebeple savaşlarda önlemler almış,bir anayasa hazırlamış ve
'Deveni sağlam kazığa bağla daha sonra Allah'a güven' sözünü söylemiştir.

2-Hz.Ömer: Hz.Ömer'in kader anlayışını ise yine 2 rivayetten yola çıkarak size anlatacağım.

"Hz.Ömer, Şam'ın fethini kutlamak için yola çıkar,öğrenir ki yolda veba salgını var. İnsanlara 'Ben hayvanımın üstünde sabahlayacağım sizde öyle yapın' der. Ubeyde b. Cerrah,Ömer'e dönüp 'Allah'ın kaderinden niye kaçıyorsun?' diye sorar. Ömer'de 'Allah'ın kaderinden yine Allah'ın kaderine kaçıyorum' der.

Burada Hz.Ömer'den öğrendiğimiz Kıssa'dan Hisse şudur ki: 'Herşey olduktan sonra yazılır,kader aslında bizim yaptığımız hareketlerden sonra yazılan bir şeydir.'

Hz.Ömer'den devam edelim;

"Ömer'e bir gün hırsız getirilir. Ömer,hırsıza 'Niye çaldın?' diye sorar hırsız da 'Allah'ın kaderi ve kazası bunu emretti.' gibi bir cevap verir.

Ömer'de bunun üzerine 'İyi bende elini bu yüzden kesiyorum' der. Üstüne de 100 sopa vurdurtur.

Sopanın sebebini sorduklarında, Ömer onlara 'Allah'a iftira ettiği için' cevabını verir."

Ömer bu meseleyi daha ciddi bir konuma getirmiş,geleceği bilmenin,kaderin önceden yazılı olduğunu söylemenin Allah'a iftira olduğunu söylemiştir.

İnsan kalkar birşey çalar veya birini öldürür,sonra bu duruma "kader" derse Allah'a iftira etmiş olur.
Çünkü Allah yasak ettiğini kuluna yazmaz,bunu bile bile onu yaratmaz.

Yazarsa veya bunu bile bile yaratırsa bu bir çelişki doğurur.

İnsanın kendi sorumluluğunu Allah'a yıktığı bir kader anlayışı olamaz.

Zaten imanın şartlarının yazılı olduğu ayete göz atarsanız 'Kadere iman' diye bir maddenin olmadığını da görürsünüz.

İrade dışında kalan olaylar DNA-RNA,renk,aile ve imtihanımız gibi şeyler Allah'ın sünnetine bağlıdır.

Allah insanın dilemesini dilediği için belli bir kader yazmadığı gibi,geleceğimizi çizmemizi de tamamen bize bırakmıştır,bu yüzden kendi bilgisine bizi bağlı kılmamıştır.

Allah'ın çok keskin bir biçimde 'Gelecekte yapacağınız her işi ben önceden biliyorum' tarzında bir ayeti de Kuran'da yoktur.

Tam tersi benim savunduğum görüşü destekleyen bir çok ayet daha vardır.

Örnek vermek gerekirse;

"Herkesin,yaptıkları işlere göre dereceleri vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir" (Enam 132)

Bu ayette gördüğümüz gibi Allah yaptıklarımızdan yaptıktan sonra haberdar olduğunu yine sade ve anlaşılabilir bir dil ile söylemiştir.

"Ben size demedim mi,göklerin ve yerin gaybını gizliliklerini ben bilirim ve ben sizin açıkladığınız,gizli tuttuğunuz şeyleri de bilirim (Bakara 33)

Yine bu ayette 'Açıkladığınız ve gizli tuttuğunuz' ifadesi kullanılmış 'Gelecek' ifadesi ise kullanılmamıştır.

Allah şüphesiz ki açıkladığımız ve insanlardan gizli tuttuğumuz şeyleri bilir,o bize şahdamarımızdan daha yakındır.

"Eğer seninle mücadele ederlerse de ki;
'Allah yaptıklarınızı en iyi bilendir' (Hac 68)

Yine bu ayette 'yaptıklarınızı' ifadesi kullanılmış,'yapacaklarınızı' ifadesi ise kullanılmamıştır.

Allah Musa'yı Firavun'a 'Belki inanır bir dene' diyerek yollamıştır,geleceğini çizmemiştir...

Gördüğünüz,okuduğunuz gibi Kuran'dan ne kadercilik çıkar ne de 'Geleceğimizi biliyor ona mahkumuz' fikri çıkar sayın arkadaşlar.

Lütfen eğer tartışacaksanız da yukarıda yazdığım uyarıları dikkate alıp,insani örnekler vermek yerine ayet ile tartışmayı açın.

Başka bir yazıda daha görüşmek üzere :)