29 Aralık 2018 Cumartesi

Tüketmeliyim,Tüketmeliyim,Tüketmeliyim




Bulutsuzluk Özlemi’nin o çok ünlü şarkısı ‘Üretmeliyim, Üretmeliyim, Üretmeliyim’ diye başlar.
Fakat toplum öyle bir hale büründü ki o şarkının sözleri artık ‘Tüketmeliyim, Tüketmeliyim, Tüketmeliyim’ e evrildi.

Üretim öyle bir hal aldı ki artık tüketim sınırlarını bile bu üretimden kaynaklı sebeplerden dolayı aştık.

Üretim-Tüketim her ikisi de vahşi bir medeniyet yarattı.

Kapitalizm hiç olmadığı kadar vahşileşti.

Yeni üretilen şeyleri hemen almak için birbirimizi yiyor ve vücudumuzun bir parçası eksikmiş gibi davranıyoruz.

İphone 4, İphone 5, İphone 6….
Her yıl çıkan yeni bir seri olan bu telefonların üretimi sonsuza kadar gidecek ve nice genç sırf bu yüzden bunalıma girecek diye korkuyorum.

Bazıları üretimin artmasını çok olumlu bulabilir ama yüzlerce üretilen bebek mamasına ulaşamayan açlıktan ağlayan bebekler var.

Peki ben bunları anlatırken bu toplumun dışında olduğumu düşünüyor muyum?

Hayır!
Maalesef bu tüketim toplumu beni de içine hapsetmeyi başardı.

Sadece beni değil seni de evet seni de bu yazıyı şuanda okuyan arkadaşım.

Şu soruyu bir düşünsene
‘En son ne zaman elektronik bir aletiniz bozulduğunda onu tamire götürmeyi düşündün?
Veya ‘Çevrende eskisi kadar tamirci görebiliyor musun?’

Bu soruyu sorduğum insanların 1.soruya cevapları genelde ‘Hatırlamıyorum’ 2.soruya cevapları ise ‘Hayır’ oluyor.

Çünkü öyle bir yere geldik ki telefonumuz arızalandığı zaman tamire götürmek yerine hemen yenisini alıyor ve üretime bizde otomatik olarak destek vermeye başlıyoruz.

Her yer yoksul insanlara üzülen, mülteci çocukları görünce dudak büken hatta onların hikayelerini okuyup-izleyen ama onlara dokunmayan insanlar ile dolu.

Bunları insanlara anlattığım da ‘Yahu ne kadar haklısın be’ tepkisi alıyorum ama aynı insanlar çok fazla geçmeden aynı umursamamazlığa devam ediyor :)

Burada bir öz eleştiri yapmamız lazım kendimize,

O çocukların hayatlarına dokunmak iyi güzel ama bu çocukların ölümüne sebebiyet veren markaları kullanıyor musun?


Geçenlerde Youtube’da dolaşırken bir videoya denk geldim;



Videoda konuşan çocuk ülkesinin durumundan bahsediyor.

Bu ülke başta Belçika olmak üzere bir çok ülke tarafından tarihte sömürülmüş ve sömürülmeye devam eden bir ülke.

Düşünün ülkenizde altın, elmas var ama siz bunları çıkartamıyorsunuz.

Daha da önemlisi bahsettiği ‘Koltan’ adlı madde var.

Bu madde şuan elinizde olan telefonda var, televizyonunuzda var ve nice kullandığınız üründe var.

Bu maddeyi çıkartmak için Kongo’da bir sürü çocuk can veriyor, devlet bunun önüne geçmek yerine kaçakçılar ile işbirliği yapıyor bunun sonucunda kendilerine pay alıyorlar.

Dünyanın şartlar açısından en kötü durumda olan coğrafyasında liderler nasıl bu kadar zengin oldu zannediyorsunuz?

Sadece liderler değil büyük şirketlerde bu maddeyi alabilmek için ses çıkarmıyor…

Yani en basit şekilde anlatacaksak dostlarım ‘Tüketim Toplumuna Hapsolduk’ dememdeki sebep maalesef şuan benim bu yazıyı yazdığım laptopta bile o insanların kanının dolaşıyor olması…

Artık her yer AFRİKA oldu aslında, sadece biz yemek yiyebildiğimizi zannediyoruz.
Her gün tavuk, makarna, yumurta yeyip doyduğumuzu düşünüyoruz.

Gıdalarımıza GDO ile kattıkları şeyler hiç hafife alınacak şeyler değil aslında ama bize hep en kötü gösterildiği için maalesef sessiz kalıyoruz.

Kimse bu durum için isyan etmiyor, sesini çıkartmıyor halbuki hepimiz tek bir adada yaşıyoruz.

Tek bir kişi bile bu adada isyan etmek için kalkmıyor, isyan edenler ise yine bu toplum tarafından ya alaya alınıyor ya da olan ona oluyor.

Sarı Yelekliler’i anlatmaya gerek yok tarihin neredeyse her döneminde taa Spartaküs’e kadar isyan edenlerin kaderi hep aynı olmuştur.

‘Öldürülmek’ ya da ‘Susturulmak’

Ama susmayan cesur yüreklerde her zaman olmuş, olmaya da devam edecektir.

Şuanda dünyadaki çoğu insanın yaşam felsefesini iki akımla özetleyebiliriz;

1-Devletler için ‘Faydacılık’ yani kimin öldüğü umrumda değil.

Kimin ne istediği de umrumda değil.
Benim umrumda olan tek önemli olan tek şey ‘İktidara bir şey olmaması’

2-İnsanlar için ‘Solipsizm’

Belki bir çoğunuz bu kelimeyi ilk defa duydu.
Kısaca bundan bahsetmek gerekirse ‘Solipsizm’i dilimize ‘Tek benlik’ olarak çevirebiliriz.

Ya da sizin anlayacağınız dille söylemek gerekirse ‘Dünya benim etrafımda dönüyor sadece ben varım amq’

İnsanların bir çoğu aslında buna ister bilerek isterlerse bilmeyerek evrildiler.

“En zeki benim” “En çok ben eğleniyorum” “Yaşıyorum he bu hayatı” deyip kendi egosunu tatmin eden insanlar günden güne artıyor.

Sosyal medya aslında bunun en büyük kanıtlarından biri.
Şuanda belki en popüler uygulama olan İnstagram’a girin bakın, fotoğraflarda herkesin mutlu olduğunu göreceksiniz.

Hayır,hayır aslında o kişi ile detaylı konuştuğunuzda rol yapmaktan başka bir şey yapmadığını fark edeceksiniz.

Çünkü tüketim toplumu ona ‘Tüketmeyi’ mutluluk olarak dayattı ve o da tükettiğinde mutlu olduğunu zannediyor.

Reklamlar bizlerin yani tüketicilerin gerçek ihtiyaç listesini baştan dizayn ediyor.

İnsanlar gerçek ihtiyaçlarının ne olduğunu bilmiyorlar bile.
Lüks alım-satımı arttıkça temel ihtiyaçlarımızı bile çöpe atmaya başladık.

Örneğin İphone için böbreğini satan gençler;

Artık maneviyatı da satmaya başladık.

Burada defalarca yazdığım ‘Din Ticareti’ ise bunun başında geliyor.

‘Allah’ın evi’ dediğimiz Kabe’yi görmek, ziyaret etmek için binlerce dolar para ödüyoruz.

Onun etrafındaki lüks otellerde kalan hacılar ‘Ya ben burada kaldım böyle bir güzellik yok’ deyip birbirlerine hava atıyorlar.

‘En pahalı camiyi ben yaptırdım’ ile övünmek ‘Ben şu kadar yetim doyurdum’ övünmesinin daha önüne geçti.

Özellikle yılbaşı öncesinde bu yazıyı yazmamın sebebi bire bir tanık olduğunuz mağazalardaki izdihamlardır.

ABD’de sadece yılbaşı ağaçlarına harcanan miktar milyar dolarları geçiyor.

2015 yılında sadece Türkiye’de yılbaşı eğlenceleri için 11 milyar tl para harcandı bir de bütün dünyada harcanan miktarı düşünürsek bu paranın bir çok yoksula derman olacağı açıkça görülen bir şey.

Bu olaya bir de ara ara da olsa severek takip ettiğim Edip Yüksel'in başına gelen bir olay üzerinden değinmek istiyorum.

Bilmeyenler için söyleyeyim Edip Yüksel geçtiğimiz günlerde komşusunun noel için kendisine getirdiği bir hediyeyi reddetmesi Twitter’da baya konuşulmuştu.



Bu konudaki fikrimi söylemek gerekirse evet bana göre Edip Yüksel’in yaptığı yanlıştı, hediyeyi kabul edip daha sonra nedenlerini belirterek bir daha yılbaşı hediyesi kabul etmeyeceğini söyleyebilirdi.

Fakat bunu neden yaptığını çok iyi biliyorum;

Bu sebepleri Edip şu şekilde sıralamış;

1-Hediyeleşme adetinin olumlu ve olumsuz yönleri.
Buradaki olumsuzdan kastı herhalde kişinin hediye aldığında bazen ona karşılık maddi durumunun olamaması.

Diğer bir durum ise tüketim toplumuna hizmet etme gibi bir olumsuzluğu olması.
‘Olumlu’ yönlerinden ne kast ettiğini anlayamadım çünkü karşımızda öyle ya da böyle hediyeyi reddetmiş bir adam var.

2-Dini liderleri tanrılaştıran günlerin kutlanması

Aslında baktığımızda Edib’in hediyeyi reddetmesinin ana sebebi olarak bunu görebiliriz.

Kendince ‘Noel’ kutlamalarına bir tepki vermiş
Yukarıda ‘Dinin Ticaret Haline Getirilmesi’ konusunda bizde nasıl ‘Hac’ dediğimiz ibadet satılıyorsa İsa’nın doğum günü bahanesi ile Hristiyan dünyada da ‘Noel’ satılıyor.

Diğer saydığı 2 sebep ise ‘Tüketim Ekonomisi’ ve ‘Özel Durumlar’ bunlara değinmeye gerek olmadığını düşünüyorum.

Peki çözüm nedir?

Her yerde insanlar aktif olarak bağırmasa da kapitalizmin sonunun geldiğini görmek zor değil.
Fukuyama ‘Tarihin Sonu’nu komünizm yıkıldıktan sonra geldiğini söylese de bana göre haksız çıktı.
Sadece bana göre değil şuanda modern felsefenin zirvesinde olan Slavoj Zizek’e göre de öyle.

Çünkü Zizek’e göre;
-Ekolojik Kriz (Doğal Kaynakların Tükenmesi, GDO’ lu besinler, Devletlerin Doğa üzerinden rant elde etmek uğruna bir çok doğal güzelliği yok etmesi)

–Ekonomik Dengesizlik (Materyal Ekonomi’nin artık bozuntuya uğraması ve G 20 ülkelerinin bile denge sağlayamaması)

–Biyogenetik Devrim

–Sosyal Bölünmeler (Sınıfların arasındaki farkların iyice açılması yani zenginin daha zengin fakirin ise daha fakirleşmesi)

Zizek bu 4 ana sebepten dolayı tarihin sonunun gelmediğini ve insanların er ya da geç isyan edeceklerini, dünyanın sosyalizme evrili bir yer olacağını söylüyor.

Zizek’in dileklerinin gerçekleşmesini ve yoksul sayısının biraz daha azalmasını umut ederek yeni yılınızı kutlar, okuduğunuz için teşekkür eder başka bir yazıda görüşme dileği ile öperim…


18 Kasım 2018 Pazar

Ölüm Üzerine

"Sen elbette öleceksin,onlar da elbette ölecekler" (Zümer 30)

"Her nerede olursanız olun,ölüm sizi bulacaktır. Hatta çok sağlam kalelerde olsanız bile" (Nisa 78)

İnsanların bir çoğu neden 'Ölüm'ün farkında olup o yokmuş gibi davranırlar?

Neden etrafındaki insanlar öldükten sonra onları kutsarlar? (Örneğin;Ölü'nün arkasından konuşmayın düşüncesi)

Aslında bu tarz soruların özellikle 'Ölüm'ün farkında olup o yokmuş gibi davranmanın sebebi bana göre gayet açıktır.

O da şudur: 'Bilinçaltında ölümsüz olduğu hissini kabullenmek' 

Ölümsüz gibi yaşar insan,o yokmuş gibi ezer diğerlerini,o yokmuş gibi dünyayı mahveder ve o yokmuş gibi iktidar kavgasına girişir,biriktirir...

Asıl mesele ölümü dost gibi görmektir aslında.

Ölümsüz olduğumuz dünyada anlam arayışı mümkün müdür? 

Sokrates'e göre 'Ölüm' olduğu için felsefe yapıyoruz çünkü kısıtlı bir hayatımız var ve bu hayata anlam yüklemeye çalışıyoruz.

Ona göre bu kavramı anlamak diğer dünya için de faydalı olacaktır.

"Hiçliğe gidiyorsak güzel bir uyku,eğer farklı bir dünyaya geçiyorsak yeni görevler" diyerek mutlu bir şekilde ölmüştür Sokrat.

Platon ise 'Ruh'un Ölümsüzlüğü' üzerinden fikirler üretmiştir.

Epikürcüler ise pek oralı olmamıştır desek yeridir :)

Ölüm'ün olmadığı bir dünyada haliyle herhangi bir uğraşında pek anlamı kalmazdı işte o yüzden dost gibi görmeliyiz ölümü,bizi asla terk etmeyecek ve hayatımıza anlam katacak olan bir dost.

Yaşadığımız hayat,insanlarla geçirdiğimiz vakitlerin kısıtlı olması onları asıl anlamlı kılan şeylerdir.

Sonu olmayan bir şey insanlar için ne kadar önemli olabilir ki?

Örneğin sınırlı derecede çikolatanız olsa ona özellikle özen gösterirsiniz ve tadını çıkartarak yersiniz ama tam tersi olsa önünüze sınırsız çikolata konsa onun hiç bir zaman bitmeyeceğini bildiğiniz için aklınıza geldikçe yersiniz,tadarsınız.

Çoğu yazımda 'Çilecilik'ten bahsetmeden geçemiyorum,'Ölüm' dediğimiz kavram da bu felsefenin olmazsa olmazlarından biridir.

'Ölümün olduğu yerde yaşam sevinci olabilir mi?' eğer ölüm fikrini aklımızın bir ucunda her zaman tutarsak insanların bize yaptığı kötülüklerin de hiç bir anlamının olmadığını görürüz.

Ölüm bize hoşgörü katar,umursamama katar fakat bu anlayışın bizi tembelliğe götürmesine asla izin vermemeliyiz.

Onu kendimiz için anlamlı bir hale getirmeye çabalamalıyız,eğer o olmasaydı dünyada yaşadığımız zevkin ve acılarında pek anlamı olmayacaktı.

Ölümden sonrasını çok merak etmekte pek mantıklı bir olay değildir.

Günümüzde bu yüzden intihar eden insanların olması açıkçası komiktir. 

Çünkü öldükten sonra bunu merak eden bilincimizde yok olacağı için merakımızda yok olacaktır.

Eğer hayatımızı ölüm düşüncesi ile anlamlı kılarsak o bize güzel yüzünü gösterecektir,yakın dostlar çoğu kez hayal kırıklığına uğratmaz.

İnsan öleceğini bile bile yaşayan tek varlıktır,bunun ne kadar acı bir durum olabileceğinin veyahut tam tersi ne kadar güzel bir durum olacağının farkında olan tek canlıdır.

Bu güzel bir durum mudur,yoksa kötü bir durum mudur? Tartışılır.

Hayvanlar temel ihtiyaçlarını karşılarken günümüzde insanlar hayvanlar kadar bile şanslı değillerdir.

Fakat 'Ölüm' dediğimiz kavramın bilincine bütün insanlık varabilirse işte o zaman bizde hayvanlar gibi kendimizi sınırlamadan temel ihtiyaçlarımızı karşılayacak duruma geliriz.

İşte o zaman ne bir yarış olur,ne fakir-zengin ayrımı yapılır ne de iktidar yarışları olur.

Sizinle Tolstoy'un 'İnsan Ne ile Yaşar?' kitabındaki konuyla ilgili olduğu için bir hikayeyi paylaşmak istiyorum;


"Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır. Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talepte bulunur. Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir. Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar kat ettiğin bütün yerler senin fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım. Yoksa bütün hakkını kaybedersin.” der.
Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez. Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Koşar, koşar, ama kesilir takâti. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir an yığılır yere ve bir daha kalkamaz.

Reis, atı üzerinde olanları yeis ile izlemektedir. Daha evvel kaç defa şahit olduğu hadise yeniden vuku bulmuştur. Adamlarına bir mezar kazdırır. Pahom’u defnederler. Reis Pahom’un mezarının başında durur ve hüzünle mırıldanır: “Bir insana işte bu kadar toprak yetiyor!”
Ve bazıları öyle bağlanır ki hayata, bu diyardan göçüp gideceği fikri zamanla yitip gider aklından…"

Pahom servetine servet katıp daha güzel bir hayat sürmek için böyle bir işe giriyor ve hiç aklında yokken ölüyor.

Eğer Pahom bunun farkında olsaydı aslında  gerçekten de kendisinin gömüleceği kadar toprağın ona yetebileceğini görürdü.

Ama ne yazık ki farkında değildi Pahom ve öldü gitti.

Ölmekten daha kötü olan ise Heidegger'in dediği gibi 'Yaşarken ölü gibi olmak'tır.

Hayata karşı herhangi bir isyanı olmayan adamın yaşarken ölü olmaktan pek farkı yoktur aslında.
Düşünmemek,düşündükten sonra harekete geçmemek ölüler ile bizi ayıran en baş fark değil midir?

İnsanların bir çoğu ölümden sonra bile anılmak,unutulmamak isterler,yaşlanmaktan korkarlar fakat bu ikisi için de hazırlık yapmayıp ölü gibi yaşarlar.

Kubler Ross meşhur kitabı 'Ölüm ve Ölüş'te insanların ölüm hakkında 5 evresini çok güzel özetlemiştir,bu evreler şöyledir.

1-Reddetme: Kişi burada ölümü reddeder. Başta de dediğim gibi bilinçaltında ölümsüzlüğü taşır.

2-Öfke: Kişi burada ölüme karşı bir öfke duymaya başlar. 'Neden ölüyoruz?' 

'Neden sevdiklerimden ayrılmak zorundayım?' gibi düşünceler ile kendi kendine karşı saldırganlaşır.

3-Pazarlık: Yine aynı kişi ölümü kabullenmenin başka bir aşamasına geçer ve 'En azından şu x olayı olana kadar yaşayayım' diye dua etmeye başlar.

4-Depresyon: Kişinin 'Ölüm var' deyip sevdiklerinden,hoşlandığı her şeyden kaçma ve kabuğuna çekilme orada düşünmeye başlamasını kapsayan süreçtir.

5-Kabullenme: Artık ölümün kabul edildiği,hazırlıkların yapıldığı,kaçışın olmadığının farkedildiği dönemdir.

Herkes hayatta bu süreçlerden geçer,kabullenme aşaması ise olgunluğun zirvesi ve yukarıda bahsettiğim savaşların anlamsız olduğunu görme sürecidir.

Bu düşüncenin aklınızdan çıkmaması fakat onu anlamlı kılmak için güzel bir hayat yaşamanız dileği ile.

17 Eylül 2018 Pazartesi

Tanrı'yı Kim Öldürdü?




Merhaba;

‘Tanrı Öldü’ ve ‘Din kitlelerin Afyonu’dur’ sözlerini bir Müslümana söylediğiniz zaman karşınızdakinin yüz ifadesine hiç dikkat ettiniz mi?

Tüyleri ürperir,suradı donar ve ‘Ne diyon lan kafir’ sözleri ağzından dökülür 😊
Sözlerden biri Nietzche’ye biri ise Karl Marx’a aittir.

İkisi de dünyayı değiştiren filozoflardır.

Peki hiç ciddi anlamda bu sözler hakkında düşündük mü? Din nasıl afyon olur? Tanrı nasıl ölür?

Gelin beraber inceleyelim.

Batılı birine ‘Tanrı’ deyince normal olarak algıladığı aklına düşen ilk şey ‘Hristiyanlık’tır.

Hele bir de Almanya gibi bir ülkede bu fikirleri sunuyorsanız akla gelen ilk şey Hristiyanlığın en katı mezhebi olan ‘Katolik’liktir.

Nietzche’nin sözünden önce ilk olarak ‘Din kitlelerin afyonudur’ sözüne değinmek istiyorum.
Aslında benden önce bir çok İslam bilgini bu sözü yeterince inceledi o yüzden önden bunu anlatıp diğerlerine daha sonra geçmek istiyorum.

Bu sözün tam haline baktığımızda aslında Marx’ın daha da farklı bir şey anlattığını farkederiz.
Söz tam olarak şöyledir;

‘Din var olan durumlara bir protestodur,ruhsuz koşullara ruhtur,kalpsiz dünyanın kalbi,mazlum insanların içli çığlığı ve kitlelerin afyonudur’

Bu Afyon ülkemizde ciddi anlamda talep gören bir afyondur.

Ülkemizde din gerek iktidarlar tarafından gerekse din şarlatanları tarafından oyuncak haline getirilmiş ve halkı uyutmak için afyon olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Spor yapar gibi namaz kılan,diyet yapar gibi oruç tutan mümin amca ve teyzeleri her yerde görmek mümkündür.

Namazlarında ne dediğini bilmeyenler,kıyamda miras ayetlerini okuyanlar doğal olarak sisteme karşı kıyam da etmezler.

FEKKU REGABE! (Kölelere Özgürlük) diye haykırılan bir din nasıl oldu da afyon haline geldi?
Hindistan’da normal şartlarda yenecek olan belki de fakirlere dağıtılacak olan et sırf ‘Din’ denerek yenmiyor.

İslam’da normal şartlarda yüzüne bakılmayacak,sözü dinlenmeyecek meczuplar,diğer insanlara hiç olmayacak tasavvuf hikayelerini ‘Din’ adı altında anlatıyor.

Kuran’da Firavun ile iktidarların nasıl olmaması gerektiği,Karun ile mal biriktirmenin-zenginliği kullanmanın kötülüğü ve Belam ile bunların nasıl dinleştirildiği,afyonlaştırıldığı anlatılmıştır.

Yahudilik’te normalde bir vicdan meselesi olan ‘İnsanların topraklarına el koymak’ ‘Din’ adı altında anlatılıyor ve insanlar bu afyon dinin altında eziliyor.

İslam’ın ‘İsyan’ özelliği unutturuldu. ‘Ilımlı İslam’ ‘Pasifist İslam’ adı altında bir çok şey müslümanlara enjekte edilerek kişiler uyutuldu.

Oysa ne diyor Albert Camus ‘İsyan ediyorum öyleyse varım!’

Bunu söyleyen Albert Camus bir ateisttir. İsyan etmesinin felsefi olarak bir anlamı yoktur.

Ama ona gidilip ‘Üstad niye isyan ediyorsun? Bir ahlak anlayışına sahip değilsin. Bir gözetici olduğuna inanmıyorsun,neden isyan ediyorsun?’ deyince,

Camus:’İsyan ediyorum,çünkü eğer bunu yapmazsam şuan ki sistemi kabul etmiş olacağım’ der.

Bir ateist bile hiç bir şekilde olayı mantıklı bir şekide temellendirememesine rağmen nasıl oluyor da bir Müslüman bu sistemde yaşananları kabul edebiliyor?

Yeryüzünde Allah hiç bir şeyi eksik bırakmadan yaratmıştır. Şuan yeryüzünde tüm insanlara yetecek kadar ev,su,yiyecek vardır.








Ayrıca Allah bunlardan öte Nahl Suresi 71.ayette ‘ALLAH rızık açısından sizi birbirinize üstün kılmıştır. Nitekim, üstün kılınanlar, emirleri altındakilerle varlıklarını eşit paylaşmazlar. ALLAH'ın nimetini mi reddediyorlar?’

Diyerek zenginliğin bir imtihan olduğunu ve insanları eşitlememiz gerektiğini söylemiştir.

Marx’ın söylediği de (Derin olarak diyalektik vs. Katmıyorum) tam olarak budur.

Yukarıda İslam bilginlerinin daha önce Marx hakkında yazıp çizdiklerini,fikirlerinden faydalandıklarını söylemiştim.

Bunlar Ali Şeriati,Hasan Hanefi,Seyyid Kutup,Roger Garaudy,İhsan Eliaçık gibi önemli insanlardır.

Örneğin Hasan Hanefi’nin bir kitabında yazdığı cümle İslam’ın ne kadar eşitlikçi olduğunu görmemiz açısından gerçekten önemlidir:

“Allah topraktır. Din sömürüye karşı çıkmak,toprağı kurtarmak,ülkeyi kalkındırmaktır. Cihad;adelet ve özgürlük için devrimci çabadır. Tevhid;herkesin eşit olması ve sınıfların ortadan kaldırılmasıdır. Emek kutsaldır.”

Özellikle ‘Sınıfların ortadan kaldırılması’ Hegel ile Marx’ın ayrıştığı önemli noktalardan biridir.

Hegel milliyetçi savaşlar yüzünden,her dönem başka bir devletin dönemde liderlik yapacağını söylerken,Marx ise milliyet değil sınıf savaşlarının olacağını hatta devlete bile gerek kalmayacağını söylemiştir.

Bana göre de ne kadar Hegel’in söylediği geçerli gibi gözükse de Marx haklıdır.

Kuran’ın istediği de kişiler arasındaki sınıfın ortadan kalkması ya da ezilenlerin başa gelmesidir.

‘Sende iyice Kuran’ı mülk düşmanı gibi gösteriyorsun hee!!!’ dediğinizi duyar gibiyim.

Hayır ben onu demiyorum,ben diyorum ki ‘Toprağa sahip olmak ile o toprak üzerinde çalışmak aynı şey değildir.’

17. Biz, vaktiyle "bahçe sahipleri" ne belâ verdiğimiz gibi, onlara da belâ verdik. Hani onlar (bahçe sahipleri), sabah olurken (kimse görmeden) onu (mahsullerini) devşireceklerine yemin etmişlerdi.
18 Onlar istisna da etmiyorlardı.
19. Fakat onlar daha uykudayken Rabbinin katından (gönderilen) kuşatıcı bir âfet (ateş) bahçeyi sarıverdi de,
20.Bahçe kapkara kesildi.
21.Sabah olurken birbirlerine seslendiler.
22. "Madem devşireceksiniz, hadi erkenden mahsülünüzün başına gidin!" diye.
23. Derken yürüyorlardı; fısıldaşıyorlardı.
24. "Sakın bugün hiçbir yoksul bahçeye girip yanınıza sokulmasın"diye.
25.(Evet yoksullara yardıma) güçleri yettiği halde, onları yardımdan mahrum etmek niyet ve azmi ile erkenden yola düştüler.
26. Fakat bahçeyi gördüklerinde: Mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız! dediler.
27. Yok yok, doğrusu biz mahrum bırakılmışız!
28. İçlerinden en makul olanı şöyle dedi: Ben size "Rabbinizi tesbih etsenize" dememiş miydim?
29. Rabbimizi tesbih ederiz; doğrusu biz (kendi kendimize) yazık etmişiz, dediler.
30. Ardından, kabahati birbirlerine yüklemeye başladılar.
31. (Nihayet) şöyle dediler: Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kişilermişiz.
32. Belki Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü biz (artık) Rabbimizi(O'nun hoşnutluğunu) arzuluyoruz.

Kalem Suresi’de tam olarak bize bunu anlatır.

Önemli olan o toprak üzerinde ‘Benim’ deyip hegomanya kurmak değil ‘Lehül Mülk!’ deyip malını paylaşmaktır.

‘Eee sen şimdi diyorsun ki malımızı fakirler ile paylaşalım. Yahu ben enayi miyim çalışacağım ve fakirlere vereceğim,alışırlar ve çalışmazlar’ dediğinizi de duyar gibiyim 😊

Size tek bir soru sorayım,insanların onlar için çalıştıkları zenginler bu kapitalist sistemde asıl tembel olanlar değil midir?

Kaç tane zengin kendi çalışıyor? Artı değeri bu sistemde nasıl durduracağız,zengin gitgide zengin olurken niye böyle bir korku ile yaşıyorsunuz?

Kaç tane eviniz var arabanız var da ‘Yahu ben enayi miyim?’ diyebiliyorsunuz.

Bu endişe zenginlerin endişesi olsun.

Hz.Muhammed’in kurduğu uygarlıkta tam olarak böyledir.

Ünlü Alman sosyalist yazar August Babel, Muhammed peygamber için ‘Asya’nın gördüğü en büyük adam’ derken onun dini görüşlerini değil yarattığı uygarlığı,sistemi övmüştür.

Mustafa Kemal Atatürk’te onun bu uygarlıktaki liderliğini övmek için;

‘Muhammet kendisi hiç bir zaman asalet şerefi iddasına kalkışmamıştır. O boş teferruata bakmazdı.

Amacına doğru yürür ve pratik bir adamdı. Hiç bir zaman çıkar aramadı. Damarlarında İbrani nebilerinin canı dolaştığını iddia etmedi;hatta gerek gendisinin gerekte anne ve babasının fakirliği ile de övünmek ile iftihar etti’

Burada ekleyeyim ki Mustafa Kemal paşa ne kadar temiz duygular ile bu yorumu yapsa da ‘Fakirlik ile övünmek’ İslami bir yaklaşım değildir.

Çünkü ‘Fakir kal,ahirette kazanırsın. Fakirler daha önce cennete girecektir’ gibi sözler halka afyon olarak verilmiştir.

Hz.Muhammed’in devlet adamı olarak yazdırdığı anayasada din gözetmeksizin herkesi tek bir ümmet (millet) saymıştır.

“Müminler aralarında bir kişinin borç ve mali yükümlülüklerini üstlenmek zorundadır.’ diyerek eşitlik sağlamaya çalışmıştır.

Veda hutbesinde ‘Birbirinizin kanı ve malı sizlere haramdır.’ diyerek eşitlikçi bir toplum bırakmaya çalışmıştır.

Saraylara karşı çıkmıştır,mal biriktirmemiştir,Ebu Cehil’e-Ebu Leheb’e ‘Daha ortam hazır değil,insanları bilinçlendirmemiz lazım’ diye beklemeden karşı çıkmıştır.

İbrahim gibi Musa gibi dimdik durmuştur.

ALLAH'ın o ülkelerin halklarından elçisine ganimet bıraktığı şeyler ALLAH'ın ve elçisinindir. Yani akrabalara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara verilmelidir ki zenginlerinizin arasında tekelleşmesin. Elçinin size verdiğini alın; ancak onun size vermediğinden uzak durun. ALLAH'ı dinleyin. ALLAH'ın cezalandırması çetindir. (Haşr 7)

Ayeti gereğince zenginliğe karşı çıkmış,malın tek bir sahibi olmaması için mücadele etmiştir.

Allah paralarımız üzerinde de ‘Lehül Mülk’ ayeti gereği söz sahibidir.

‘Paranızı istediğiniz gibi harcayamazsınız’ demiştir ve nasıl harcayacağımızı da söylemiştir.

‘Akrabalara haklarını ver. İhtiyaç sahiplerine ve yolcuya da... Ancak saçıp savurma’ (İsra 26)

Fakat insanlara bunları anlatmak yerine ‘afyon’ olan dini anlatmaya devam ediyoruz.

Ebu Zer,Muaviye ve adamlarına karşı sürekli olarak ‘Tevbe 34’ü haykırırken ona verdikleri cevap ‘Başka ayet yok mudur ya Ebu Zer?’ olmuştur. Ebu Zer ise onlara cevap olarak ‘Tabiki de var ama zamanın sözü budur’ diyerek cevap vermiştir.

İnşallah Ebu Zer olup Muaviye’nin sarayına bir gün girer ve Allah’ın ayetlerinden bahsederiz.

Bugün Ehli Sünnet’te olsan,Kuran merkezli de olsan ülkenin her yerinde din afyon halini almıştır.

İnsanlara ‘Kuran’da bu yok’ ‘Kuran’da şu yok’ demek sürekli ‘Bilim ve Din’den aynı cümleler ile bahsetmek insanları uyutmaktan başka bir şey değildir.

Kuran üzerine az konuşulup,emirlerini ölümüne uygulamamız gereken bir kitaptır.

Yoksa Marx’ın dediği gibi ‘Afyon’ halini alır.

Gelelim artık Nietzche’nin ‘Tanrı öldü’ demesine.

Nietzche bu sözünü anlatılanlara göre derste bir rahip ve rahibeye karşı söylemiştir.

Zaten Nietzche’nin diğer bir sözü olan ‘Kiliseler dinin mezar çukuru olmuştur’ sözü de ‘Tanrı öldü’ demesinin sebebini açıklar.

Nietzche İslam hakkında Deccal kitabında aynen şunları söyler;

“"Eğer İslâm, Hıristiyanlığı küçük ve hakir görüyor idiyse, böyle görmekte bin kez haklıydı: Çünkü İslâm, insanı yüceltir ama putlaştırmaz...

Hıristiyanlık, bizi, kadim dünyanın kültürünün mahsulünden mahrum bırakmıştı. Üstelik bununla da yetinmemiş, daha sonraları, bizi İslâm kültürünün mahsûlünden de mahrum etmişti. Aslında bize (insan olarak bize], Grek kültüründen de, Roma kültüründe de, esasta, temel meseleler açısından daha yakın olan, bizim [insan olarak] duygularımıza, zevklerimize ve seçimlerimize daha doğrudan hitap eden İspanya''daki o harikuâde İslâm kültürü ve İslâm kültürünün eşsiz birikimi ayaklar altına alınarak çiğnenmiş ve yok edilmişti.

"İyi de, neden? Nedeni şuydu: Çünkü İslâm kültürü, asil bir kültürdü; çünkü İslâm kültürü, kökenlerini, temellerini insan fıtratına borçluydu çünkü İslâm kültürü, İspanya''daki Müslüman hayatının nâdir bulunan, nefis hazinelerinin üzerinde bile hayata Evet diyordu!... Daha sonraları, Haçlılar, estirdikleri o toz bulutunun ortasında, aslında önünde diz çökmeleri gereken, diz çökmekle daha iyi bir yapmış olacakları bir şeye karşı, asil bir kültüre karşı, bizim bugünkü 19. yüzyıl kültürümüzle mukayese edildiğinde, bizim çağdaş kültürümüzün, kendisini, İslâm kültürünün yanında son derece ''yoksul'' ve oldukça ''geç kalmış'' bir kültür olarak görebileceği böylesine asil ve yüksek bir kültüre karşı savaş açmışlardı. Haçlılar, ganimet peşinde koşuşturuyorlardı, hiç şüphesiz ki. Çünkü Doğu, İslâm dünyası, zengindi..."

Fakat Nietzche’nin övdüğü İslam’ın şuanda yine kendisinin kötülediği Hristiyanlıktan pek bir farkı yok.

Ruhban sınıfı da var,para toplayanları da var,ticareti yapanları da...

Nietzche’nin ahlak görüşü İslam ile zıtta olsa güç istencine baktığımızda İslam ile bağdaştırılacak yerleri olduğunu da görebiliriz.

Doğanın kimilerine göre en güçlü hayvanı olan ‘Aslan’ cesurdur,isyankardır.

Başka bir hayvan olan kuzu ise gayet uysal ve hiç bir şeye karışmayan sessiz sedasız bir hayvandır.

Doğa da böyle bir ayrım var bunu dinlere de uyarlarsak Nietzche’nin tam olarak ne demek istediğini anlayabiliriz.

Allah bozgunculuk yaratana,insanları öldürenlere,malları haksız yere kazananlara karşı aslan gibi olmamızı ister.

Biz bir toplumu yok etmek istediğimiz zaman onun ileri gelen varlıklılarının orada kötülük yapmasına izin veririz. Böylece o topluma verilmiş söz gerçekleşir ve onu yerle bir ederiz. (İsra 16)

Biz bu ileri gelenlere karşı birlik olmaz ve insanları afyonlarsak,kuzu gibi olup hiç kimseye ses çıkarmazsal İslam’ı kabullenişimizin bir anlamı yok.

Asla bir delil getirilmeyecek olan Denizin yarılması veya zan olan 19’u sürekli tartışmak yerine harekete geçmek aslolandır.

Bazı güç gerektiren ve uygulamamız ciddi anlamda farz olan ayetleri bu toplum unut ve tanrı bu yüzden o toplum için ölmüştür.

Peki kafalarına vura vura anlatmamız gereken o ayetler nelerdir?

Yeryüzünde güçsüzleştirilip ezilenlere lütfederek diledik ki onları önderler ve varisler yapalım. (Kasas 5)

Musa dedi ki: 'Rabbimiz, sen Firavun ve konseyine dünya hayatında lüks ve mal verdin. Rabbimiz, senin yolundan saptırsınlar diye mi? Rabbimiz, onların mallarını silip süpür ve acı azabı görünceye kadar inanmasınlar diye kalplerini katılaştır.' (Yunus 88)

Allah şu iki adamı da misal verdi: Bunlardan biri dilsizdir, hiçbir şeye gücü yetmez; efendisine bir yüktür. Onu nereye gönderse bir hayır getiremez. Şimdi, bu adamla, adaletle emreden ve doğru yolda bulunan adam eşit olur mu? (Nahl 76)

Yani bir dile sahip olup kendine mürşit edinip hiç bir şekilde haksızlığa ses çıkarmayan insan ile var olan duruma isyan eden,hakkı savunan insan eşit olur mu?

ALLAH'ın ayetlerini inkar edenlere, haksız yere peygamberleri öldürenlere ve halkın arasında adaleti savunanları öldürenlere acıklı bir azabı müjdele. (Ali İmran 21)

Bir çok aktivist din adamının öldürülüşü aslında bu ayetin habercisidir.

Malcolm X,Seyyid Kutup,Hasan El Benna,Ali Şeriati ve niceleri adalet ile beraber gerçek İslam’ı savunmuş ama hepsi öldürülmüş,adını sayamayacağım kadar bir çoğu ise hapsedilmiştir.

Sadece İslam’ı savunanlar değil günümüzde adalet için yollara dökülen,isyan eden,sadece normal haklarını isteyenler bile cezalandırılmaya devam ediyor.

Sakın dengeyi bozmayın. Ölçüyü adaletle gözetiniz; ölçüyü kaybetmeyiniz. (Rahman 8-9)

Bizim Müslümanlar olarak ismi kirli işlerde geçen,fakiri gözetmeyen insanlara karşı dik durmamız,onları protesto etmemiz gerekiyor.

Dürüst,vicdan sahibi yönetimleri benimseyip daha huzurlu bir yaşam sürmemiz gerekiyor.

Fakirliği öven,sessiz kalmayı,pasif durmayı öven din benim dinim değildir.

Şerefin,cihadın,başkaldırının,eşitliğin,ilkelerin olduğu yerde ‘İslam’ vardır!

Bu ayetler-bu sözler sık sık hatırlanması gerekirken,kafamızda dank dank etmesi gerekirken yerlerini nelere mi bıraktı?

Azrail’i tokatladığını söyleyen Mahmut’a bıraktı.

‘Şeyhim namazı terket’ derse ‘Terkederim’ diyen meczuba bıraktı.

‘Veliler tanrıların çocuklarıdır.’ Diyen Rumi’ye bıraktı.

‘Kefen geldi bunu al sorgun kolay olsun’ diyen din tüccarına bıraktı.

‘Veliler isteyerek zina yapmaz Allah yaptırır’ diyen sapıklara kaldı.

‘Risale-i Nur iman ile kabre girip cennete gireceklerdir’ diyen cennetten tapu satan insanlara kalmıştır.

Erkek çocuklarına tecavüz eden,soyu kutsayan,dini kendine duvar yapıp saraylar yaptıranlara kaldı.

‘Kuran,Kuran’ deyip insanları mücadeleye bir kez olsun bile davet etmeyen pasif iyilere kaldı.

‘1/40 zekat yeterlidir’ deyip yaz tatillerinde milyarlar harcayana kaldı.

Kabe’nin etrafındaki otellerde latteler içip uzaktan Kabe’yi zevk içinde izleyip ne sosyolojik,ne psikolojik çıkarım yapanlara kaldı.

Kuran deyip siyasiler ile poz verenlere,gerçeği onların yüzüne haykırmayanlara kaldı.

TANRI’YI NİETZCHE DEĞİL AMA MÜSLÜMANLAR ÖLDÜRDÜ!

12 Eylül 2018 Çarşamba

Kur'an Hareketlerinden Gelen Bok Kokuları

Bakın 'Kuran' demiyorum 'Hareketleri' diyorum.

Tarihin başından beri bu niye böyle? Kur'an adına olan da Sünnet adına olan da veya din ile bağlantılı çoğu şey bir süre sonra Bok kokmaya başlıyor.

Her yönetim şeklinin tiranlaşması kaçınılmazdır ama daha ortada yönetim bile yok wtf?

Yakın zamanda ölen ünlü sosyolog ve bence Türkiye'nin yetiştirdiği en müthiş adamlardan biri olan Şerif Mardin 'Modernleşmeyi Müslümanlar başlatacak' dedi ve bana göre kısmen haklı çıktı.

Ama ne kadar modernleşebiliriz?

Daha önce 'Enam 116 ve Kurana Dönüş Hareketleri' adı altında bir çok uyarı yapmıştım bunun da sebebi aslında bi nevi benim burnuma erkenden gelen kokulardı.

Maalesef Kuran hareketine gönül verenler dışarıdan ne kadar modern gözükse de hala bazı şeyleri sindiremiyorlar.

Misal tıpkı Ehli Sünnet'te olduğu gibi dışarıdan marjinal görünen insanlara pek tahammülü olmayanlar var.

Hatta şahsım bile yakın bir dönemde aksesuarları yüzünden,farklı Kuran fikirleri yüzünden bile lince uğradı.

ALLAHI PUTLAŞTIRMAK,KURANI BİR FETİŞ MALZEMESİ HALİNE GETİRMEK desem bunu nasıl algılarsınız bilmiyorum.

Fakat iş buralara kadar vardı,belli bir çoğunluk 'Kuranda Kolye takmak yok,Kuranda Küpe takmak yok,Kuranda dediğin fikir yok,Kuranda şu şu yok' deyip işin cılkını çıkartmaya başladı.

Mesela sürekli taktığım bir 'Zülfikar' kolyem var bilenler bilir bu kolyenin asıl anlamı şudur;

Bir ucu İlmi bir ucu ise Adalet'i simgeler fakat Kuran'ı merkez alanlar bunu takmanın harekete zarar vereceğini söyleyen tiplere dönüştü.

Hatta ve hatta direkt Allah'ın kendisine piercing takmak falan zarar vereceğini söyleyen müptezeller de ortaya çıktı. (Yukarıda dediğim putlaştırma tam olarak bu. Herhangi bir kıyafet tarzı nasıl olur da Allah'a zarar verir?)

Bunun dışında müzik tarzınız bile bazen dışlanmanıza sebep oluyor :)

Geçtiğimiz günlerde Fatih Tezcan'ın bir tweetini gördüm;



Kendisinin farklı fikirlere ne kadar tahammülü var bilmem ama demek istediklerimin güzel bir özetini tweet olarak atmış sağolsun.

Kuran'da Rum suresinde bulunan 'Sizi farklı diller ve renkler ile yarattık' ayetini sadece 'Dil ve Renk' olarak almamalıyız.

Bütün farklılıklara kapımız açık olmalı fakat 'Tevil' kelimesinden öcü gibi korkan bazı Kuran hareketleri mensupları bunu da sadece 'Dil ve renk' olarak alıp biraz değişik yaşayan insanlara karşı yine cephede duracak ve beyaz gömlek-siyah pantolon hizasına çekmek için uğraşacaktır.

Tevil demişken aynı kelimeleri arayıp bulanlar nedense Allah'ın eli-ipi olduğunu,arşta yer aldığını,Yusuf'u gören kadınların kollarını ciddi bir şekilde kestikleri konusunu da aynı kelimelerle dayatınca bir kıvırma haline bürünüyorlar.

Aslında bu tarz şeylere karşı çıkılmasının ana sebeplerine baktığımızda 'Kuran' dışında bir şey okumamak en başta gelen sebep olarak gözüküyor.

Allah sürekli araştırın,düşünün,akıl edin diyor ama adamın tek okuduğu şey Kuran,bu ne kadar doğru?

Herhangi bir felsefi sistemden haberi yok,herhangi bir tarihi olgu hakkında bilgisi yok veya evreni bile incelemiyor ama sorsan Allah'ın emirlerini yerine getiriyor.

Bu yarı cahil insanların bu harekete verdiği zararların haddi hesabı yok.

Örneğin Kuran'da 'Homoseksuellik' konusuna bir ceza kimilerine göre var kimilerine göre ise yok.

Fakat ortada buluşulması gereken konu bu insanlara zulme dur demektir,çünkü Kuran kim zulum görürse görsün onların yanında durmamız gerektiğini söyler.

Ama değişen dünyayı okuyamayan bir takım insanlar 'İslam' dışında herhangi bir görüşü benimseyen birini dışlamaya meyilli veya 

Aslında Kuran hareketlerinin doğuşunun ana sebebi dışlananları,ezilenleri önderler yapmak iken tam tersine bir çok kişiyi dışlamaya başladı. (Ehli Sünnet kadar olmasın)

Bunun sebebi hareketin avama inmesi ve sadece meal okuyanların artıp diğerlerine 'Kafir' 'Müşrik' gözü ile bakılması.

Uzun süredir Kuran hareketine gönül vermiş biri olarak Tin Suresi 1.ayete göre (Ki Mustafa İslamoğlu,Muhammed Cahhaş (soyadı yanlış olabilir),Muhammed Abduh,Ali Şeriati gibileri de aynı görüştedir,Buda'nın hayatı da bana göre bir resul hayatıdır) Buda'yı peygamber olarak görmem kafir ilan edilmem için yeterli bir sebep oldu :)

Siz düşünün ki 'Ben Menzil Cemaatine mensubum' deyip cemaati savunan adamlara neler yapılmaz...

Bu konularda biraz hassas olmak ve Allah'ın diğer ayetleri olan doğa,diğer kitaplar ve hayatı okumak,insanları daha iyi tanımak gerekiyor.

Cemil Meriç 'Olimpos dağının çocukları,Hira dağının evlatlarını kabul etmeyecektir.' dedi haklıydı ama daha Hira dağının çocukları Hira dağının çocuklarını kabul etmiyor.

Artık buna bir dur demenin vakti geldi de geçiyor bile.

Gelelim çok popüler olan ama hiç bir bok yapmayan hatta ve hatta TARİKATLAŞAN bazı Kuran hareketlerine...

19'cular galiba en büyük tarikat olma yolunda ilerliyor,ondan sonra benim gözüme çarpan İslamoğlu'cular ve Taslaman'cılar var.

19'cuları geçiyorum çünkü koyularını biraz ilgili mecralarda dolaşırsanız görürsünüz direkt olarak 'Kafirsin kabul etmiyorsun' yaftasını yapıştırırlar,onlar Allah'a emanet yaşıyorlar,sorgularında başarılar. Kıyamet'in tarihini de Kuran harflerine rakam vererek Deli Said gibi hesaplamışlar,oturup bekliyorlar.

Mesela Türkiye'nin en büyük 'Kurani Gençlik' sayfası olan 'Sorgulayan Müslüman' tayfası hiç bir şekilde İslamoğlu ve Taslaman'ın burnundan kıl aldırmaz.

Yahu bu adamların zibilyonlarca hataları var bunlar niye eleştirilmiyor?

İslamoğlu'nun 'Peygamber'in annesi yoktu hadi sende anneni öldürsene' sözleri baya komikti mesela,neden bu sözleri eleştirilip 

'Bakın arkadaşlar bu sözler bizim hareketimizden bağımsızdır ve yanlıştır. Akla mantığa sığmaz' demedi?

Veya Taslaman ve avanesinin o kadar atıp tutması ama Firavun'a baş kaldırmamasına ne demeli?

Kuran'da koskoca Musa örneğini görmeyip artık insanlara 'Kuran'da dövme yok,Kuran'da müzik dinlemek helaldir' gibi şeyler anlatmak komik gelmeye başladı.

Artık gençler yine de Allah razı olsun bu kişiler sayesinde bazı şeylerin farkına vardı ama 'Mülk' gibi bir kavrama değinilmemesi komediden başka bir şey değil.

O kadar aç ve yoksul varken hala nasıl olur da bunlar hakkında konuşulmaz? Nasıl bu kadar zulum varken konumuz hala 'Kuran'da Sarık yok' olabiliyor?

Bu adamlar tarikatların döner sermayesini eleştiriyor ama bana göre artık Firavun'a baş kaldırmayan herkes veyahutta aç insanlara yardımları anlatmayan herkes televizyonlarda sadece çıkar amaçlı duruyordur.

Ve maalesef popülerleşen Kuran hareketinden faydalanıp bir çok çıkar fayda etmeye çalışan insanların olduğunu kendimce görüyor ve üzülüyorum.

Kimse kimsenin önünü açmıyor,aramızda mezhepleşiyoruz,sürekli kendimizi övüyor ve farklı olanı dışlıyoruz.

Hatta isim vermeyeceğim ama yakın bir zamanda özellikle 'Mülk' üzerinde çokça duran bir hocayı 'O Allah'a inanmıyor,kurmuş kafasında bir ekonomik sistem onu Kuran'a uyduruyor işte' diyerek kafir ilan eden Kuran merkezli bir hoca ile bile tanıştım.

Zaten konu bu olunca nedense herkes geri vites yapıyor. Yöntem bu mu hocalarım?

Seyyid Cemal zamanında nufuzlu insanlara giderek bu hareketin başarılı olmasını umdu ama eline ne geçti? Sadece siyasilerin oyuncağı oldu şimdi ise sadece adını hatırlıyoruz.

Bizim ilk hedefimiz peygamberin yaptığı gibi varoşlara inmek,yoksullara el uzatmak olmalı. 

Siyasi teoriler'de,Kuran'da,Siyer'de nereye bakarsanız bakın hareketin bunlar sayesinde yükseleceği kesindir.

Hadi anlarım nurcu gençler Cumhurbaşkanı'nın sofrasına çağırılıyor onlar gidiyor çünkü öğrendikleri bu.

Ama Kuran merkezli insanların siyasiler ile beraber pozlar vermesi ne kadar doğru? Zaten bu adamlar sistemin içinde yer edinmişler siz onlara baş kaldıracağına tam tersi hoşlarına gidecek şeyler söylüyorsunuz hemen örnek verelim;





00:38'den sonra 'KURAN MAL VE SERVET DÜŞMANI BİR KİTAP DEĞİLDİR' diyerek zamanın sözü olan 'Kapitalizme Dur' sözünü hiçe sayan bir hoca görüyoruz.

Hocam buraya ayetleri atmayacağım ama geçmiş yazılarım hatta blogdaki ilk yazım bile 'Kuranda Mülk' kavramı ile ilgilidir.

Kuran bal gibi servete karşıdır. Ebu Zer'den bir şeyler öğrenin.

Kuran zengin-fakir ayrımının olmasına şiddetle karşı olan bir kitaptır,bunu söylemek ne haddinize?

Ne kadar sevmesem de Mustafa Öztürk'ün 'Tinerci' kelimesine değinmeden geçemeyeceğim.

'Sadece Kuran' deyip bir çok şeyi reddetmekle Müslüman olunmuyor beyler artık zaman kıyam etme zamanıdır.

'Eğer bir yerde yangın varken biri seni ibadet etmeye çağırıyorsa bil ki bu bir hainin davetidir.'

Demiş ya Ali Şeriati gerçekten de ne güzel demiş.

Mesela özgürlük adı altında 'Cemaatler Kapanmamalı' propagandası yapan insanlardan da nefret ediyorum ve bu Kuran'cılar arasında bolca var.

Ulan bu insanlar bozgunculuk çıkarıyor,ne demek kapanmasın?

Bunların şu an var olmaları ve çalışmaları ne dinen doğrudur ne de hukuken.

Bunu savunanların cemaatçilerden tek farkının sadece biraz Kuran okuması olduğunu düşünüyorum.

Kuran müslümanlarının birbirlerini kafir ilan etmesi (yukarıda değindiğim gibi) çok farklı bir olay.

Kuran kendisinin açık olduğunu söylüyor ama bu açıklık nasıl bir açıklıktır hocam?

Bir çok konuda ittifak edemiyoruz.

Aslında ittifak etmesek bile birbirimizi hoşgörü ile karşılamamız gerekirken tam tersi bunları kesin çizgiler olarak belirleyip inanmayanlara gülüyoruz.

Yine misal verelim;







Mesela Mehmet Okuyan'ın namaz hakkında kendisi gibi düşünmeyenleri dalga geçer gibi bir uslupla eleştirmesi.


Bunun yanında Edip Yüksel'in müritlerinin 19'u kabul etmeyenleri kafir ilan etmesi ve Edibin de 19'u bütün Kuran'ın ana mesajı yapması ve bunu kabul etmeyenlere gülmesi.

En güzel 2 örnek bunlar olacaktır bu eleştiride.

İslamoğlu ise artık tam bir Gavs olmaya başladı gibi. Ne bir hareketini görebiliyoruz ne de insanları fişekleyecek herhangi bir hareketini.

Bu davanın derdini çekti diye eleştirmeyecek değiliz ama ona da artık birilerinin kıyam etme vaktinin geldiğini anlatması gerekir.

Sizler Cemalnur Sargut falan değilsiniz arkadaşlar o tatlı ses tonunuzla yaptığınız sadece insanların uykusunu getirmek.

Emre Dorman'ın programında öyle uhrevi bir ortam var ki Emre Dorman ve İslamoğlu ikilisinin yan yana gelip şiir okuduğunu olayları dramatik hale getirip mücadele aşılamadığını hayal edince bile uykum gelmeye başlıyor.

Son olarak farklılıklara tahammülümüzün artması dileği ve Kuran müslümanları olarak tarikata dönüşmeden birleşmek,Kuranı Fetiş halinden çıkarıp diğer konularda da kendimizi geliştirme dileği ile görüşmek üzere.

20 Ağustos 2018 Pazartesi

Velev Ki:İntihar Mektubu

Gelecek artık beni çok fazla heyecanlandırmıyor.

Ülkenin durumuna vs atıf yapmayacağım. Daha önce 'Kendime Küfürler'de yazdıklarımı tekrarlamaya devam ediyorum.

Ama ülkenin durumu da iç açıcı değil. Eğitim sistemi yüzünden,atamalar yüzünden intihar eden yüzlerce insan var.

Gelecek beni heyecanlandırmıyor çünkü sürekli bir döngüde yaşayıp ölüyoruz.

Bundan 30 yıl sonra başarılı bir sosyolog veya tarihçi olmam ile bir cafede çalışmamın pek farkı olduğunu düşünmemeye başladım.

İnsanların hayatlarına daha fazla dokunacağım alanlarda olmak isterim fakat bir yandan da onlara acı gerçekleri söyleyip üzmek istemem.

Böyle bir gelecek planı da artık beni heyecanlandırmıyor.

Başarısız insan nedir ki?


Korkuyorum,başarısız olmaktan korkuyorum,gençler için korkuyorum,ülkeler için hatta dünya için korkuyorum.

Benim ölümüm veya intihar etmem bu insanlar için ne değiştirebilir?

İntihar etmek bir eylem midir? Yoksa bu durumlara boyun eğmek mi?

Bu ayrımı artık yapamıyorum.

"Mücadele et" diyorum bazen kendi kendime fakat bir anlık oluşan heyecan yine bir mutsuzluk ile yerini ölümü arzulamaya bırakıyor.

Sanki yarın idam edilecekmişim gibi yaşıyorum.

Sabahları umutla uyanıyorum,öğle bu umut azalıyor neredeyse dünün aynısını yaşıyorum ve akşam saatlerinde yine bu düşünce sarıyor beni.

'Yarın daha güzel olacak' diye uyurken yine aynılarını yaşamaya devam ediyorum.

İdam mahkumları muhtemelen benden daha şanslı.

En azından korkuları,umutsuzlukları tek gece sürüp sabaha karşı ölüyorlar.

Geçmişi hatırlıyorum da,intihar konusuna biraz daha uzak bakardım,soğuk yaklaşırdım.

O zamanlar insanlar daha samimi idiler,yaşımdan dolayı para bulma derdim yoktu,geleceği daha ciddi düşünmüyordum,hayatın bu kadar da mutsuzluklarla dolu olabileceğini düşünmüyordum.

'Mutsuzluğu kabullen o zaman mutlu olacaksın' cümlesinin aslında ne kadar ağır olduğunu daha önce anlatmıştım.

Bunu içselleştirmek,bu cümleyi tavsiye eden bana bile zor.

Kendimi bildim bileli bazı sorumluluklarımdan kaçarak yaşadım,iç sesimi dinledim,anlık kararlar verdim.

Peki bu anlık kararları verirken ne kadar özgürdüm? Veya sen bu yazıyı okuyan x kişi sen ne kadar özgürsün?

'İlk seçim'den sonra özgür kalabildiğine inanabiliyor musun?

Hayır kalamıyorsun bütün tercih şansını o ilk seçim üzerinden yapmak zorundasın.

İlk seçimlerimize dikkat etmemek özgürlük anlayışımızı kısıtlayabildiği kadar kısıtladı ve anlık kararlar verebilmemiz artık na mümkün duruma geldi.

Hayvandan pek farkımız olmayan bir hayat yaşıyoruz.

Hatta sizi temin ederim ki bazen hayvanların hayatlarına özenmiyor değilim.

'Barınmak,Üremek ve Yemek' bir hayvanın en temel ihtiyaçlarıdır ve bunu doğadan rahat rahat karşılarlar.

Peki insanın bunu tek başına,hiç bir şeye ihtiyacı olmadan karşılaması mümkün müdür?

HAYIR!

O zaman hayvanın mı yoksa insanın mı hayatının daha kaliteli olduğunu tartışmaya açabiliriz.

Bize sürekli olarak 'İrade' sahibi olduğumuz söylenerek hayvanlar ile aramızda bir fark olduğu,onlardan daha üstün olduğumuz söylenir.

Keşke 'İrade' olumlu bir durum olsaydı da tam olarak hayvanlardan daha şanslı olduğumuzu söyleyebilseydim.

Beni şu sıralar hoşnut eden şeyler de tabi ki var.

Kitaplarım,koleksiyonlarımı tamamlama hırsım (Ki simyacı sendromu aşağıda anlattım) onlar dışında mesela 'Yollar' şu sıralar çok seyahat ediyorum,oradan oraya.

Bana zevk veriyor açıkçası,farklı insanlar görmek,farklı yollarda yürümek,farklı havalar tenefüs etmek. (Bu arada kendi şehrimin denizinin kokusu da bana mutluluk veriyor)

Fakat bir şehre ait kalamamak yine üzüyor beni.

Gez,dolaş,tanış,et ya peki sonra?

Yine aynı duruma geleceksin,kaçar yol yok.

Tabi ki ara ara onlar için üzülsem de sevdiğim insanların yanımda olması,çevremde entelektüel birikimi fazla insanların olması beni bu yoldan yine caydırıyor.

Ama ne yazık ki onların bir kısmı kendilerini bekleyen acıdan bir haber yaşıyorlar.

'Takma' 'Aslında senin derdin yok şu x kişisine bak' demelerinden bıktım.

Evet belki x kişisine göre derdim daha az (!) peki x kişisi için çözüm ne? Onun derdi bittikten sonra benim derdim de mi çözülecek?

Bütün insanlığın derdi için çözüm ne?

Bir yardım topluluğun da aktif olarak çalışıyorum,insanların dertlerini hafifletmeye çalışıyorum ama onların da kesin çözümleri yok.

Ülkelerinde ki bağnaz insanlar yüzünden kaçmış gelmiş olan insanlar bunlarda.

Bağnaz demişken geçtiğimiz günlerde aynı yardım topluluğun da tarzım yüzünden eleştirdim.

Ne kadar aydın (!) insanlar olursa olsun maalesef dış görünüşünüz hala insanlar için dert konusu.

Eleştirildiğim diğer bir konu ise 'İntihar fikrini empoze etmem,günah saymamam' evet günah olduğunu düşünmüyorum intiharın.

Günah diyenlerin delilleri nelerdir?

3 temel soru var;

1-Ecel dediğimiz kavram benim intihar etmem olabilir. Buna karşı 'günah' diyecek olan insanların argümanları nelerdir?

2-Allah bütün alemi özgür irade ile yaratmış ve dünyaya o şekilde yollamışsa neden sadece 'Ömür' üzerinde tasarruf sahibi olmak istesin?

Neden insanlar kendileri için ölümü anlamlı kılamasın? Ölümü oturup öylece beklemek,intihar duygusundan daha da acı bir duygu.

Onu arzuluyorsun ama gelmiyor,topluma fayda verebileceğimi düşünmüyorsam intiharımı dinen ne geçersiz kılabilir?

3-Bu söylemlere en çok getirilen ayet 'Kim bir insanın canına kıyarsa' ayeti bu ayet cinayet ayetidir. Kısasın ana olayıdır.

Ayeti intihar olarak değerlendirsek bile ayette 'Haksız yere öldürmekten' bahsediyor.

Oysa her insanın kendini öldürmesi için elinde yeterli sebebi vardır.

İnsanın çektiği acıları 2'ye katlayan başka bir durum ise 'İntihar'ı düşünüp yapamamaktır.

Her acı çektiğiniz de bunu düşünürsün.

Kafayı dağıtmak için şarkı dinlersin,kitap okursun,arkadaşlarınla çıkarsın ama bu düşünce sürekli evet sürekli hatta onların yanındayken bile döner durur.

Her acı çektğinde bunu düşünmek maneviyatın yanında madden (vücuden) bozulmanı da sağlar.

Yataktan çıkmak istemezsin,bütün gün yatarsın,hayaller kurarsın.

O hayallerin gerçekleşmeyeceği aklına gelince hayat sana bir tokat daha vurmuş olur.

Bu haldeyken ne ders çalışabilirsin,ne işe gidebilirsin ne de herhangi bir yolla para kazanacak kadar motivasyonun olur.

Artık sen bitmiş bir adamsındır.

Geleceğini her düşündüğünde içinde kelebeklerin uçması yerine kara bulutlar dolaşır.

Kafanı kaldırır duvara boş boş bakarsın,belki bir kaç damla gözyaşı süzülür gözünden fakat bu da senin için bir kurtuluş olamaz.

Yeni hedef koyarsın kendine başarırsın ama bu sefer de 'Simyacı sorunsalı' çıkar önüne.

Bir simyacı için en önemli şey bulduğu maddeyi kafasındaki şeye çevirmektir.

Çevirdikten sonra artık bir hedefi kalmaz,simyacının üzüntüsü hedeflediği şeyi yapabilmektir aslında.

Ölüm simyacı için de benim için de bir kurtuluş yolu.

Emin olun sevdiklerim ölmek beni daha da mutlu biri yapacaktır.

Bir hedefi gerçekleştirmek,mal-mülk kazanmak,çocuk büyütmek içinde hep acı barındıran şeylerdir.

İntihar eden insanları şimdi daha iyi anlayabiliyorum,varoluşsal problemler veya hayat dertleri (Aşk'ı burada sayamam) yüzünden intihar etmiş olan insanlara saygım sonsuz.

Allah'ım ne olur eğer beni duyuyorsan bana kimseyi üzmemek için bir kurtuluş yolu göster,sen benim hapsolduğum bu karanlıkta yol gösterici meşalem ol,senin yanına hemen bu yolla kavuşmayı istemek ardımda üzgün insanlar bırakacağım anlamına gelir.

Ben kimseyi üzemem.

Sende elimden tut,beni yaşadığım bu sıkıntılı hayattan çıkar al.

Amin.

18 Haziran 2018 Pazartesi

Menzil Hanedanlığı Siyaseti ile Tasavvuf ve Nakşıbendilik Kitabı Üzerine


Tekrardan merhaba;

Normalde uğraşlarım sebebi ile bildiğiniz gibi sık sık yazamıyordum.

Fakat geçmiş dönemde yazdığım ‘Menzil,İsmailağa ve diğer şirk baronları’ adlı yazımın sonunda bu serinin devam edeceğinden bahsetmiştim o yüzden ilk önce o yazımı şu linkten okumanız daha iyi olacaktır;

http://muhafazakarolmayanblog.blogspot.com/2017/09/menzilismailagasuleymanclar-ve-diger.html

Çünkü bunu okumadan okumaya geçerseniz bir çok şeyin altının boş olduğunu düşüneceksiniz,sonra bir çok soru ile uğraşmaya üşeneceğim.

Hadi canım,hadi gülüm.

Bu yazının birden bire aklıma ‘Aaa şöyle bi yazım vardı lan söz vermiştim insanlara’ demekle gelmediği aşikar.

Peki bu yazı aklıma uzun süre sonra nasıl geldi?

Başlıktan da anlaşılacağı gibi yakın zaman içerisinde Semerkand 20.yılına özel ‘TASAVVUF VE NAKŞIBENDİLİK’ adında bir kitap çıkardı.

Bende bu kitabı geçtiğimiz aylarda edindim fakat kritiğini yapmak daha nasip oldu.

Bu döneme denk gelmesi benim için daha iyi oldu aslına bakılırsa.

Çünkü kitabın içinde ‘İnfak,Zenginleşmeyin,Siyasetin içine girmeyin’ cümleleri bol bol kullanılıyor.

AK Parti’yi desteklemelerini açıklaları da biraz tuz-biber oldu diyebilirim.

Şirk unsurları yine cabası tabiki J

Peki bu cemaat gerçekten zühd içinde mi? Gerçekten de siyaset ile alakaları yok mu?

Siyaset işine girmeden önce kitabın içindeki şirk unsurlarından bahsetmek istiyorum. Eğer konunun siyasi alanı ile ilgileniyorsunuz o biraz aşağıda güzel belgeler ile kalacak J

Haa aklıma gelmişken bunu da buraya bırakayım yahu baya komiğime gitmişti :D



Kitabın daha ilk başlarında (ki kitabın dayanamayıp sadece ilk 150 sayfasını okudum,sonraki 100 sayfanın içeriklerini diğer yazımda anlatmıştım) bir ton şirk unsuru,kurana aykırı cümleler göze çarpıyor.

Mustafa Bahadıroğlu adlı abimizin yazdığı makalede 22-23.sayfa arasında anlatılan bir durum var.

Bu durumu özetlemek gerekirse konu şu ‘Akaid,Fıkıh ve Tasavvufu reddeden dinden çıkar,bunları çıkardığınızda din eksik kalır.’

Yani bu abimizin dediğine göre Kuran dışında yer alan bu kaynaklarıda kabul etmeliyiz.

Peki hangi fıkıhı kabul edeceğiz? Hanefi,Şafii,Hanbeli,Maliki hepsi birbirinden farklı haramlar koyuyorlar,hepsi kafasına göre bir şeyler farz ilan edip bir şeyleri vacip olarak dayatıyorlar.

Örneğin ‘Deniz ürünleri’nin her türü Kuran’da helal kılınmışken Şafii haram diyebiliyor.

‘Abdesti bozan şeyler’ Kuran’da gayet açıkken mezhepler bunları 12,3,5,8 olarak alabildiğine arttırabiliyor,eksiltebiliyor.

Bana namaz kılmayanın öldürülmesi,dinden çıkanın öldürülmesi gerektiğini söyleyen fıkhı REDDEDİYORUM/REDDEDİYORUZ.

Kuran ibadetler konusunda gayet açıktır.

Yine diğer bir bahsettiği şey ise ‘Tasavvufun reddedilmesi’dir.

Evet içerisinde yukarıdaki resimdeki gibi bir ton aptalca şey barındıran,vahdeti vucud gibi açık bir saçmalığı savunan,insanları pasifize eden bu ilmi (!)de reddediyoruz.

Bu sözde ilmin öncülerinden bir kaçının sözüne bakalım Kuran ile çelişip çelişmediğine siz karar verin.

CELALEDDİN RUMİ

--------------------------

-Mesnevi Vahiydir. -Mesneviye temiz kişiler dokunabilir (Vakia 79’da Allah benzerini Kuran için söyler)

-Ormanlar Kalem,denizler mürekkepte olsa mesnevi bitmez (Lokman 27’de Allah aynısını Kuran için söyler)

-Tanrı dedi ki:Veliler benim çocuklarımdır. (Allah’ın böyle bir şey söylediğinden haberi var mı?)

-Kadınların dediklerinin tersini yapın,reyine güvenmeyin.

İBN ARABİ

--------------------------

-Füsusul Hikem’i bana peygamber verdi.

-Tek gerçek bilgi sadece keşif ve ilham ile edilinebilir. Akıl ile edinilemez.

Yine İbni Arabi halkı ikiye ayırıp bir kısmının Havas ilmine sahip olduğunu ve Kuran’daki gizli hakikatleri anlayabileceğini diğer insanların ise avam olduğunu ve bu sırları anlayamayacağını söylemektedir.

Peki buna göre İbni Arabi’nin Ali İmran Suresi 7.ayete göre kalbinin sakat olma ihtimali nedir?

Müteşabih ayetler ile ilgilenen,onlara bir sır yükleyenin halini Allah bu ayette halini anlatmıştır.

Yine Musa peygamber ile görüştüğünü söylemesi ayrı bir olaydır.

Fakat beni en çok şoka uğratan şey ‘Vahdeti Vücud’ sapıklığını iyice sindirmemiz için verdiği kadın örneğidir.

Ona göre cinsel birleşimde Allah her zaman kadın kılığına girer. Yani afedersiniz ama Allah ile ilişkiye girmiş olursunuz işte bu yüzden de gusl almamız gerektiğini söyler bu abimiz.

Yine şok eden cümlelerinden biri de ‘Nebilik makamının derecesi Resulun üstünde ve velinin altındadır’ cümlesidir.

Yani İbn Arabi’ye göre sıralama Veli>Nebi>Resul’dur.

Kuran’da ‘Veli’ kelimesi neredeyse olumlu anlamda kullanılmaz ama bu abimiz bu sıfatı nebi ve resulunde üstüne koymuştur.

Bu konuyu fazla uzatmak istemiyorum daha önce yeterince anlattığımı düşünüyorum.

O yüzden sıradaki konuya geçelim.

Mustafa Bahadıroğlu dediğimiz adama göre kitabın da 24.sayfasında görebileceğiniz üzere bazı tasavvuf büyükleri gayptan haber verebilir:

“Tasavvuf,varlık aleminden bahsederken kimi zaman gayb alemiyle ilgili bazı bilgiler de verir. Gaybi bilgiler ayet tve hadislerin yanı sıra keşfe,ruhi tecrübelere ve hale de dayanan bilgilerdir. Özellikle “Ricalü’l Gayb” denilen gayb erenleri,kutub ve gavs gibi manevi tasarruf sahipleri bu konuda söz söyleyen kimselerdir”

‘Kutup ve Gavs’ tanımını yukarıda en başta linkini verdiğim yazımda açıklamıştım.

Yukarıdaki cümleye göre bazı adamlar gaybtan haber verebilirler.

Peki Kuran bu işe ne diyor?

Yahu Kuran’da bırakın bu adamlardan bahsetmeyi açıkça peygamberin bile Gayp hakkında bilgi veremeyeceği ‘Gayp’ kelimesinin geçtiği her ayette vurgulanıyor.

Hatta peygambere özel olarak ‘Gaybın hazineleri benim yanımda değildir ne kendime ne de size ne olacağını bilemem’ dedirtiyor.

Ama dini keyiflerine göre kalıptan kalıba sokan,Allah’a söylemediği şeyler söyleten bu adamlar kalkmışlar Allah’a dinlerini öğretiyorlar.

Yapmayın ahiretinize günahtır,dayanağınız sadece Kuran olsun zanna inanmayın.

25.sayfada ise şu cümleyi görüyoruz;

‘Peygamber vahiy ile iç içe olduğu için hiçbir zaman yanlış yapması söz konusu değildi.’

Ulan bu cümleye iyi yaklaşayım dedim,peygamber olmadan önce ‘Delalet’ içinde olduğunu almayayım dedim ama kitabın ilerleyen kısımlarında öyle yerlere denk geldim ki bunu da kullanmak zorunda kalacağım.

Peygamber bal gibi yanlış yapmıştır,Allah tarafından bir çok defa da uyarılmıştır.

Sırf mürşidlerinin yanlış yapmayacağını vurgulamak için bu tarz şeyler kullanmaları çok yanlış.

Tahrim Suresi 1.Ayet,Abese Suresi,Tevbe Suresi 43.ayet,Enfal Suresi 67-68.ayetlerde Allah peygamberi yaptığı yanlışlardan yüzünden uyarmıştır.

Ayetleri bilerek buraya yazmıyorum. Açın bakın lütfen şu kitabı okuyun ve dincilere maskara olmayın,kendiniz merak edin.

Kitabın maşallah her sayfası Kuran’ı sıfırdan yazmak için oluşturulmuş gibi J

26.sayfasında peygamberin mucizelerinden,sahabelerin onu rabıta yaptığından bahsediyor.

Peygamber’in tek mucizesi Kuran’ı Kerimdir.

59 - Bizi, mucizeler ve peygamber göndermekten alıkoyan şey, ancak öncekilerin onları yalanlamış olmalarıdır. Semûd'a, açık bir mucize olarak o dişi deveyi vermiştik de ona zulmetmişlerdi (deveyi boğazlayarak kendilerine yazık etmişlerdi). Oysa biz, o mucizeleri ancak korkutmak için göndeririz. (İsra 59)

'Ona Rabbinden bir mucize inmeli değil miydi?' dediler. De ki, 'Mucizeler ALLAH'ın katındadır. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.' (Ankebut 50)

En’am Suresi 109 Tüm yeminleriyle Allah’a yemin ettiler ki, eğer kendilerine bir mucize gelirse ona mutlaka inanacaklar. Söyle onlara: “mucizeler ancak Allah’ın katındadır.” mucize geldiğinde de iman etmeyeceklerini anlamıyor musunuz?

Bunun yanında Allah, peygamberin sadece bir uyarıcı olduğunu ısrarla söyler,istesek melekte indirebilirdik diye söyler.

Fakat bizim insanlarımız Kuran’da tek bir peygamber mucizesi geçmemesine rağmen en az 2000 küsur mucizeyi peygamber isnat etmişlerdir.

Sebebi ise muhtemelen insan üstü bir şeye inanma arzusu veya ‘Diğerlerine verildi peygambere verilmesi de gerekir’ kafasıyla başlayan bir ‘Yoksa uyduralım Hristiyanlar falan dalga geçer’ kafası.

27.sayfada gözüme çarpan şey ise ‘İhtilafta rahmet vardır.’ cümlesi oldu.

İhtilafta rahmet var ama insanlar bu ihtilaflar yüzünden birbirini kesiyor,sünni-şii birbirini vuruyor.

Biri diğer mezhebi ‘Mürted’ ilan edip kafa uçuruyor. Diğer cemaat diğer cemaat ile menfaat yarışına giriyor.

Haramlar çoğalıyor,helaller azalıyor. Dünya üzerinde kaç mezhep var saymak imkansızlaşıyor.

Aklın düşmanı olan bu tip insanlar yüzünden her gün IŞİD,Hasbi Şahbi,Taliban ürüyor,duruyor.

Bu nasıl ihtilaf ki,Müslüman,müslümanı ‘Allahu Ekber’ deyip öldürüyor.

Aramızda ihtilaf olmamalı,hepimiz Allah’ın ipine sarılmalıyız.

Kitapta ‘Ahmet Murat Özel’ diye bir akademisyen (!) modern aklın geride kalması gerektiğini,keşif ve ilhamında anlaşılmasının gerektiğini yazmış (29. Sayfa)

Ülkenin akademisyenleri bilimsellik yerine ‘Zan’na tabi olmayı söylerken bu tarz ihtilaflar ‘Rüyamda gördüm beş vakte evliyalar babaanneni kaçıracak’ haberleri bitmez bitemez.

Değişim taa üstten başlamalı.

Ve tabiki de olmazsa olmazımız,Caner hocanın masaya deve sidiği vurması ile şoka uğrayan biriciğimiz Ebubekir Sifil hocamız’da bu kitapta bir makale karalamış J

Hocamız ‘Tevessül’ yani ‘Vesile’ kavramını bu kitapta yazmış. 33.sayfa itibari ile okuyabilirsiniz.

Aslında başta okuyunca hoşuma gitmedi değil,çünkü ‘Allah’a yakınlaşmak için vesileler arayın’ ayetindeki ‘Vesile’ kelimesinin ibadetler,infak gibi şeyler olduğunu çok güzel açıklamış.

Ama gel gelelim şeyhide vesile kılmaya bir kılıf bulacak ya ayetlerde aradığını bulamayıp,hadislere ve geleneğin paçavra kitaplarına gitmiş.

Mesela 56.sayfada 7.hadis’e göz attığımızda ‘Hz.Adem’in işlediği günah yüzünden Hz.Muhammed’i vesile kıldığını anlatan bir hadisi almış.

Çıldırmamak elde mi yavrularım? Kuran’da Adem kıssası bütün detayları ile anlatılır fakat bu adam gelmiş bu hadisi sunarak ‘vesile’ böyle de olabilir diyor.

Yazının başlarında dediğim ‘Delalet’ ayetini burada kullanacağım.

Hocam peygamber kendisine peygamberlik verilmeden önce bir delalette değil miydi?

Allah aşkına bu tarz bir şeyi nasıl söyleyebilirsiniz?

Direkt olarak niyetinizin aşağıdaki görsel olduğunu söyleyin geçin; 



29.sayfada ise ‘İnfak’ konusuna değinmiş beylerimiz :(

Maşallah hocam,peygamberin hayatını öyle bir anlattınız ki ne güzel,şeyhiniz de,ailesi de öyle yaşıyor.



Öğrencilerin kurduğu bir toplulukta aktif olarak görev yapıyorum. Allah’ın izniyle öğrenci olmamıza rağmen en az 6 şehirde girilmedik ev,bilmediğimiz muhtaç kalmadan sosyal medyadan gelen destekler ile kira,fatura,erzak gibi aile ihtiyaçlarını karşılıyoruz. (Detaylı bilgi için mail atabilirsiniz)

Fakat infakı böyle cümleler ile anlatan bu kitap sahibine sormazlar mı şeyhiniz Markat’a Mercedes ile gidiyor mu gitmiyor mu? Açtığınız markaların geliri nereden geliyor? Arabalarınız en lüksünden,giydikleriniz en kralından,peki müridleriniz infak durumları nasıl gidiyor? Biz Bolu,Sakarya,Düzce gibi muhafazakar şehirlerde girdiğimiz hiçbir aileden ‘Bize bunlar verdi ya’ dediklerini duymadık!

Açtığınız yurtlarda cemaat dışında kaç genç var? Cemaate laf söylediğinde,sorguladığında ne oluyor?

Bu çocuklar nasıl yetiştiriliyor,bu yurtlar vs gelir kaynağı ne? Hiç gelip ‘Biz öğrencilerden para almıyoruz’ demeyin,bende zihne sohbetler soksam bende o tarz gençlerden para almam.

Para’dan daha önemlidir tabandan adam yetiştirebilmek.

Bunların hepsi bir yana şimdi gelelim kitapta yazan siyaset konusuna.

Kitabın 100.sayfasında ‘Tarikatlar siyasetten uzak durmalı’ örneği veriliyor.

Kesinlikle öyle fakat siz uzak duruyor musunuz? Önemli olan söyleyip yapabilmek.

Cemaat eskiden açıktanda olmasa AK Parti’yi desteklerdi fakat bu seçimde açıkça aşağıdaki bildirgeyi yayınladılar.

"24 Haziran Genel seçimlerine giderken;

Bağımsızlığımızı tahakküm altına almaya çalışan her türlü ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel ve bürokratik prangalardan kurtulmuş, milli ve manevi değerlerini muhafaza eden ve geliştiren bölgesinde lider, ezilenlere umut ve dünya barışının teminatı olacak Büyük Türkiye'nin inşası en önemli hedeflerimizden biridir.

Yeni hükümet sisteminin söz konusu hedeflerimize ulaştıracağına devletin millet için var olduğu esası ile sadece seçkin ve imtiyazlı bir kesimi değil toplumun tamamını güvence altına alacağına vesayet sistemine son vereceğine, sözü ve kararı gerçek sahibi olan millete tevdi edeceğine inanmaktayız.

24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde Cumhur İttifakı'nı yürütmenin çalışmalarına güç verecek çoğunlukta bir meclis yapısını ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ı destekleyeceğimizi duyururuz."

Peki neden böyle bir şey yapmaya kalkıştınız?

Bu partide dine aykırı olarak ‘Bakara-Makara’ muhabbeti döndü mü? Döndü.

Yolsuzluk var mı? Var (Olmadığını varsaysak bile zan var,dine göre zan haramdır)

Bu iktidar döneminde yoksulluk var mı? Var

Kocaman bir sarayda oturmaya peygamberimiz ne derdi? Bir de bunu düşünün.

Recep Akdağ ve Taner Yıldız’ın cemaate mensup olduğunu bir çok defa gazetelerden,cemaate mensup olan kişilerden zamanında duyduk.

Peki bu cemaate bu kişiler tarafından destek verildiği için böyle bir durum olmuş olabilir mi?

Örneğin GVS plakaları nedir? Geçtiğimiz günlerde mecliste gündeme geldi fakat es geçildi.

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/o-plakalar-meclis-gundemine-tasindi-gvs-ne-anlama-geliyor-40573948

Ve yahutta bu binaların,bu şatafatın,bu markaların nasıl yapıldığı hiç gündeme geldi mi? 





Peygamberin infak demesi ile sizin infakınız arasında açıkça bir fark var.

Konu şuanki hükümeti desteklemek değil başka bir hükümet yine aynı şekilde yapsaydı ve yine bir dini cemaat aynı desteği açıklasaydı yine aynı tepkiyi verirdim.

Çünkü bu tarikatın bu hükümeti desteklemesinin tek sebebinin yukarıdaki markaları kaybetmemek,adı Menzil ile anılan bakanları kaybetmemek olduğunu düşünüyorum.

Eğer sebebi bu değil de ‘Ülke elden gidecek eyvah’ ise bilsinler ki Çanakkale’de savaşan,15 Temmuz’da kendini siper eden gençler yine kendini siper edip ülkeyi kimseye vermez ehehehe J

Muhammed Raşid Erol döneminde mütevazı olan bu cemaat hedefinden sapmıştır.

Karun’laşmaya başlamıştır.

Şuanki şeyh öldükten sonra çocuklarının bu işler ile ilgilendiği düşünürsek daha çok yolu saptıracaklarını düşünüyorum.

Umarım bizi şaşırtırlar.

Aslında size bu zenginleşmenin nasıl olduğuna dair bir ipucu bırakabilirim :)

İyi seyirler ve görüşmek üzere...

https://www.youtube.com/watch?v=rIOFyRZge6o